بسم الله الرحمنِ الرحيم

ENBİYÂ 1. AYET – ‘HSB’ KELİMESİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

 

(Enbiyâ 21/1)

اِقْتَرَبَ لِلنَّاسِ حِسَابُهُمْ وَهُمْ ف۪ي غَفْلَةٍ مُعْرِضُونَۚ

İkterabe linnâsi hisâbuhum vehum fî ġafletin mu’ridûn(e)

﴿اقترب للناس حسابهم﴾: اقترب فعل ماض مبني على الفتح، وللناس جار ومجرور متعلقان بـ﴿اقترب﴾، وحسابهم فاعل اقترب.

﴿وهم في غفلة معرضون﴾: الواو للحال، و﴿هم﴾ مبتدأ، وفي غفلة جار ومجرور متعلقان بمحذوف خبر أول، ومعرضون خبر ثان، والجملة في محل نصب حال من الناس.

Buna göre cümle faili tehir edilmiş, mefulü bih gayri sarih’i takdim edilmiş bir fiil cümlesi olmakta.

Bu iraba göre cümlenin NAHİV dizilişi şöyledir: اِقْتَرَبَ حِسَابُهُمۡ لِلنَّاسِ وَهُمۡ  فِی غَفۡلَة مُّعۡرِضُونَ

Bu Arapça metinde ‘HİSABUHUM’ kelimesine lütfen dikkat!

İrablara göre cümleyi böyle aldığımızda (ki harekelemeye göre böyle olmak zorundadır), şöyle bir soru çıkmaktadır: Zamirlerin mercisi her zaman kendisinden öncesinde aranır oysa bu iraba göre ‘HUM’ zamiri kendisinden sonraki ‘LİNNAS’ ifadesine dönmekte.

Bunu ayetlere verilen mealler üzerinden göstermeye çalışayım:

Diyanet İşleri Başkanlığı – İnsanların hesaba çekilmeleri yaklaştı. Halbuki onlar gaflet içinde yüz çevirmekteler.

Mehmet Okuyan İnsanların hesab(a çekilmeler)i yaklaştı. Onlar (ise) gaflet içinde yüz çevirmektedir.

Her şeyden önce meallerin tamamına bir göz atılırsa cümlenin irabında HAL cümlesi olarak gösterilen cümlenin yukarıdaki iki mealde olduğu gibi İSTİNAF cümlesi olarak alındığı görülecektir.

Bunu bir kenara bırakıp meale dönecek olursak; DİKKAT edilirse ٱقۡتَرَبَ حِسَابُهُمۡ لِلنَّاسِ cümlesine “İNSANLARIN HESABA ÇEKİLMELERİ YAKLAŞTI.” şeklinde meal verilmiştir. Bu şekillerdeki meallerde ‘HUM’ zamirinin mercisi ‘EN-NAS’ kelimesi olmaktadır.

Biraz önce de belirttiğimiz gibi böyle bir meal ‘HUM’ zamirinin mercisini kendisinden sonrasında görmektir fakat az önce gösterdiğim gibi nahiv dizilişinde ‘HİSABUHUM’ ifadesi fiilin failidir ve ‘LİNNAS’ kelimesinden öncedir.

Cümlenin nahiv dizilişi temel alındığında verilmesi gereken mealin şöyle olması gerekmektedir: “ONLARIN HESABI, ‘EN-NAS’ İÇİN YAKLAŞTI.” veya Türkçedeki cümle yapılarını dikkat alarak bir meal verilirse şöyle olur: “‘EN-NAS’ İÇİN, ONLARIN (‘en-nas’ın değil) HESABI YAKLAŞTI.”

Birinci meal, anlamı Türkçeye daha uygun aktarmaktadır.

Bu durumda “ONLAR kim?” sorusu çıkmaktadır. Hem “Kim?” sorusu hem de zamirin mercisi kesinlikle metnin öncesinde aranmalıdır fakat bu ayet ENBİYÂ suresinin ilk ayetidir yani öncesi yoktur. Bu durumda ne yapmamız gerekir?

Bu durumda şöyle bir yargıya varmamız gerekir: Bu sure sıfırdan bir konu anlatmamakta, başka yerlerde uzantısı olan bir konuyu devam ettirmektedir.

Anlatılan şeylerin başka yerlerdeki uzantılarını bulmak için ise metnin devamında bize doneler verecek bilgileri tespit etmeliyiz çünkü eğer başka yerdeki bir konunun devamıysa surenin devamında mutlaka oraya göndermeler bulunmak zorundadır.

Buna göre bir okuma yaptığımızda ilk sormamız gereken şey, “‘EN-NAS’ kelimesi neden marife?” sorusu olmalıdır çünkü bu kelime İSTİĞRAK için olursa ‘en-nas’ için yaklaşan onların hesabı henüz gelmedi ve bu ayetlerin inmesinin üzerinden epey zaman geçti. Bu durumda buna “GERÇEKLEŞMEMİŞ BİR VAİD” demek zorunda kalırız.

O halde ‘EN-NAS’ kelimesinin marifeliği İSTİĞRAK için değil kesinlikle AHD için olmalıdır. ‘HİSABUHUM’daki zamir bizi başka yerlere gönderiyorsa o takdirde ‘EN-NAS’ ifadesinin marifeliği AHD-İ ZİKR-İ olmalıdır.

