بسم الله الرحمنِ الرحيم

EN’ÂM 70. AYET – KAZANDIKÇA AZAR AZAR AZALAN İNSAN

وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ

veżekkir bihi en tubsele nefsun bimâ kesebet

En’âm 70. ayette geçen bu cümledeki ‘BESELE’ kelimesinin lügat manalarından biri de “azar azar azalmak” şeklindedir. Kelime meçhul muzari bir fiil olarak geçmektedir. Cümledeki ‘nefsun’ ifadesi naibi faildir. Bu kelimenin failinin gizlenip mefulünün ‘naibi fail’ yapılmasının nedeni kendisinden önceki cümledir. Bu fiilin malum hâle getirilmesi durumunda fiilin faili bir önceki cümlede geçen ‘EL-HAYATU’D DÜNYA’ ifadesidir.

Buna göre cümleyi malum getirdiğimizde şöyle olur:

‘VE ZEKKİR BİHİ EN TEBSELE (EL-HAYATU-D DÜNYA) NEFSEN BİME KESEBET’

Bu açıklamaya göre anlam şöyle olur:

“HERHANGİ BİR NEFSİN KAZANDIKLARINA KARŞILIK AZAR AZAR AZALTILDIĞINI ONUNLA UNUTTURMA/HATIRLAT.” (Meçhul)

“EL-HAYATU-D DÜNYANIN HER BİR NEFSİ KAZANDIKLARI YÜZÜNDEN AZAR AZAR AZALTTIĞINI UNUTTURMA.” (Malum)

(En’âm 6/70)

وَذَرِ الَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا وَذَكِّرْ بِه۪ٓ اَنْ تُبْسَلَ نَفْسٌ بِمَا كَسَبَتْۗ لَيْسَ لَهَا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَلِيٌّ وَلَا شَف۪يعٌۚ وَاِنْ تَعْدِلْ كُلَّ عَدْلٍ لَا يُؤْخَذْ مِنْهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ اُبْسِلُوا بِمَا كَسَبُواۚ لَهُمْ شَرَابٌ مِنْ حَم۪يمٍ وَعَذَابٌ اَل۪يمٌ بِمَا كَانُوا يَكْفُرُونَ۟

Veżeri-lleżîne-tteḣażû dînehum la’iben velehven veġarrat-humu-lhayâtu-ddunyâ veżekkir bihi en tubsele nefsun bimâ kesebet leyse lehâ min dûni(A)llâhi veliyyun velâ şefî’un ve-in ta’dil kulle ‘adlin lâ yu/ḣaż minhâ ulâ-ike-lleżîne ubsilû bimâ kesebû lehum şerâbun min hamîmin ve’ażâbun elîmun bimâ kânû yekfurûn(e)

Bu ayetteki söz konusu cümleden önce şu ifade geçmektedir: وَغَرَّتْهُمُ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا (veġarrat-humu-lhayâtu-ddunyâ). Bu ifadeye genelde “dünya hayatı onları aldattı” şeklinde mana verilmiştir. ‘ĞARRA’ kelimesi “insanı zarar göreceği bir fiil yapmaya sevk eden vehim” anlamında bir kelimedir. Bu durumda ifadenin anlamı “‘el-hayatu-d dünya’ onlara zarar göreceği fiilleri yapmayı vehmettirdi.” şeklinde olur. Peki, “ONLAR” kimdir? Yani bu ifadeler genel ifadeler midir?

Hayır, bu ifadeler “لَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا” (elleżîne-tteḣażû dînehum la’iben velehven), işte bunlar hakkındadır. Bu ifade genelde “dinlerini oyun ve eğlence edinenler” şeklinde çevrilmiştir. Bu ifadedeki ‘DİN’ kelimesi yanlış bir şekilde “Hıristiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık” gibi anlaşılmaktadır, oysa ‘DİN’ kelimesi “sorumluluk, yükümlülük, kişiyi yükümlülük altına sokan ödevler” şeklindedir. Kastedilenin bizim söylediğimiz anlamda olduğuna dair delil şudur: ‘İslam’, sadece yükümlülüklerin, ödev ve sorumlulukların olduğu bir disiplin değildir; bunun yanında müjdeler, mükafatlar, vaatler, tehditler, kıssalar, insanın asla elde edemeyeceği haberler ve daha birçok şeyi bünyesinde barındırır. Bu yüzden burada kastedilen şey bilinen manada “din” değil, “yükümlülükler” anlamındadır.

اتَّخَذُوا د۪ينَهُمْ لَعِبًا وَلَهْوًا (itteḣażû dînehum la’iben velehven) cümlesindekiittihaz’ ifadesi görüldüğü üzere ef’alu kulub’tur. Bu fiilin iki nesnesini müpteda-haber şeklinde getirdiğimizde anlam daha da anlaşılır olmaktadır.

DİNLERİ (müpteda) – LEHV VE LAİBTİR (haber).

Aslına bakılırsa ‘LAİB’ ifadesi ‘LEHV’ kelimesini de kapsayan bir anlama sahiptir.

‘LAİB’: Yapılması gerekenleri yapmayıp başka şeylerle oyalanmaktır.

‘LEHV’: Yapılma esnasında bir sorumluluk yüklemeyen oyundur.

Meseleye günümüz gözüyle bakacak olursak ve bilinen şeyler üzerinden örnek verecek olursak, mesela futbolu ele alalım. Futbolun kendine ait kuralları, şekli ve mekânı vardır fakat bunların hiçbirinde oyunu aşan, oyunun dışına taşan bir şey yoktur yani her şey o sahada başlar ve biter, ötesi yoktur, amaçsızdır. Oyunun kendi içindeki galip gelme amacı da oyunu aşan bir amaç değildir.

İşte, meseleye bu açıdan bakıldığında bir hareketin, bir eylemin, bir sorumluluğun, bir ödevin, bir yükümlülüğün kendini aşan bir amacı yoksa o eylem her ne olursa olsun ‘LAİB’ olarak adlandırılır.

Mesela satrancı ele alalım: Satranç oynayanlar genelde “zekâ gelişsin, akıl aynı olaya farklı kombinasyonlarla bakma kabiliyeti kazansın” diye oynanır üstelik işin içinde matematik, mantık hatta bir nebze geometri bile vardır. Bu açıdan satranç kendini aşan bir amaca mebni olduğundan “oyun” yani ‘laib’ olmaktan çıkmaktadır.

Yükümlülüklerin ‘lehv’ ve ‘laib’ haline getirilmesi; salt oyalama amaçlı ve kendini aşan bir amaca sahip olmaması anlamına gelmektedir. Bir hâkimin sırf hükmetme amacıyla veya kendini aşan bir asla yaslanmayan şeyleri gerçekleştirmek amacıyla hükmetmesi bile bu açıdan ‘LEHV’ ve ‘LAİB’ olmaktadır. Bir toplumun genel amacı toplumu aşan bir amaç değilse o toplumdaki tüm sorumluluklar, tüm ödevler sadece ‘LEHV’ ve ‘LAİB’ olmaktadır.

Meseleye bir de “ödev ve yükümlülüklerin kaynağı” açısından baktığımızda eğer o kaynak insanı aşan bir kaynak değilse insandan neşet eden bir şeyse o takdirde her şey ‘LEHV’ ve ‘LAİB’ olmaktadır. Mesela, Felsefe’yi ele alalım: Felsefenin kaynağı da amacı da insanı aşmamaktadır yani ne yapılırsa yapılsın bu da ‘LEHV’ ve ‘LAİB’tir.

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler