بسم الله الرحمنِ الرحيم
MÜMİNİN İLKELER ÜZERİNDEN DÜNYASI ve SİYASETİ
Düşünmeyen, düşünmesini bilmeyen hatta düşünmekten nefret eden insan için bir şey diyemem ama düşünen insan herhangi bir olay ve olguya karşı düşünce geliştirirken 3 şeyi dikkate almak zorundadır:
- ZORUNLULUK
- İDEAL
- İLKE
‘Zorunluluk’ olduğunda ‘ideal’ kalmaz ama zorunluluğun da bir kuralı olsun isteniyorsa ‘ilke’ her durumda vazgeçilmezdir.
Hem ‘ideal’ hem de ‘zorunluluk’ bir arazdır; zamana, mekâna ve şartlara göre değişkenlik arz eder fakat ‘ilke’ zamanlar, mekânlar ve şartlar üstüdür.
Zannedilir ki ‘zorunluluk’ olduğunda ‘ilkeler’ kalkar hatta örnek de verilir; mesela denilir ki “Zorunlu durumlarda haramlara dair ilkeler bile kalkar.” Aç kaldığında domuz yemek, ölüm tehlikesinde şirk veya küfür olana karşı durmamak gibi…
Öncelikle eğer ‘ilke’ denilen şey anlaşılmak isteniyorsa bu yanlış anlayıştan uzaklaşmak gerekir çünkü zorunluluk durumunda hadlerin kalkmasına dair söylem de bir ‘İLKE’dir.
Olay ve olgular hakkında düşünce beyan edenler çoğunlukla ‘idealler’ üzerinden meseleye yaklaşırlar ama bizzat kendileri bu bakışlarında “ideal olmayı” hiç önemsemezler.
Biz herhangi bir şeye ‘idealler’ üzerinden bakılmasını ve değerlendirilmesini tasvip etmiyoruz fakat olayın nasıl gerçekleştiğinin anlaşılması için ‘ideal’ üzerinden bakmanın ne demek olduğu üzerinde biraz duralım yani biz bununla ne demek istiyoruz biraz anlatalım:
Afganistan’da onlarca yıldır süren bir savaş bitmiş, kendilerini kendilerince İslam’a nispet eden Müslümanlar tarumar olmuş toplumlarını yeniden inşa etme çabası içine girmişlerdir.
Onlarca yıldır hiç savaş görmemiş, hiç yıkım ve istilaya uğramamış coğrafyalarda yaşayanlar eksik imkanlarla toplumlarını kurmaya çalışan bu Müslümanlara İDEALLERİ temel alarak düşünce geliştirmeye başlarlar:
- “İyi ama onlar Selefi.”
- “İyi ama onlar ‘Sadece Kur’an.’”
- “İyi ama onlar hâlâ İslam ile örfü karıştırıyor.”
- “İyi ama onların müktesebatları gayri İslamî şeylerle dolu.”
vs…
Olumsuzlukları bir bir döken ‘İDEAL’ tepesinin bu sakinleri, sonrasında çözümün nasıl olması gerektiğine dair, derin, felsefi ve son derece stratejik(!) önermeler getirirler.
Afganistan’daki Müslümanlara karşı kendilerinde hiçbir zorunluluk hissetmezler çünkü onlar Afganistan’da yaşıyor biz Türkiye’de; onların dini onlara, bizim dinimiz bizedir(!).
Bu ideal tepelerin sahiplerine şöyle bir öneride bulunsak ne derler acaba?
“Tüm ideallerinizi ve tüm önerilerinizi de yanınıza alarak, mesela Afganistan’ın ‘Mezar-ı Şerif’ kentine gidin. İdeallerinizi temel alarak orada bir hafta Mezar-ı Şerif’li birinin imkanlarıyla yaşayın ve bir hafta sonunda ideallerinizden geriye kalanı bize sunun. Biz de bir haftanın sonunda geride kalan ideallerinize göre yaşayacağımıza söz verelim.”
Acaba meseleye idealler üzerinden bakanlar bir haftanın sonunda hangi idealleri bize geri getirirler?
Şu bir gerçektir… Eğer insan kendisinden başkasına bakarken idealleri temel alarak bakıyorsa;
- ÖNCE KENDİSİ İDEAL BİR BAKIŞA VE İLME SAHİP OLMALI.
- DAHA SONRA BU İDEALLERİN, BULUNDUĞU ZAMAN VE MEKÂNDA GERÇEKLEŞTİRİLEBİLİR OLDUĞUNU İSPATLAMALIDIR.
İşte bunu ıskalayan dünya Müslümanları kendileri dışındaki Müslümanlara karşı ancak onlar öldürüldüğünde, kadınlarına tecavüz edildiğinde duyarlılık geliştirmektedirler yani İngilizler orayı istila edip tarumar edince duyarlı olunur; önce Ruslar sonra Amerikalılar taş üstünde taş koymayınca duyarlı olunur.
Peki onlar gidince? Tüm duyarlılıklar, tüm hassasiyetler rafa kaldırılır çünkü onlar ‘Afgan’ biz ‘Türk’üzdür.
Aynı şey GAZZE için de geçerlidir. Yahudi bombalayınca; çocukları, kadınları öldürünce duyarlılıklar tavanda geziniyor. Peki ya Yahudi öldürmeyi bırakırsa? O zaman onlar ‘Filistinli’ biz ‘Türk’üzdür.
İdealleri ortaya koyanlar her fırsatta ideal ölçülerle kendileri dışındakileri tartanlar iş kendi ideallerine gelince tabanın altındakine bile razı olurlar.
Hangi dünyanın parçası, hangi denizin balığı, hangi ağacın meyvesiyiz; karar verelim. İdeallerimizdeki dünyanın, denizin ve ağacın mı?
“Rabbin isteseydi tüm insanları inandırırdı.” şeklindeki ayetleri önümüze alalım ve soralım. HANGİSİ İDEAL? Rabbin tüm insanları mümin yapması mı, yapmaması mı?
Eğer ideal olan yeryüzündeki herkesin iman etmesi ise, Rab bu ideali istememiş; o halde Rabbimize ideali istemediği için “kusurlu” mu diyeceğiz?
Kendimizin bile olamadığı idealleri bir kenara bırakalım. Afganistan’da, Suriye’de, Türkiye’de ve dünyanın diğer bölgelerinde “kaygısı ‘İslam’ olanlara” İDEAL İSLAM üzerinden bakmayı terk edelim çünkü İslam’ı gönderen Allah “ideal olana” değil, “GÜÇ YETİRELİNİ gerçekleştirmeye” razı olduğunu beyan etmiştir. (Çok şükür ki buna razı olmuştur.)
Belki tuhaftır, belki kimine romantik gelecektir, belki de kimisi beklenmeyen sözler olarak karşılayacaktır. Olsun, yine de sözü yutmayalım ve deyiverelim gitsin.
Amerika, dünyanın süper gücüdür. Dünyanın diğer süper güçleri yanına dizilmiştir. Peki o güce, o ihtişama, o sonsuz imkanlara bakan bir insan olarak Amerika’nın insanlığa hayır getireceğine inanır mıyız?
Asla inanmayız, değil mi?
Peki ya Suriye’deki Müslümanların ve hatta Tayyip Erdoğan’ın insanlığa bir hayır getireceğine (az da olsa, minicik de olsa) inanır mıyız?
Burun kıvırsak da az da olsa minik de olsa şartlı da olsa cevap “Evet” olur değil mi? Hadi bu kadar kesin olmasın, cevap “OLABİLİR” şeklinde olur, değil mi?
Tam buraya asla ‘İDEAL’ konulmaması gerekir çünkü Afganistan da Suriye de idealler yüzünden bu hâle gelmedi, şu an beğenmediğimiz çözümler ‘idealler’ üzerinden geliştirilmedi. Hepsinde rol oynayan tek bir şey vardı: ‘ZORUNLULUKLAR’.
Bir çözümün olması zorunluydu ve işte bunlar gerçekleşti.
İdeal bir çözüm mü? Hayır.
Fakat bir çözüm mü? Evet. (Çözenlerden Allah razı olsun.)
Can alıcı bir soru soralım:
Amerika’nın Afganistan’dan gitmesine, Suriye’deki Esad katilinin devrilmesine, Türkiye’nin Suriye’de başarılı olmasına sevinelim mi ya da ideal çözümler gerçekleşmedi diye üzülelim mi?
İç savaş görmemiş şehirlerimizde, düzenli mahallelerimizde, ayakta duran evlerimizde, çoluk çocuğumuzun neşeyle oynamalarına bakarak tarumar olmuş Afganistan ve Suriye için İDEAL SİYASETLER mi üretelim?
“‘Ahmed eş-Şara, Tayyib Erdoğan’ hakkında Suriye’ye, Türkiye’ye veya dünya Müslümanlarına bir hayır getirecek.” gözüyle mi bakalım yoksa “küresel bir oyunu oynayan sahtekârlar” gözüyle mi?