Zaten hemen ikinci ayete bakarsak ‘en-nas’ kelimesinin ahd-i zikr-i olduğu daha da pekişecektir:

(Enbiyâ 21/2)

مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ ذِكْرٍ مِنْ رَبِّهِمْ مُحْدَثٍ اِلَّا اسْتَمَعُوهُ وَهُمْ يَلْعَبُونَۙ

Mâ ye/tîhim min żikrin min rabbihim muhdeśin illâ-steme’ûhu vehum yel’abûn(e)

Bu ayete göre birinci ayetteki ‘EN-NAS’ kelimesi tüm ‘en-nas’ı değil, kendilerine ‘ZİKİR’ veya heyeti temel alırsak ‘ZAKİR’ gelen ‘en-nas’ı kastettiği anlaşılmaktadır.

Dahası eğer üçüncü ayete bakarsak kapsam daha da daralmaktadır, üçüncü ayette ‘en-nas’ şunu demektedir: هَلْ هٰذَٓا اِلَّا بَشَرٌ مِثْلُكُمْۚ (hel hâżâ illâ beşerun miślukum) yani bahse konu edilen ‘en-nas’ resule/resullere muhatap kılınmış ‘BEŞER’ olan ‘en-nas’tır.

İlerleyen ayetlere bakıldığında bahse konu olan ‘en-nas’ hakkında daha da spesifik bilgilerin verildiğini görmekteyiz yani ayetler ilerledikçe ‘en-nas’tan kimlerin kastedildiği daha da açık hâle gelmektedir.

Geleneksel mealleri ve o meallere yapılan tefsirleri ve ayrıca geleneksel anlayışın “ölüm ve yeniden diriliş” hakkındaki inancını temel alırsak birinci ayetle ilgili şu durumlar ortaya çıkmaktadır:

Geleneksel anlayış ayette geçen ‘HİSABUHUM’ ifadesine genelde “hesap verme zamanı” şeklinde mana vermiştir. Geleneksel anlayışta bu ayet “ölüm sonrasındaki hesap verme zamanı”na dikkat çekmektedir fakat geleneksel anlayışın ölümden sonraki hesap verme zamanı ile ilgili temel anlayışı şudur: İnsanlar ölürler, mezara konulurlar, son saat gelene kadar mezarda tutulurlar (kabir azabı hikayelerinin temeli bu inançtır), en sonunda son saat gelir her şey yerle bir edilir ve en nihayetinde herkes ölür ve sonrasında herkes diriltilir ve hesap meydanına götürülürler ve hesap verirler.

Şu hâlde bu inanç temel alınırsa ‘İQTARABE LİNNASİ HİSABUHUM’ cümlesi “SON SAAT” yani “dünyanın sonu yaklaştı” şeklinde anlaşılmak durumundadır, işte bunu temel aldığımızda “YAKLAŞMAK” denilen fiilin neye tekabül ettiği tamamen göreceli hâle gelir çünkü bu yakınlık kime göre, neye göre bir yaklaşmadır?

Bu ayetlerin muhatapları günümüzden yüzlerce yıl öncesinde yaşamışsa ve hâlâ “son saat” gelmemişse bu yakınlığı biz kime göre ölçeceğiz?

Ayete verilen mealleri temel alırsak “son saat” neredeyse gelmek üzeredir ama muhatapları gaflet içinde yüz çevirmektedir. İyi de adamlar öldüler gittiler, neredeyse gelmek üzere olan şey hâlâ gelmedi.

Sonra, ‘HİSABUHUM’ ifadesine “hesap verme vakti” anlamı neye göre verilmektedir?

(Parantez içi bir not: Böylesi anlayışların temelinde yanlış varlık tasavvuru ve yanlış “ölüm, ahiret” tasavvuru vardır. Meseleye ta oralardan başlamak gerekmektedir ama bu teknik olarak epey zahmetlidir.)

Kitâbü’l-’Ayn’da ‘حسب’ (h-s-b) kökü aşağıdaki temel anlamlarla açıklanmaktadır:

  • Sayısal Hâkimiyet ve Hesaplama: Bu kökün temel anlamlarından biri, nesnelerin veya miktarların sayısını bilme ve hesaplama eylemidir. Bir şeyi saymak, miktarını belirlemek, hesaplamak gibi anlamlara gelir.
  • Yeterli Olma ve Kifayet Etme: ‘حسب’ kökü aynı zamanda bir şeyin yeterli olması, ihtiyacı karşılaması anlamını da taşır. Bir şeyin bir şeye yetmesi, kifayet etmesi durumunu ifade eder.
  • Düşünme ve Zan Etme: Bu kökün bir diğer önemli anlamı ise, düşünmek, zan etmek, sanmak ve bir şeyi böyle kabul etmek eylemidir. Bir şeyi gerçeklik olarak kabul etmekten ziyade, “öyle olduğunu düşünme veya tahmin etme” anlamını ifade eder.

 

Kitâbü’l-’Ayn’da ‘حسب’ kökü genellikle bu üç temel anlam çevresinde şekillenir. Kelimenin kullanıldığı bağlama göre bu anlamlardan biri veya birkaçı ön plana çıkabilir. Sözlükte bu kökle türetilmiş çeşitli kelimeler ve bunların farklı anlamları da detaylı bir şekilde ele alınmaktadır.

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler