SÖZÜN İSNADI SÖZÜN KENDİSİ ÜZERİNDEN, -ÂYETLERİN İSNADI KUR’AN’IN İÇİNDEN- OLUR!
Bir sözün anlaşılması için gerekli olan tek şey kelimelerin kast ettiği mânâları anlamak değildir. En az bunun kadar önemli olan bir şey de SÖZÜN İSNADI’DIR.
Çok derin anlamlara sahip olsa da bir sözün isnadı yoksa, o söz, boşluğa söylenmiş bir söz olmaktan kendini kurtaramayacaktır.
Meselâ; Âşık Veysel’e ait, herkesin bildiği şu sözü ele alalım: “UZUN İNCE BİR YOLDAYIM, GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE.”
Türkçe konuşan ve bu sözdeki kelimelerin isnadını bilen bizler bu sözde geçen; ‘UZUN İNCE BİR YOL’ ifadesinin isnadının ‘dünya hayatı’ olduğunu, ‘GİDİYORUM GÜNDÜZ GECE’ ifadesinin isnadının da ‘yaşamımız’ olduğunu bildiğimiz için bu söz bizim için anlamlıdır.
Ama aynı sözü, Türkçe konuşmayan, Âşık Veysel’i bilmeyen başka insanların dillerine aktaralım; bu anlamlı söz birden kafa karıştırıcı ve hatta anlamsız bir söze dönüşecektir. Rusya’da olduğum sıralarda Âşık Veysel’in bu sözünü karşımdaki Rus muhatabıma anlatmak için epey açıklama yapmak zorunda kalmıştım.
Yabancı dil bilenler, Âşık Veysel’in bu sözünü o dile çevirip etrafındaki yabancı insanlara söylesinler, aldıkları tepkilerden ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır.
İsnad denilen şeyin bir anlama kavuşması için sözün ne zaman, nerede, kime söylendiğinin belirlenmiş olması gerekir. Çünkü isnad, sözün anlamla buluşma noktasıdır.
Hatta, bazen, söz değişmese bile o sözün kime, ne zaman, nerede söylenmiş olduğu, o sözün anlamını değiştirir.
Meselâ; “EY BÜYÜK HALK!” diye bir hitabı herhangi bir yere isnad etmeden anlamaya çalışalım. Kelimelerin anlamlarını bilsek bile o anlamlar havada gezinen sözlerden başka bir şey olmayacaktır.
Bugün dünyada 230’a yakın ülke vardır. Şöyle bir EMPATİ yapalım: Bu ülkelerin liderlerinin hepsi, bugün, aynı anda halklarının karşısına çıksa ve hepsi de kendi dilinde “EY BÜYÜK HALK!” dese… Bu söz her ülkede başka bir mânâ taşıyacaktır. Söz aynıdır, anlam aynıdır. Fakat, sadece sözün söylendiği ortamın değişmesi bile sözün anlamını taban tabana değiştirmektedir.
İşte, tıpkı bunun gibi, Kur’an’daki sözlerin de mutlaka bir İSNADA ihtiyacı vardır. Eğer isnad olmaz ise söz havada kalacak, muhatabında kesinlikle herhangi bir etki oluşturmayacaktır.
Meselâ; şu âyeti ele alalım:
Haşr 59/16
كَمَثَلِ الشَّيْطَانِ اِذْ قَالَ لِلْاِنْسَانِ اكْفُرْۚ فَلَمَّا كَفَرَ قَالَ اِنّ۪ي بَر۪ٓيءٌ مِنْكَ اِنّ۪ٓي اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَم۪ينَ
Kemeśeli-şşeytâni iż kâle lil-insâni-kfur felemmâ kefera kâle innî berî-un minke innî eḣâfu(A)llâhe rabbe-l’âlemîn(e)
Süleymaniye Vakfı meâli – Bunlar şeytan gibidirler; şeytan insana: “Görmezlikten gel (kâfir ol)” der, o da görmezlikten gelirse, (şeytan) bu kez şöyle demeye başlar: “Benim seninle ilgim olmaz; ben varlıkların Sahibi olan Allah’tan korkarım.”
Bu âyet كَمَثَلِ (Kemeśeli) edatıyla başlamakta ve anlamamız için tıpkısının aynısı olacak bir benzetme yapılmaktadır.
Bu benzetme; bizim birilerini daha iyi tanımamız ve onların durumunu daha iyi anlamamız için yapılmaktadır.
Şimdi benzetmeye bakalım: “…şeytan insana: “Görmezlikten gel (kâfir ol)” der, o da görmezlikten gelirse, (şeytan) bu kez şöyle demeye başlar: “Benim seninle ilgim olmaz; ben varlıkların Sahibi olan Allah’tan korkarım.”
Âyette geçen; EL İNSAN (لِلْاِنْسَانِ) kelimesi tekil bir kelimedir ve başındaki EL takısından dolayı TÜR ismidir. Yani bu kelime “insan” tanımı içine giren tüm fertleri kapsar.
SORU; herhangi bir insan şeytanın kendisine gelip “Kâfir ol!” veya “Görmezden gel!” dediğini duydu mu? Böyle birini biliyor mu? Böyle bir şeyi kendisi için kabul eder mi?
Yani âyette bahsedilen olayı yaşamış birini biliyor musunuz?
Dikkat! EL İNSAN kelimesi tür ismi olduğu için bunu insan türünün tamamının yaşamış olması gerekmektedir.
İşte, bu sözün İSNADI olmadığı için, âyette söylenen bu sözü kimse üstlenmemekte, hatta kime dendiğini bile merak etmektedir. Dolayısıyla, âyet sanki boşluğa söz söylemiş, olmaktadır.
Sözün İSNADI, bizzat sözün kendisi üzerinden olmak zorundadır. Eğer söz söyleyen bir sözü İSNADI olmadan söylüyorsa ve bu söz muhatabında bir etki yapmıyorsa, buradaki KUSUR sözü dinleyende değil, sözü söyleyendedir.
Meselâ; ben şu an bu grupta yazı yazıyorum. Bu grupta olduğumu unutarak veya umursamayarak veya herhangi bir muhatap aramadan şöyle desem; “İNSANLAR ŞEYTANIN ESİRİ OLMUŞ!”
Bu sözü kim üstlenecektir?
Tabii ki hiç kimse.
İşte âyette bahsedilen; “ŞEYTAN İNSANA ‘KÜFRET’ DEDİ.” sözünü de kimse üstlenmemektedir.
Bu sözün boşlukta ve muhatapsız kalmasının kusuru kimindir? Yani İNSAN TÜRÜNDEN herhangi bir kimse neden bu sözü üstlenmemektedir? Neden herhangi biri “Bu âyet benden bahsediyor.” dememektedir?
Bir sözün isnadının anlaşılmaması ve sözün boşlukta kalmasının iki kaynağı vardır:
1-YA SÖZÜ SÖYLEYEN İSNADINI YAPMAMIŞ, KİMSEYİ MUHATAP ALMAMIŞ, BOŞLUĞA KONUŞMUŞTUR.
2- YA DA SÖZÜ DİNLEYEN SÖZÜ ANLAMAK İÇİN GEREKLİ OLAN ÇABAYI GÖSTERMEMİŞTİR.
Soruyu tekrar soracak olursak; insan türü içinde kendisine şeytanın gelip ‘küfret’ dediği, küfrettikten sonra da “Ben senden beriyim, Allah’tan korkarım.” dediği birini bilen var mı?
Hemen burada, yorum yapıp “Buradaki şeytan; insan şeytanlarıdır, bunun örneği çoktur.” şeklinde bir söyleme kapılmayalım. Çünkü âyette geçen şeytan, insan şeytanı olsa bile böyle bir örnek göstermek zorundadır.
Hemen belirtelim; zaten küfürde olan birisine gelip “KÂFİR OL!” demek zaten saçma olacaktır. O hâlde ister insan şeytanı ister cin şeytanı olsun, “KÂFİR OL!” denilen kişinin İNANÇLI olması gerekmektedir.
İşte isnadı olmayan bir söz -isterse Yüce Allah tarafından söylenmiş olsun-, ‘havada, boşlukta, muhatapsız’ kalacaktır.
Tefsir geleneği; Kur’an âyetlerinin İSNADINI, arkasına koyduğu rivâyetler üzerinden sağlamaya çalışmıştır. Ama bu çaba Kur’an âyetlerini bir isnada getirmemiş, tam tersi onu insanlıktan koparıp tarihe gömmüştür.
Bugün “Kur’an yeter!” demek ne yazık ki içi boş bir slogan olmaktan öteye geçmemektedir. Çünkü ‘KUR’AN YETER’ söylemi, sözü sadece TEPKİSEL bir sözdür.
Tepkisel olduğu için ‘Kur’an yeter’ söylemini dillerinden düşürmeyenler -ben de dâhilim- ‘yüklenilmesi gereken sorumluluğu omuzlamak’ gibi bir eylemin içine girmemektedirler.
Çünkü, “Kur’an yeter!” demek, en başta Kur’an’daki her bir sözün, her bir kelimenin, her bir kıssanın, her bir anlatının, her bir emrin, tehdidin, vaadin İSNADINI Kur’an’la yapmak demektir.
Elimizde kendisini hiçbir yere REFERE etmeyen, hiçbir şekilde DİPNOT kullanmayan, hiçbir şekilde muhatabını başka birine veya başka bir kitaba YÖNLENDİRMEYEN bir metin vardır.
Eğer herhangi bir insan kalkıp “BU METİN YETER!” diyorsa, o metni YETİRMEK zorundadır.
Bir yandan “Kur’an yeter!” demek, diğer yandan Kur’an’daki sözlerin anlam kazanması için KUR’AN DIŞI İSNADLAR aramak, en hafif tabirle ‘ikiyüzlülük’ olacaktır.
Kur’an dışı isnada başvurmamak demek, YORUMA başvurmak demek değildir.
Şu acı gerçeği itiraf etmek zorundayız; BEĞENMEDİĞİMİZ GELENEK, İSNAD KONUSUNDA “KUR’AN YETER!” DİYENLERDEN DAHA İLKELİDİR.
Çünkü, konuya daha baştan, Kur’an’daki olayların İSNADININ anlatılan tarih olduğunu kabul ederek başlamakta ve bunu da uygulamaktadır.
Fakat “Kur’an yeter!” diyenlerin büyük çoğunluğu -ya tamamen ya da kısmen- sadece ve sadece kendi yorumlarını İSNAD olarak görmektedirler.
————————
Kur’an âyetlerinin isnadının yine Kur’an’dan yapılmaması ne yazık ki bir hastalık gibi…
İnsanları bu hastalığa iten sebep; Kur’an’daki kelimelerin, kıssaların, emir ve vaatlerin isnadının Kur’an’dan yapılması çalışmasının bugüne kadar hiç kimse tarafından yapılmamasıdır. Yani “Kur’an yeter!” deyip Kur’an’ı yetirebilmek hakikaten ‘sırtta dağ taşımak’ gibi bir şeydir.
Katılımcı: İlke olarak; ilk önce tüm Kur’an kavramlarının tespiti ve âyetlerin anlamının boşluksuz kavranması, sonrasında el yazmalarından mealine gidilmesi gerekir, diyebilir miyiz?
R.D.: Sorun bu değil. Bu; sorun tespit edildikten sonra uygulanacak bir yöntem sadece.
Sorun şu; Kur’an okuyan herkes Kur’an’ın karşısına zaten dürüst, ilkeli, ahlâklı, bilgili, aklı doğru çalışan, zeki, aydınlanmış olarak oturuyor. Böyle olduğu için de Kur’an’dan beklenen tek şey; “Sahip olunanı nasıl korurum?” sorusuna cevap vermesini istemek oluyor.
Yani hiç kimsenin ‘olduğu hâl’den, yaşadığı dünyadan, ferdi bulunduğu toplumdan, ailesinden, kişiliğinden, alışkanlıklarından, yaşam biçimlerinden ciddi bir şikâyeti yok. Kur’an bir değişim kitabı olmuyor, sadece bilgi kitabı oluyor. Çünkü Kur’an kelimelerinin İSNADI olarak Kur’an’ın kendisini görmüyor!
Yukarıda verdiğim Haşr sûresindeki âyet bunun en tipik örneklerinden biridir.
Âyet, ŞEYTAN İNSANA (İNSAN TÜRÜNE) “KÂFİR OL!” DER, KÂFİR OLUNCA DA “BEN SENDEN BERİYİM, ALLAHTAN KORKARIM.” Diyor.
Fakat insan türü içinden hiç kimse bu âyeti kendine söylenmiş saymıyor. Çünkü hiç kimse böyle bir olay yaşamadı.
Benim değinmek istediğim tam da bu… Yani âyetteki sözleri neden üzerimize almıyoruz? Âyetin isnadı olmadığı için mi? Yoksa, bizim isnad aramak gibi bir derdimiz olmadığı için mi?
Verilen meâller ve yapılan tefsirler üzerinden gittiğimizde; âyet, insan türünden bahsediyor olmasına rağmen meâlciler öyle bir isnad getiriyor ki hakikaten o isnadı insan türünden herhangi birinin üzerine almasının imkân yok.
Yani meâl ve tefsirlere göre, KUR’AN; İSNADI OLMAYAN SÖZLER YIĞINI GİBİ…