İşte burada da devreye ‘İLKELER’ girer.
Biz müminiz; mümin olduğunu deklare eden herhangi birine karşı, İslam’ın değerlerini küçümseyip yok etmeye kalkışmadığı müddetçe İslam’ı yaşamada başarılı olup olmadığının hesabını Allah’a bırakarak ilkeli davranmak ve o kişiye karşı herhangi bir tekfir müessesesini çalıştırmadan davranış ve düşünce geliştirmek bizim ilkemizdir, romantik duruşumuz değil.
‘Afganlı Taliban’ kendi halkını ve dünya halklarını fesada uğratmaya çalışan zalimler değiller; bildiklerine ve inandıklarına göre kendi halkını ıslaha çalışan insanlar. Bildikleri yanlıştır, eksiktir, kusurludur veya ideal değildir; olsun bu hakikati değiştirmez.
Onlar FASIK değiller; onlar MÜMİN… Bu yüzden (kendi adıma konuşuyorum) ben, onlara güvenirim; yaptıklarını ellerine yüzlerine bulaştırsalar bile güvenirim çünkü onlara tüm bunları yaptırtan en dipteki motivasyonun ‘İslam’ olduğunu görüyorum.
Mesela (yine kendi adıma konuşuyorum) ben, bazı Müslümanlar tarafından “ülkenin kurucusu” olarak görülen M. Kemal’e asla güvenmiyorum çünkü ona bu ülkeyi kurduran en dipteki motivasyon kesinlikle ‘İSLAM’ değil.
Mesela ben CHP’ye asla güvenmiyorum çünkü ona varlık sebebi kazandıran en dipteki motivasyon kesinlikle ‘İSLAM’ değil.
(NOT: Bu ve başka gruplarda yazılarımı ve sözlerimi bana karşı kullanmak için pusuya yatmış olanların olduğunu biliyorum.)
Motivasyonları ‘İslam’ olanlara elbette güveniyorum. Bu güvenim bir itikat veya bir iman değildir asla, bu güvenim sadece bir ÜMİTTİR. Güvendiklerimin geleceğe dair durumlarına öngörülerde bulunduğumda tüm ümitlerim kayboluyor ama gelecek henüz gelmedi ve herkesin bir hesabı vardır ama gerçekleşen Yüce Allah’ın hesabıdır. Öngörüde bulunurum ama neyin neye gebe olduğunu asla bilemem. Orada Allah’a sığınır ve motivasyonu ‘İslam’ olanlara hidayet etmesini, müdahale etmesini O’ndan dilenirim. Ötesi?… Ötesi neyse o artık.
Kimlerine göre biz çok RADİKAL görüşlere sahibiz; varsın öyle görsünler fakat doğrusu şudur: Biz radikal değiliz. Sadece kronikleşmiş sorunlara radikal çözümlerimiz var; hepsi bu. Bu yüzden Afganistan’daki Müslümanların çabaları benim için değerlidir ve asla ‘İDEAL’ üzerinden bakmam oraya; bu yüzden Suriye’nin kurtarılması benim için bir değerdir.
Ben görüyor ve biliyorum. Dünyada kaygısı ‘İslam’ olanlar CAN HAVLİYLE hareket ediyorlar. Bu bir ‘ideal’ değil bir ‘zorunluluk’tur ve Yüce Allah ‘zorunluluklar’ için de ‘İLKELER’ koymuştur.
Açlıktan köpekleri kesip yiyenlere “Köpek eti helal mi ki yiyorsunuz?” diye bir soru sorulmaz.
Kızları sırf başörtülü oldukları için okullardan atılanların AKP sevdalılarına “AKP helal mi ki ona yöneliyorsunuz?” diye bir soru sorulmaz çünkü herkes can havliyle hareket ediyor. O kızlar İDEAL düşünceyi ortaya koyarak mücadele etmediler, Allah’ın bir emrini çiğnememek için mücadele ettiler. Bunu görmeden meseleye yaklaşanlar “boğulmamak için çırpınan birine yüzme dersi veriyor” gibidirler.
MOTİVASYONLARI “İSLAM” OLANLARIN KURDUĞU EN KÖTÜ DÜNYA; MOTİVASYONLARI “ŞİRK, KÜFÜR, FESAT, FUCUR” OLANLARIN KURDUĞU EN İYİ DÜNYADAN DAHA İYİDİR.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين