بسم الله الرحمنِ الرحيم

DİL EKOLLERİ YÖNTEM FARKI DEĞİL, İHTİLAFTIR

  • Necattin Hanay, “Zeccâc’ın Kıraat Tasavvuru ve Kendisine Yöneltilen Tenkitler”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi 1/1 (2015), 152-172;
  • Ali Temel, “Erken Dönem Dilbilimsel Tefsirlerde Kırâat Anlayışı”, Din Bilimleri Akademik Araştırma Dergisi 15/2 (2015), 81-120;
  • Ali Temel, “Nehhâs’ın İ’râbu’l-Kur’ân’ında ‘Lahn’ Tartışmalarına Konu Olan Kırâatlerin Değerlendirilmesi”, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi (ÇÜİFD) 15/1 (2015), 77-105;
  • Mustafa Kılıç, “Zemahşerî’nin Kıraatleri Kabul Şartları”, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 48/48 (2015), 149-184;
  • Recep Koyuncu, “Kıraatlerin İhticâcı Bağlamında Dilbilimsel Tefsirler: Ahfeş’in Me’âni’l-Kur’ân’ı Özelinde Bir Tahlil”, Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 48/48 (2019), 331-358;
  • Osman Bayraktutan, “Kırâatlerin Dilsel Yönden İncelenmesi Problematiği”, Din’in Anlaşılmasında Dil’in Rolü, ed. Zeynep Akbudak (İstanbul: Hiperyayın, 2019), 169-179;
  • Cafer Yerlikaya, “Halef Kırâati Özelinde Kırâatlerle İlgili Bazı Tahlil ve Tespitler”, Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 36 (2020), 307-344;
  • Rıfat Ablay, “Müfessir ve Dilbilimcilerin İbn Amir Kıraatine Dilbilimsel ve Eleştirel Yaklaşımları”, Bingöl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 16 (2020), 39-51;
  • Kadir Taşpınar, “Ebû Amr’ın Eleştiriye Konu Olan Sahih Kıraatleri”, Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 22 (2022).

 

Mehmet Dağ, “Tarihsel Perspektif ve Problematik Sorgulaması Bağlamında Kırâat İlminde İhtıcâc Olgusu” isimli doktora tezinde şöyle bir paragraf geçmekte:

“Benzer şekilde Enbiyâ 21/88’de İbn Âmir ve Ebû Bekir Şube kanalıyla Asım’a nispet edilen ‘nûn’ harfinin idğamı ile NUCCİ’L MÜMİNİN şeklindeki kıraat, bazı nahiv âlimleri tarafından “kârînin vehminden kaynaklanan hatalı bir okuyuş olarak kabul edilmiştir. Basra dil ekolüne mensup nahiv âlimi Ebû Ali el-Fârisî isim zikretmeden Ferrâ’nın görüşlerine yer vererek, ‘nûn’ harfinin ‘cîm’ harfine idğamının câiz görülmediğini, idğamlı okuyuşun dinleyenlerin/râvîlerin vehminden kaynaklandığını belirtmiştir. Ferrâ’nın vermiş olduğu bilgiler bu kıraate yönelik eleştirilerin gerekçelerini açıklar niteliktedir. Ferrâ’ya göre, bu kelimede birincisi harekeli ikincisi sâkin olmak üzere iki ‘nûn’ bulunmaktadır. Ancak ihfâsı sebebiyle ikinci ‘nûn’ kitabette hazfedilmiştir. Muhtemelen kitâbette bulunmayan bu ‘nûn’ kârînin hataya düşmesine sebep olmuştur.”

Bu paragraftaki bilgilere göre Enbiyâ 88. ayette geçen bir kelimenin Asım kıraatinde نُجِّي (nucci) şeklinde geçtiği haber verilmektedir oysa Diyanet’in “Asım kıraatine göre basıyoruz.” dediği Mushaflarda kelime نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ (nuncil müminin) şeklinde geçmektedir.

Buna göre;

  • Ya Diyanet bu kelimeyi Asım kıraatine göre basmamış, ulemanın “HATA” dediği şeyi kendiliklerinden düzeltmiştir.
  • Ya da tezde geçen bilgi yalan bilgidir.

 

Sonuçta ister o paragraftaki bilgi yalan olsun isterse de Diyanet Asım kıraatindeki bazı hataları düzelterek Mushaf basmış olsun şu sorular mutlaka sorulmalıdır:

1- DİYANET, HAFIZ OSMAN NÜSHASINA BAĞLI KALMIŞ MIDIR?

2- HAFIZ OSMAN, ALİYÜL KARİ NÜSHASINA BAĞLI KALMIŞ MIDIR?

3- ALİYÜL KARİ, ASIM NÜSHASINA BAĞLI KALMIŞ MIDIR?

4- ASIM, RESMİ OSMANİ’YE BAĞLI KALMIŞ MIDIR?

Mucemul kıraat kitabında kelimenin takibini yaptığımda orada da Asım’ın hafs kıraatinde kelimenin tezde belirtildiği gibi ‘NUNCİ’ şeklinde geçtiği haber verilmektedir. Tezde “böyle bir okumanın ‘LAHN’ olduğu” söylenmiştir “Çünkü ‘NUN’ harfinin ‘CİM’ harfine idğamı yoktur.” denilmiştir. Oysa bu şekilde okuyan sadece Asım değildir, ondan başkaları da öyle okumuştur fakat burada sorun ulemanın o kelimeyi nasıl okuduğu değildir; burada sorun olan şey DİYANET’İN ASIM KIRAATİ ÜZERİNDE OYNAMA YAPTIĞIDIR.

(Enbiyâ 21/88)

فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ

Festecebnâ lehu venecceynâhu mine-lġamm(i) vekeżâlike nuncî-lmu/minîn(e)

İbnül Cezeri, bu kelimenin Cumhur tarafından iki ‘nun’ ile ‘NUNCİ’ şeklinde okunduğunu ama Asım kıraatinde ise ‘NUCCİ’ şeklinde geçtiğini belirtmiş. DİYANET bunu temel alarak Asım kıraatini DEĞİŞTİREREK CUMHUR’UN OKUYUŞUNA UYGUN HÂLE GETİRMİŞTİR.

Bundan başka örnekler var mıdır bilmiyorum ama tek başına bu bile Diyanet’in Mushaf üzerinde kendi kafasından oynama yaptığıdır. Kaldı ki buna benzer birkaç örnek T. Altıkulaç tarafından da verilmektedir. (Bkz. Osman mushafı)

Yukarıdaki tezin yazarının düşüncesinin ne yönde olduğunu gösteren ilginç bir cümle:

“Her ne sebeple olursa olsun Hz. Peygamber’den sağlam bir kanalla geldiği malum olan kıraatleri sonradan oluşturulan ve ekolden ekole farklılık gösteren dil kaideleri arasına sıkıştırmak, bu sebeple onları zayıf düşürmeye çalışmak kanaatimizce keyfî bir davranış biçimi olarak gözükmektedir.”

“…SONRADAN OLUŞTURULAN DİL KAİDELERİ…”

“OKUL” ve “HAVRA”:

Türkçede kullanılan “OKUL” kavramının kökeni Fransızcadaki ‘ECOLE’ kelimesidir. Bu kelimenin Latincedeki karşılığı ise ‘SCHOLA’ kelimesidir. Fransızcadaki ‘ECOLE’ kelimesinin kökeni ise eski Yunancadaki ‘sχolē σχολ’ kelimesinden alınmadır. Yunancadaki bu kelimenin nasıl seslendirildiğini bir kenara bırakıp anlamına göz atacak olursak, kavram hem Fransızcada hem Latincede hem de Yunancada şu anlama gelmektedir: “DİNLENME, İŞTEN GERİ DURMA, ÇALIŞMAK ZORUNDA OLMAMA”

Bilindiği üzere Hıristiyanların mabetlerine “KİLİSE” denmektedir. Bu kelime eski Yunancadaki ‘ekklēsía εκκλησία’ kelimesinden alınmadır. Kelimenin anlamı ise “toplantı, kurultay, meclis” şeklindedir. Hint-Avrupa dillerinde ise kelimenin anlamı “yüksek sesle çağırmak, bağırmak” şeklindedir.

“Havra” kelimesi ise Arapçada da benzer bir telaffuzu olan ‘HVR’ köküyle aynı anlama sahiptir.

“OKUL” (ecole – ekol) kelimesine terim olarak şu anlam yüklenmiştir: “Bir bilim, sanat veya düşünce dalında ortak görüş veya yaklaşım tarzı.”

Tüm bu tanımları dikkate alırsak, “ekol” (ecole – okul) kelimesi kullanıldığı yere göre ya “çalışmama, çalışmak zorunda olmama” anlamında ya da “geri durma” anlamında kullanılmaktadır.

Mesela “ilkokul, ortaokul” kelimeleri “çalışmak zorunda olunmayan ilk müessese” veya “orta müessese” (ki buradaki “orta” anlamı okul süreçlerine göre belirlenmiştir yani neyin ortasıdır bu orta-okul?). Anlaşılan o ki “ortaokul” ifadesi “çalışılmayan ilk müesseseden sonraki müessese” anlamındadır.

Her neyse “Ecole” (okul – ekol) kelimesi buralarda “çalışmaktan geri durmak” anlamında kullanılmaktadır fakat “Basra dil ekolü, Kufe dil ekolü” veya “rivayet tefsir ekolü, dirayet tefsir ekolü” gibi kullanımlarda “EKOL” kelimesi “GERİ DURMA” anlamında kullanılmaktadır.

Mesela çok bilinen “Kufe dil ekolü ve Basra dil ekolü” ifadelerini ele alalım. Bu iki ekol arasındaki ortak kelime “DİL”dir. Buna göre ‘DİL’ konusunda biri diğerinin fikrinden geri duran iki grubu ifade etmektedir “Basra dil ekolü” ve “Kufe dil ekolü” kelimeleri.

“ECOLE” (okul-ekol) kelimesine “yöntem, tarz” anlamı yükleyenler hem kelimenin kastettiği anlamı bambaşka bir şekle büründürmüş hem de OL-MA-MA-SI gereken bir durumu olağan bir hâle çevirmişlerdir.  Şöyle ki; “Ekol” kelimesine “yöntem, tarz” anlamı yükleyenler “Basra dil ekolü” ve “Kufe dil ekolü” dendiğinde “dil” denilen olgu iki ayrı ve hatta daha fazla yönteme izin vermektedir; Basralılar bu yöntemlerden birini, Kufeliler ise diğerini benimsemişlerdir gibi bir şey anlaşılmaktadır oysa burada birbiriyle uyuşması imkânsız iki görüş vardır ve bu iki görüşe göre de “DİL” denilen olgu bambaşka anlamlara bürünmektedir. İkisinin aynı anda doğru ve meşru olması imkânsızdır hatta birinin varlığı diğerinin yokluğunu gerektirmektedir. Bu aynı konuda yöntem farklılığı değil, APAÇIK BİR İHTİLAFTIR!

Tam da “EKOL” kelimesinin kastettiği şekilde “İKİ GÖRÜŞÜN DİĞERİNDEN GERİ DURMASIDIR” veya “DİĞERİNİ GERİ BIRAKMASIDIR.” yani karşımızda aynı yolda, aynı kulvarda yarış yapan iki görüş değil; iki ayrı yolda, iki ayrı kulvarda (ki bunlar ters yöndedir) hareket eden iki ayrı görüş vardır çünkü en basit haliyle bu iki ekol arasında geçen “Dilde mastarlar mı yoksa fiiller mi belirleyicidir?” tartışmasını ele alalım… Bu durum dilden değil varlık tasavvurundan kaynaklanan bir tartışmadır yani bu iki ayrı görüşün kaynağı ‘DİL’ değil, ‘FELSEFE’ veya ‘KELAM’dır. Bu, iki ayrı varlık tasavvurunun çatışmasıdır yoksa iki ayrı dil yönteminin değil.

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler