KUR’AN ÜZERİNDE TAKDİR KULLANILMAZ

(ALLAH’IN MERYEM’İ YETİŞTİRMESİ ÂYETİ ÖRNEĞİ)

Herhangi bir kitabı, mektubu, yazıyı, gazete haberini hulâsa yazılı her ne okunursa okunsun; asıl olan şey, okuyucunun yazının içeriği veya metni ile ilgili TAKDİR KULLANMAMASIDIR. Okuyucunun yapması gereken tek şey; karşısındaki metindeki kelimelerle o kelimelerin anlam ile nasıl bağ kurduğunu anlamaktır. Yani yazı sahibinin ne anlatmak istediğini anlamaktır. Okuyucunun bir yazarın kurduğu cümleler üzerinde takdir kullanarak bazı değişiklikler yapması, cümlelerde bazı düzeltmeler yapması, cümlelerin ve kelimelerin yapısında değişiklikler oluşturması okumak değil, EDİTÖRLÜK veya TASHİH çalışmasıdır. Okuyucu kendi takdirini kullanarak karşısındaki metne ister bir cümlecik ister bir kelimecik, isterse bir edatçık ilâve etsin, durum aynıdır. 

Yazı yazan hiçbir yazar, hatta yazı yazan hiçbir insan, ne yazarsa yazsın (kitap, şiir, mektup, tabela vs.) kendi yazısına müdahale edilip kelimelerine ve cümlelerine başka birinin takdir kullanarak şekil vermesinden asla hoşlanmaz.

Şu bir gerçek ki yeryüzündeki hiçbir yazılı metin, Kur’an kadar insanın üzerinde takdir kullandığı bir metin mesâbesine düşmemiştir. Şu kesindir ki insanların Kur’an üzerinde kullandıkları her takdir onu anlamayı kolaylaştırmamış, tam tersi, Kur’an’ı hayallerin kitabı haline getirmiştir. Buna bir örnek verecek olursak;

Âl-i İmrân/37

فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّاۜ كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَۙ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًاۚ قَالَ يَا مَرْيَمُ اَنّٰى لَكِ هٰذَاۜ قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ

Ali Bulaç meâli – Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: ‘Meryem, bu sana nereden geldi?’ deyince, ‘Bu, Allah katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir’ dedi.

Meâller: https://www.kuranmeali.com/AyetKarsilastirma.php?sure=3&ayet=37

Bu meâller arasında, özellikle piyasada Kur’an hassasiyeti olan insanların meâllerine dikkat edilirse hepsi de bu âyette geçen وَاَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًاۙ (ve enbetehe nebeten hasenen) cümlesini “güzel bir bitki gibi yetiştirdi” şeklinde çevirmişlerdir.

Birkaç meâl ise aynı cümleyi; 

Bayraktar Bayraklı meâli – Bunun üzerine Rabbi, Meryem’i hoşnutlukla kabul etti, onu güzelce büyüttü ve onu Zekeriyyâ’nın himayesine verdi….

GÜZELCE BÜYÜTTÜ şeklinde çevirmişlerdir. Bu meâller bazı noktalarda eksik olmakla beraber Kur’an metnine GİBİ kelimesini eklememişlerdir.

O âyete GİBİ kelimesinin eklenmesi cümleyi hakiki mânâdan TEŞBİH mânâsına çekmektedir ki bu da gramerde özel bir üslûptur. Fakat âyette GİBİ anlamı verilebilecek bir teşbih edatı yoktur. Daha da tuhafı, İ’RÂBLI KUR’AN MEÂLİ yazanların, yaptıkları i’râba uymamalarıdır. Meselâ;

 

Bu i’râblı Kur’an meâlinin yazarı âyetin i’râbını yaparken NEBETEN HASANEN kelimesini “mefulü mutlak ve mevsuf ve sıfat” olarak belirtmiş ama ne tuhaftır ki kendi yaptığı î’râba kendisi uymayarak NEBETEN HASENEN kelimesini teşbihlerdeki BENZETİLENE çevirmiştir. i’râbında GİBİ anlamı verilen herhangi bir kelime yokken meâline GİBİ kelimesini eklemiştir. Oysa kelimenin “mefulü mutlak” olması ile teşbih üslûbunda “benzetilen” olması arasında dağlar kadar fark vardır. 

Âyete Teşbih edatı olarak GİBİ kelimesinin eklenmesi kelimelerin hakiki mânâlarının kaybolması anlamına gelmektedir. Çünkü en nihayetinde benzetmedir. 

Mefulü mutlak; Nahivde özel bir konudur. TEŞBİH ise yine nahivde özel bir üslûptur. Mefulü mutlak; bir cümlede geçen fiilin mastarı ve o fiilin nev’inden bir mastar olması gerekmektedir. Cümleye özel bir pekiştirme anlamı katar ki okuyucu bu pekiştirmeden bahsedilen fiilin anlamının özel olduğunu anlasın diyedir.

İki türlü mefulü mutlak vardır. 

Birincisi; BİNÂ-İ MERRE… Bu şekilde gelen mefulü mutlakların sonunda kapalı bir TA bulunur ve genelde fiilin sayısını belirtir. Meselâ; DARABE DARBETEN dendiğinde TEK BİR KERE VURDU demektir. 

İkincisi; BİNÂ-İ NEV’İ… Bu tür mefulü mutlakların sonunda kapalı TA yoktur. Fiilin kendine has özel bir şekli olduğunu belirtir. Meselâ; DARABE DARBEN…”Kendine has bir şekilde dövdü, benzersiz bir şekilde dövdü.” demektir. Hani Türkçede “Adamı bir dövdü, ama ne dövdü!” deriz ya, işte buna benzer bir şeydir. 

Yani mefulü mutlaklarda bir benzetme yok, tam tersi bir BENZEMEME vardır.

Meryem Kur’an’da benzersiz şekilde doğum yapan bir kadın olarak tanıtılmaktadır. Bir kız çocuğunun ileride babasız bir çocuk dünyaya getirebilmesi için bu çocuğun organik yapısının en baştan buna göre düzenlenmiş olması gerekmektedir. Yani babasız doğum yapmak ‘o an’ gerçekleşen bir şey değildir. Hatta herhangi bir çocuğu babalı ya da babasız doğurmak o an gerçekleşen bir şey değildir. 

Çocuğun doğumunda yumurtanın döllenmesi o çocuğu doğuracak kadının en başından beri geçirdiği aşamalardan bir aşamadır ve bu aşama aşamaların en küçüğüdür.

Babasız çocuk dünyaya getirecek bir kız çocuğunun geçirdiği aşamalar da çok özel aşamalardır.

İşte, âyete GİBİ kelimesini eklemek, aslında Meryem’in özel olarak yetiştirilmesine bizim dikkatimizi çekmeye çalışan âyeti HAYALLERİN konusu haline getirmektir.

Dahası, âyette GİBİ kelimesi yoktur. Oraya GİBİ kelimesini eklemek TAKDİR kullanarak cümlede düzeltme yapmak demektir. Oysa Yüce Allah Kur’an’ın üzerinde RESÛLLERE dahî bu takdiri vermemiştir.

Kendilerini RESÛLLERDEN daha üstün görerek TAKDİR kullananlar, hâşâ Allah’a, “Düzgün cümle kuramadın, biz senin cümlelerini düzelterek daha anlaşılır hale getiriyoruz.” demiş olduklarının bile farkında değillerdir.

Hâşâ Yüce Allah oraya GİBİ kelimesini eklemeyi unuttu veya gönderirken sehven yanıldı veya dikkatsizliğinden dolayı gözden kaçırdı da onlar bunu düzeltti, anlamına gelmektedir.

Eklediler de ne yapmış oldular? Daha anlaşılır hâle mi getirdiler? Tam tersi; hakiki bir mânâyı alıp yok ettiler. Bu durum sadece bu âyetle sınırlı değil, binlerce örnek getirmek mümkündür. Bu sadece bir örnektir.

Şuna da değinmeden geçemeyeceğim:

Mustafa İslamoğlu meâli – Bunun üzerine Rabbi onu memnuniyetle kabul etti; dahası onu bir çiçek gibi yetiştirdi ve Zekeriyya’nın himayesine verdi. Zekeriyya ne zaman Mihrab’a girse, onun yanında yiyecekler görürdü. (Ve bir gün) sordu: “Ey Meryem! Bunlar sana nereden geliyor?” O da cevapladı: “Bunlar Allah katındandır; Allah isteyen/istediği kimseye hesapsız rızık bağışlar.

Bizi “Kur’an’ın genetiği ile oynama!” diye uyaran bu vatandaş, tıpkı diğerleri gibi, âyete GİBİ kelimesini eklemekte bir beis görmemiştir. Üstelik HASENEN kelimesini de meâline hiç yansıtmamıştır. Yani GİBİ kelimesini eklemiş, HASENEN kelimesini çıkarmıştır. 

Kim, hangi genetikle ve nasıl oynuyormuş? 

“Öleceğiz ve göreceğiz!”

VESSELAM.

Bu arada, bazıları burada HAZF vardır, TEŞBİH edatı gizlidir, hazf da nahvin kurallarından biridir şeklinde açıklama yapanlar olabilir. Bunu derslerimizde onlarca defa söyledik ama bir daha söyleyelim. 

HAZF, cümlenin anlamını azaltmak için değil, cümleyi gereksiz laf kalabalığından kurtarmak için yapılır ve mutlaka cümlede HAZF olduğuna dair bir DELİL olur. 

HAZF OLAYINA BİR ÖRNEK VERELİM:

Soru: YEMEK YEDİN Mİ?

Cevap: HAYIR

Bu cümlede hazf vardır. Çünkü “hayır” kelimesi bir cümle değildir. Bu “hayır” kelimesinin anlamı; aslında “Hayır, ben yemek yemedim.”dir. 

Soru cümlesinde zaten ‘yemek yemesi’ sorulduğu için cevap cümlesinde kalkıp “Hayır, ben yemek yemedim.” demek gereksiz laf kalabalığıdır ve “Hayır.” dendiğinde anlamda hiçbir eksilme olmamaktadır. İşte HAZF denilen olgunun bu çerçevede olması gerekmektedir.

Şu bilinmelidir ki ANLAMIN EKSİLMESİNE SEBEP OLAN HİÇBİR HAZF, HAZF DEĞİLDİR. CÜMLENİN ÖNCESİNDE VEYA KENDİSİNDE VEYA SONRASINDA HAZF OLDUĞUNA DAİR DELİLİ OLMAYAN HİÇBİR HAZF, HAZF DEĞİLDİR. İllâ bir şey söylenecekse buna “anlatım bozukluğu” denir ama hiçbir şekilde “hazf” denmez.

Âyetteki cümleye verilmesi gereken meâl ise şudur: 

HASEN kelimesi, ‘güzel’ anlamındadır. Fakat kelimeye sadece ‘güzel’ anlamı verilmesi kavramı ‘göreceli’ hâle getirmektir. Çünkü ‘güzel’ kişiye göre değişebilir. Bir şeye “güzel” denilmesi, o şeyin “durumun gerektirdiği özellikleri tastamam üzerinde taşıyor” denilmesidir. Güzellik, durumla alâkalı bir şeydir. Yani ‘güzel’ kelimesini hangi duruma kullanırsanız ona sıfat olur… Güzel yemek, güzel davranış, güzel ayakkabı, güzel kadın, güzel erkek, güzel ahlâk, güzel şehir… Burada ifade edilen ‘güzel’ kelimelerinin kastettiği mânâ her birinde farklıdır.

“Güzel şehir” denmesi durumunda “şehir olma özelliklerini tastamam üzerinde taşıyan yerleşim yeri” denmiş olmaktadır. “Güzel ahlâk” denmesi durumunda “bir insanda olması gereken ahlâkî özellikleri tastamam üzerinde taşıyor” denmiş olmaktadır. “Güzel ayakkabı” denmesi durumunda “ayakkabı olmanın veya kişinin ayakkabıda aradığı özelliklerin hepsini üzerinde taşıyan ayakkabı” denmiş olmaktadır.

İşte, Meryem’e de NEBETEN HASENEN denmesi tam da bu anlamladır. 

ONU KONUMUNA /DURUMUNA EN UYGUN ÖZEL BİR YETİŞTİRME İLE YETİŞTİRDİ.

ENBETEHE… Bu kelime basit manada “çocuğu yetiştirmek, bitkiyi yetiştirmek” anlamındadır. Fakat her yetiştirme bir amaç içindir. Babası annesi olan hiçbir çocuk yoktur ki annesi babası onu ileride olmak istediği şeye göre yetiştirmek istemiş olmasın. Hiçbir çiçek veya bitki yoktur ki ileride olması gereken durum amaçlanmadan yetiştirilmiş olmasın. Yani, “Çocuğu yetiştiriyorum.” demek, ‘çocuğun fiziki büyümesi’ demek değildir.

Bitkiyi yetiştirmek amaçsız ve hedefsiz değildir. İnsanda bile bu amaçsızlık yokken Yüce Allah, Meryem’e ENBETEHA diyerek amaçsız ve hedefsiz bir şekilde yetiştirmeden bahsetmiş olmaz. Yüce Allah’ın, daha annesinin karnına düştüğü andan itibaren bize Meryem’in kıssasını anlatması amaçsız olur mu hiç?

İsa’nın annesinden babasız doğması upuzun bir sürecin son noktasıdır. Şu mübarek Kur’an’ın içinde o kadar resulden bahseder. Hiçbir resulün annesinin doğumundan ve annesinden doğan o annenin doğumundan bahsetmez. Sadece Meryem’den bahseder… 

ÇÜNKÜ Meryem YARATILIŞIN ÂYETİDİR.

MERYEM BENZERSİZDİR, ÇÜNKÜ O NEFSİN VAHİDETİNDİR.

Kur’an’ın her yerinde İNSANIN ANNE KARNI ANLATILIR… Çünkü anneler hayatın ta kendisidir. Kur’an’ın hiçbir yerinde erkeğin spermine âyet denmez… Ama Kur’an’ın her yerinde annedeki yumurtalara âyet denir.

ÇÜNKÜ yaratılışın âyeti erkek spermi değil, KADINDAKİ NUTFEDİR.

VESSELAM.

NEFS, ‘nefes alan can’ anlamına gelmez. Zira hayvanlar da nefes alırlar ama Kur’an’da onlara ‘nefs’ denmemiştir.

Bir de VAHİDETUN kelimesi BİR TEK anlamına gelmez… Videolarda onlarca defa anlattık. Eğer sayı ifade eden kelime, sayılan kelimeden sonra gelirse sayı olmaz, SIFAT olur. 

Meselâ; ALLAHU VAHİDUN… ALLAH BİR TEK (1) demek değildir. BENZERSİZ, EŞİ OLMAYAN demektir.

Önerilen İçerikler