بسم الله الرحمنِ الرحيم
“OL” EMRİ – VARLIK İLİŞKİSİ
Ses çıkarmak veya konuşmak, bir etkiyle, kuvve halindeki enerjinin harekete geçirilmesi ile başlar. Harekete geçen enerji ses tellerine çarparak sese dönüşür; sese dönüşen enerji mahreçlerde şekillendirilerek ağızdan dışarı salınır yani eninde sonunda “konuşmak” denen şey enerjinin titreşim haline getirilmesidir.
Titreşimlerdeki farklılık, farklı seslerin farklı titreşimlere sahip olması anlamına gelir. Bu titreşimlerin en küçük bireyi HARFtir. Kelimeler, kendi başlarına bir anlamı olmayan ama bir şekilde anlamı belirleyen işte bu en küçük titreşimlerin bir kurala göre birlik oluşturması ile oluşurlar. İnsandaki bu enerji salınımı gerçek varlığa dönüşecek bir güce sahip değildir bu yüzden “konuşma” denilen şeyin hakikati daima harici olur ve konuşma daima sembolik kalır yani hakikatin sembolleri.
“ELMA” sesi çıkarmamız dört farklı (E-L-M-A) sesin birleşip hakiki varlığı hariçte olan bir varlığa işaret etmesi daima semboliktir yani daima sadece işarettir fakat bu dört ses ağızdan 4 enerji salınımı değil 1 enerji salınımıdır. Bu harflerin birleşik halinde ağızdan çıkmasını sağlayan süreci başlatan şey HAVAdır. Hava bizim için sadece boşluk olarak biliniyor, oysa asla öyle değildir (birazdan buna da değineceğim). “ELMA” sesinin ağzımızdan çıkmasını sağlayan hava, her bir ses için ayrı ayrı aldığımız dört hava değil sadece bir havadır. Hava, insan vücuduna ait bir şey değildir. İnsan, sesi çıkarmak için önce dışarıdaki havayı içine almalıdır. İnsanın içine aldığı hava vücuttaki tüm işleyişi harekete geçirdikten sonra dışarı salınır. Bir konuşmaya dönmeyen hava öylece dışarı bırakılır. Ağızdan dışarı verilen, nefes olarak salınan havanın içeriğini görme imkânımız olsaydı o havanın içteki her şeyden haber veren bir haberci olduğunu kesinlikle görürdük. Nitekim nefes alıp vermenin sıra dışı bir hal alması, dışarıdan o nefesi veren kişinin içinde sıra dışı bir şeylerin olduğunu haber vermektedir.
Seslerin ilk şekillenmesi tam da bu sırada gerçekleşir. Yani aslında hava önce içteki manayı bünyesine alır, içteki mananın kendisinde yüklü olduğu mana ile ses tellerine çarpan hava önce sese, sonra mahreçler yardımıyla farklı seslere dönüşerek kelime olarak ağızdan çıkar. Ağızdan çıkacak olan havanın hangi kelime olarak çıkacağına hava sese dönüşmeden yani enerji harekete geçirilmeden önce karar verilir. Tüm bu hareket ondan sonra gerçekleşir. Bu yüzden konuşan kişi açısından MANA lafızdan önce oluşur.
Bu durum “irade” denilen şeyin lafızdan ve manadan önce harekete geçtiği anlamına gelir çünkü tüm bu sürecin başlaması için önce iradenin harekete geçmesi ve o sürecin ne yönde işleyeceğine karar vermesi gerekmektedir. Her irade ise bir asıldan hareketle şekillenir. Zaten bir asla yaslanmayan irade sadece bocalar ve bu da dışarıdan anlaşılır. Bazı sözler karşısında ne diyeceğimizi bilmez hâle gelmemizin sebebi işte budur.
Sadece bu süreç HAL dili açısından insanın havaya, bir manaya gelebilmesi için “OL” demesi gibi bir şeydir yani her bir harf, her bir kelime, her bir cümle aslında insanın HAVAya “OL” demesidir.
Gelelim kendisi aslında olmayan ama o olmaz ise kelimelerin asla oluşmayacağı HAVAya: Havada uçan bir kuşa baktığımızda sadece havada uçan bir kuş görürüz. Biz o kuşun boşlukta uçtuğunu zannederiz. Oysa havadaki kuşun uçmasını sağlayan şey ile bizim konuşmamızı sağlayan şey aynı şeydir. Aslında kuş bizim konuşmamızı sağlayan şeyin oluşturduğu zeminde hareket etmektedir. Bizim “boşluk” dediğimiz şey kuş açısından üzerinde hareket ettiği bir zemindir.
Bunu daha iyi anlayabilmek için bir denizi düşünmemiz gerekmektedir. Denizdeki canlılar herhangi bir katılığı olmayan bir zeminde yani su zemininde hareket etmektedirler; tıpkı bunlar gibidir havada uçmak. Aradaki tek fark, biz havayı boşluk olarak görmekteyiz. Denizin içindeki iki cisim arasında boşluk yok, su vardır. Havadaki iki kuş arasında ise boşluk vardır.
İşte bizim “BOŞLUK” olarak gördüğümüz şey aslında bir boşluk değil, varlığın tamamının üzerinde var olduğu ve tüm enerjisini kendisinden aldığı ENERJİ ZEMİNİDİR.
İnsan türü kendi enerjisinden başka bir enerjiyi kullanmaya başladığından ve “enerji” denilen şeyin kapasitesinin ne kadar yüksek bir şey olduğunu anladığından bu yana (yaklaşık 3 asır) enerji, insan türünün tüm gelişimlerinin temelini oluşturan asıl değer olmuştur. Nihayetinde insan türü en sonunda enerjiye öylesine bağımlı bir hayat nizamı oluşturmuştur ki fişleri çekildiğinde tüm hayat alt üst olmaktadır.
Evet, artık insan türü enerjiye göbeğinden bağımlı bir hâle gelmiştir. Sadece petrol gibi bir enerji kaynağını şu “modern hayat” denen şeyden kaldırın, insan türü, petrolün bir enerji kaynağı olarak kullanılmaya başlandığı 200 yıl öncesine değil, birdenbire 5000 yıl geriye gidecektir.
İnsan türü bu modern hayatı devam ettirmek için daima daha büyük enerji kaynaklarını kullanmaya ve bu hayata entegre etmeye çalışmaktadır. Güneş ve rüzgâr enerjilerinin son dönemde yaygınlaşması sadece yeşil enerji kaygısından değildir. Her geçen gün katlanarak büyüyen enerji ihtiyacı artık petrol, kömür gibi fosil yakıtların karşılayamayacağı boyutlara ulaşmıştır.
İnsan hâlâ arayışını sürdürmektedir. Aradığı şey kesintisiz ve bitmeyen enerji kaynaklarıdır.
Peki, insan türü en büyük enerji kaynağını bulmuş mudur? EVET, BULMUŞTUR.
En büyük ve tükenmez enerji kaynağı, bizim “boşluk” dediğimiz HAVAdır. “Hava” dediğimiz şey bir boşluk değil, tıpkı su gibi zemininde yaşayan her şeyin enerji kaynağıdır.
Günümüz sahtekâr bilim adamları aslında bu enerji kaynağını daha en başlarda keşfetmiştir ama emrinde oldukları kapitalistlerin işine gelmediği için hem bu yöndeki çalışmaları yok saymış hem de daima engellemeye çalışmışlardır.
Basit bir internet taramasında bile “SONSUZ ENERJİ KAYNAĞI NEDİR?” diye bir araştırma yapıldığında “boşluk” dediğimiz şeyden biteviye enerji üreten jeneratörlerin çoktan yapılmış olduğunu ama daima engellendiğini görebilirsiniz. (Her neyse, bu bahsi diğer bir konudur.)
İşte, kuşların uçtuğu zemin olan, bizim içimize çektiğimiz ve “boşluk” dediğimiz şey aslında enerji kaynaklarının en güçlüsü olan “hava”dır yani biz içimize hava değil, aslında çok güçlü enerji çekiyoruz, bu enerji ile yaşıyor ve bu enerji ile konuşuyoruz.
İşte, kelimeler bu enerji ile oluşuyorlar.
Şimdi “MADDE” denilen şeyin bizzat kendisinin aslında bir enerjinin belli kurallar çerçevesinde bir araya gelmesi olduğu artık herkesin malumudur. Maddenin en küçük parçası olan atomun çekirdeği elektron (e-) protonları enerjidir.
Madde, bu enerjinin belli bir sayı, belli bir mekân, belli bir dizilimi ile oluşmaktadır. Maddelerdeki atom sayıları ve atom dizilimleri onların farklı maddeler olmasına neden olmaktadır, tıpkı kelimeler gibi.
Bu durumda, biz içimize enerji çekiyoruz, bu enerji önce içteki her şeyi kendisine kopyalıyor, daha sonra konuşmak istersek ses tellerine çarpıyor, istemez isek direkt dışarı salınıyor. Ses tellerine çarpan enerji farklı titreşimlere ve farklı frekanslara dönüşüyor, yani ses oluyor. Ses haline gelen enerji mahreçlere çarparak farklılaşıyor ve bu farkların birleşmesi KELİMELERİ oluşturuyor.
İnsanlar konuştukları sırada nefes almazlar, cümle aralarında nefes alırlar fakat insanlar önce içlerinde MÜFRED bir anlam oluştururlar ve tüm cümleleri aslında işte o müfredi belli bir dizilim ve belli sayılara ve belli kurallara bağlı olarak ses olarak ifade ederler.
İçte ilk oluşan o müfred mana, onu açığa çıkaracak tüm seslerin referans değeridir. Beş saat ders yaparsınız ama tamamında anlatmak istediğiniz şey sadece bir kelimedir ya da müfred bir manadır.
“Kur’an’a saygılı olun.” ifadesi 3 kelimeden oluşan mürekkeb bir terkiptir ama bu terkip, terkip halinde müfreddir yani bir mana vardır. İşte, 5 saat boyunca konuşulanların referans değeri aslında bu müfred manadır. Konuşma boyunca o mana adeta diğer tüm kelimeleri hizaya dizen bir düzenleyici olarak orada durur.
Kelime, cümle veya paragraf olsun diye içeri çekilen havalar önce bu manaya uğrarlar ve sonra bu mananın yönlendirmesi ile kelime olarak ağızdan çıkarlar, bu yüzden ağızdan çıkan her kelimenin içinde o mana vardır yani rengini ondan almayan tek bir kelime olmaz.
İnsan türü bir mana irade etmiştir. Bu manayı dışa vurmak için ona enerji gereklidir. Aradığı enerjiyi içine çektiği havada bulmaktadır. İçe çekilen hava içte oluşan o manaya uğrayarak içerik kazanmaktadır. Bu içerikler havayı yönlendirmekte ve akıl bu içeriğe göre önce harfleri sonra kelimeleri sonra cümleleri tasavvur etmektedir. Tasavvur ve mana birleşerek havayı ses tellerine yönlendirmektedir, ses tellerine gelen hava (enerji) titreşerek sese dönüşmektedir. Ses ağızdan hakiki varlık olarak değil, sembol olarak çıkmaktadır.
Yüce Allah ise “OL” deyince -ki bunu demek için bir havaya, bir vücuda ihtiyacı yoktur- aynı şekilde enerji harekete geçmekte, aynı şekilde irade ve mana birleşerek o enerjiyi yönlendirmekte, aynı şekilde o enerji bizdeki ses tellerinin karşılığı olan Mutlak’a uğramakta ve enerji tıpkı kelimeler gibi farklı şekillerde birleşerek mutlak alandan mukayyet alana “VARLIK” OLARAK ÇIKMAKTADIR.
Yani Yüce Allah’ın “OL” demesi (benzetmeden dolayı Yüce Allah’tan af diliyorum), en başta enerji olan havanın kelime olarak çıkması gibi enerjinin varlık olarak mutlak ağızdan çıkarak mukayyet alanda var olmasıdır. Aradaki tek fark, insan kelimeleri ağızdan çıkarmak için HARİCİ bir şeye ihtiyaç duymaktadır ve çıkardığı sesin hakiki varlığı da hariçtedir ama Yüce Allah harici bir şeye ihtiyaç duymamakta ve O’nun “OL” demesi hakiki varlıkların sembolü değil, TA KENDİSİ OLMAKTADIR.
Varlık mukayyet alanda var olmadan önce bu var olacak varlıkların bir TASARISI olmak zorundadır. İşte, bu tasarı YÜCE ALLAH’IN İLMİDİR.
Bizdeki ilim, varlıkların varlık bilgisidir; O’ndaki ilim ise VARLIKLARIN VAR EDİLME BİLGİSİDİR.
Bizdeki bilgi oluşunca tasavvuri bir şey olur; O’ndaki bilgi oluşunca HAKİKİ VARLIK OLUR.
Bizde bilgi ve bilginin hakikati iki ayrı şeydir; O’nda tek bir şeydir.
O’nda tasavvur yoktur ve olmaz da; O’nda “tasavvur” denilen şey HAKİKATİN TA KENDİSİDİR.
O öyle bir hakikattir ki BİLGİ VE BİLGİNİN HARİCİ VARLIĞINI BÜNYESİNDE BULUNDURAN ŞEYLER İKİ AYRI ŞEY DEĞİL, TEK BİR ŞEYDİR.
Bizde HARİÇ vardır, O’nda hariç-mariç yoktur.
Bu yüzden Allah “OL” deyince bu “OL” deyiş bir varlık olur ama biz “ol” deyince sadece o varlığın sembolik sesi olur çünkü biz daima HARİCE muhtacız, nefes almak için bile.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين