ÖNCE EL-HAK OLANIN HAKKINI GÖZET
İnsan algısının aşırılıkları, saçmalıkları veya yanlışları daha temelden sarsılmış bir anlayışın tezâhürü olarak bize yansır; bu tezâhür de kendisini sadece kadınlar husûsunda değil her hususta gösterir.
Kadınların bu süreçten daha çok etkilendiği, daha çok ezildiği doğrudur ama mesele sadece kadınların durumunun iyileştirilmesi meselesi değildir.
Aslına bakılırsa şahsiyet açısından erkeklere nazaran kadınlar daha öndedirler.
Şu dünya erkeklerinin haline bakar mısınız? Yiğit, şahsiyetli, kişiliği oturmuş, ilkeli adam bulmak neredeyse imkânsız.
Konuyu ‘güç’ bağlamında değerlendirmek büyük bir yanılgıya sebep olur. “Kadınlarda yoğun bir merhamet duygusu olduğu için kadınlar erkeklere zulmetmez.” avuntusu bile kadının erkeğe gücü yetmediği için istese bile zulmedemediği gerçeğini örtemez, aslında sorun tam da budur. Kur’an’ın çerçevesini çizdiği ‘insan’ algısı yok olursa savrulup giden ‘sadece erkek’ veya ‘sadece kadın’ olmaz.
Zulme uğradığını söyleyen modern kadın, zulümden kurtulmak için şu kapitalist dünyanın değer olarak önüne koyduğu şeylerin hangisinden vazgeçebilir acaba? Yine aynı şekilde; kadınların ezildiğini söyleyen erkeklerden hangi biri kapitalist dünyanın değer veya hedef olarak önüne koyduğu şeylerin hangi birinden vazgeçebilir?
Hayat algısı; yârin gözlerine bakıp şiir söylemek, pembe panjurlu evlerde gürbüz ve uslu çocuklar yetiştirmek, ihtiyarlayınca sallanan sandalyede örgü örmek olan bir kadının ezilmemesi mümkün değil.
En büyük hayâli ebeveyn banyolu üç oda, bir salon olan erkeğin de kadının da ezilmemesi, sömürülmemesi mümkün değil.
‘Âhiret’ gibi devâsâ bir hedefi ıskalayanların küçücük problemleri devâsâ problemler haline getirmemeleri mümkün değil.
Yoksa her gün işten eve yorgun argın gelen bir adam evinin kapısından karısının ayağını öperek girse veya sabah uyandığında ilk işi karısının ayağını öpmek olsa ne yazar! Kadın ezilmemiş erkek de ezmemiş mi olur?
Evlerin duvarlarına astığımız veya elimize aldığımız halde basit bir kitaptan öte değer vermediğimiz Kur’an gibi, her saat başı kadınların elleri öpülüp başa konulsa ne yazar!
Çünkü mesele kadınların elini ayağını öpme meselesi değildir. Mesele insana, hayata, dünyaya, varlığa “Allah ile” veya “Allah’sız” bakma meselesidir.
Hiç kimse ve hiçbir sistem -yüzde yüz Kur’an’a dayalı bir sistem bile olsa- ne kadına ne de erkeğe altın tepsi içinde HAK diye bir şey getirip sunmayacaktır ve sunmasına da gerek yoktur. Çünkü o haklar meşrûiyetlerini sunulduğu tepsilerden almazlar. Çünkü o haklar değerini şu ya da bu sitemin insafından almazlar. O hakları veren YÜCE ALLAH’TIR. Onlara sahip olmak için erkeğe veya kadına savaş açmaya gerek yoktur. Kur’an’a uzanıp almak yeterlidir.
ÇOK DEFA GÜNDEME GETİRDİĞİM “Allah kulunu saptırmaz.” âyetleri şunu demektedir:
men yudlillahe (hu değil) felen tecide lehu sebile… KİM ALLAH’I KAYBEDERSE ARTIK ONUN İÇİN HERHANGİ BİR YOL BULAMAYACAKSIN.
İnsan türü, kadının haklarını veya erkeğin yiğitliğini kaybetmedi. ALLAH’INI KAYBETTİ.
ALLAH’ını kaybetmiş insanlığın kadınıyla, erkeğiyle doğru bir istikâmet bulması imkânsızdır.
Ne yaparlarsa yapsınlar boştur… İster kadın her dakika erkeğin elini ayağını öpsün isterse tüm kadınlar dünyanın kraliçesi olsun…Allah’ını kaybedenin iki yakasını bir araya getirmesi mümkün değildir.
Kur’an’ın meselesi ne kadını kurtarmaktır ne de erkeği. Onun meselesi insanlığı kurtarmaktır. Bu noktada her mümin kadının ve her mümin erkeğin CİNSİYET gömleğinin çok üstünde bir bakış açısına sahip olması gerekmektedir.
CİNSİYETLER BİR MÜMİNİN ZİNDANI DEĞİLDİR.
Cinsiyetler Yüce Allah’ın yaratışıdır. Yaprağın değeri neyse, gökte uçan kuşun değeri neyse, denizlerin denizliği neyse, balın tatlı oluşu neyse, domatesin kırmızı oluşu neyse bir mümin için cinsiyet de odur.
Cinsiyet, kişinin kendisinden râzı oluşu değildir. CİNSİYET, İNSANIN ALLAH’TAN RÂZI OLUŞUDUR.
Uzayda bir gezegende, gezegendeki bir kıtada, bir kıtadaki bir ülkede, bir ülkedeki bir şehirde, bir şehirdeki bir mahallede, bir mahalledeki bir evde, o evdeki bir kadın ve bir erkekten kadın ya da erkek olarak yaratılmış olmayı ANCAK VE ANCAK ALLAH’TAN RÂZI OLARAK ANLAYABİLİRİZ.
Bu rızâlığın içinde cinsiyetin rolü yoktur. İnsan olarak var edilmenin rolü vardır.
Kur’an’ı Allah’ın kitabı ve imân edilecek tek din olarak gören her mümin, aklını açarak Kur’an okursa Kur’an’ın onu devasa hedeflere yönelttiğini hemen görür. Hakîkaten Kur’an’ın küçük ölçekli hiçbir hedefi yoktur. Hakîkaten Kur’an’ın bir eve, bir mahalleye, bir şehre veya bir ülkeye sığabilecek küçük hedefleri asla yoktur.
Kur’an şu minicik gezegene SIĞMAYACAK KADAR DEVÂSÂ BİR KİTAPTIR.
O, VARLIĞIN TAMAMININ KİTABIDIR.
Böylesi bir kitabın küçücük, minnacık hedefleri olur mu hiç?
Kadın-erkek meselesini çözmek için Kur’an’ın tek bir âyetindeki tek bir kelime yeterlidir.
Çünkü bu mesele Kur’an için çok basit ve çok kolay bir meseledir.
Ne kadar karmaşık olursa olsun ne kadar kangren olmuş olursa olsun; Kur’an o meseleyi sadece bir tek kelimeyle çözer.
Bu kitaba göre EVRENİ YÖNETEN ALLAH, bunu mu çözemeyecek?
Evet bu meselenin çözümü on saniye sürmeyecek kadar kolay bir meseledir. Üstelik insan türünün bunun için bir bedel ödemesi de gerekmemektedir. Ondan istenen şey SADECE VE SADECE ALLAH’A GÜVENMEKTİR.
ONDAN İSTENEN ŞEY ALLAH’I KAYBETMEMEKTİR.
Hepsi bu kadar.
Bunu yapmayan ve yapmamak için de varını yoğunu harcayan bir insanlığın üyesiyiz. Bu insanlarla birlikte aile, toplum, şehir, ülke, kıta ve dünyayız.
Hak istiyorsak HAK İLE YAŞAMALIYIZ.
HAK SAHİBİ OLMAK İSTİYORSAK EL-HAK OLANIN HAKKINI GÖZETMELİYİZ.
El-hak olanın hakkını gözetmedikten sonra altın tepsiler içinde sunulan haklara sahip olmanın ne anlamı olabilir ki?
Eğer insan türü Yüce Allah’ın hakkını gözettiğinde Yüce Allah’ın ona hangi hakları vererek karşılık vereceğini birazcık bilseydi CENNET DENİLEN ŞEY BURADA OLURDU.
Onlarca yıldır NİSÂ 34. âyet merkeze alınarak kadınıyla erkeğiyle “KADIN DÖVÜLÜR MÜ?” TARTIŞMASI YAPILMIŞ… Âyetteki VADRİBUHENNE kelimesi evrile-çevrile tartışılmış da tartışılmış. Ama ne bir mümin erkek ne de bir mümin kadın 37 kelimelik âyetten neden sadece bir kelimenin ele alındığını hiç sormamış.
Sadece bir kelime üzerinden Kur’an gibi bir kitabın tarihte kaldığını yani ÖLDÜĞÜNÜ söyleme cüretini gösterenlerin söylemleri bile 37 kelimeden daha değerli olmuş.
Vesselâm.