İSNAD, KUR’AN LİSÂNININ İLKESİDİR – “RESÛL, NEBÎ, MUHAMMED” KELİMELERİ
Dünyanın bütün dillerinde bir kelimenin birden fazla kök anlamı vardır. Konuşma sırasında hangi kök anlamın kullanılacağı söz söyleyenin tercihidir. Fakat söz söyleyen eğer anlaşılmak istiyorsa birden fazla kök anlamdan hangisini tercih ettiğinin anlaşılacağı şekilde cümleler kurar.
Meselâ, “BEN SANA ÇOK YÜZ VERDİM.” cümlesini kuran biri eğer ben bu cümlede geçen YÜZ kelimesini rakam-100 olarak kullandım ve rakam olarak birçok 100 verdiğimi ifade ettim derse bundan çıkacak sonuç “Konuşanın ya kötü niyetli olduğu ya anlaşılmak istemediği ya da karşıdakini aptallaştırmak istediği” anlaşılır.
Bir kelimenin birden fazla kök anlama gelmesi, söz söyleyenin bu anlamlardan herhangi bir tanesini rastgele kullanmasına temel olamaz. Hangi kök anlam alınırsa alınsın cümleler kesinlikle sadece İSNAD ile anlaşılırlar. Eğer seçilen kök anlamlar cümledeki isnad ilişkisini bozuyorsa burada tartışılması gereken söz değil sözü söyleyenin kabiliyetsizliği veya umursamazlığı olmalıdır. Çünkü düzgün bir isnad ilişkisi olmayan cümleye cümle denmez. Zaten nahivde cümlenin bir adı da İSNAD’DIR.
Bir kelimenin kök anlamlarından hangisinin kullanıldığı cümledeki isnad ilişkisinden rahatlıkla anlaşılır. Meselâ, bir kelimenin hem geçişli hem de geçişsiz kök anlamı olur. Eğer bu kelime nesnesini harf-i cer’le almışsa yani nesne ile ilişkisi bir edat yardımıyla sağlanmışsa hemen bu kelimenin kök anlamlarından geçişsiz olanının kullanıldığı hükmüne varabiliriz. Yok, nesnesini direkt almışsa geçişli olanın kullanıldığı hükmüne varırız.
Bir kelimenin kök anlamları tek başlarına hiçbir işe yaramazlar. Meselâ, “KİTAP” kelimesini ele alalım. Bir fiilden türemiş olan bu kelimenin anlamını bilmek için o fiilin kök anlamlarına bakılır. YAZMAK, SINIRLAMAK, KURAL KOYMAK, İLKELİ OLMAK, ŞART KOŞMAK vs. gibi kök anlamları olan bu kelimenin cümle içinde hangi kök anlamıyla kullanıldığı o kelimenin cümledeki isnad ilişkisi üzerinden anlaşılır.
Cümle içinde kullanılan bir kelime isterse bin tane kök anlamı olsun o cümlede BİRDEN FAZLA ANLAMA GELEMEZ. Eğer birden fazla anlama geldiği iddia edilirse KONUŞAN ve KONUŞMANIN KENDİSİ ANLAMINI YİTİRMİŞ DEMEKTİR.
“Gramer” dediğimiz şey bir cümleden onlarca değişik anlam çıkarmak için değil tam tersi onlarca anlamı olan kelimelerin anlamlarını TEKE İNDİRMEK için vardır.
Eğer herhangi bir gramer kullanıcısı gramerin imkanlarını kullanarak bir cümleden farklı anlamlar elde ediyorsa bu KESİNLİKLE SÛİSTİMALDİR.
Yani grameri kötü amaçlar için kullanmak demektir.
Çünkü cümleler kişiyi anlam kargaşasına düşürmek için değil tam tersi bir anlamı doğru ve eksiksiz anlatmak için kurulurlar.
Meâl ve tefsir yazarlarını kelimelere farklı anlamlar vererek birbirini tutmayan meâl ve tefsirler yazmaya iten sebep gramer değil, bir türlü vazgeçemedikleri müktesebat baskısıdır.
Meselâ, şöyle bir örnek verelim: KATAA kelimesi “kesmek, koparmak, parçalamak, bir parçayı bağlı bulunduğu bütünden ayırmak” gibi kök anlamlara sahiptir…
Bu kelimeyle KATTA’NA EYDİYEHUNNE şeklinde bir cümle kurduğumuzda eğer cümle sadece bu kadarsa, öncesinde ve sonrasında başka bir söz yoksa, kelimeler başka hiçbir yere isnad edilmemişse verilecek tek anlam “ELLERİNİ KESİP KOPARDILAR” şeklinde olmak zorundadır. Ama bu kelimelerin başka isnadları varsa (ör. Yusuf 31) bu sefer “ELLERİNİ ÇEKTİLER, GÜÇ KULLANMAYI KESTİLER, BASKI UYGULAMAYI BIRAKTILAR” şeklinde anlama da gelmektedir.
İsnad ilişkisi kurulmayan bir cümle veya kelime anlamlı değildir. Meselâ, “Yarın, İstanbul, akşam, babam, araba, kırmızı, başına, gelecek, tek” kelimeleri tek başlarına bir anlam ifade etmezler. İstediğimiz kadar kelimeleri isnad ilişkisi olmadan uzatalım bu hiçbir şey demektir.
Ama aynı kelimeleri “BABAM, YARIN AKŞAM KIRMIZI ARABAYLA TEK BAŞINA İSTANBUL’A GELECEK.” şeklinde isnad ilişkisine tâbi tuttuğumuzda kesinlikle hem kelimeler tek başlarına anlamlıdır hem de kelimelerin oluşturduğu kelime yığınları anlamlıdır. Aynı cümlenin isnadını farklı yaptığınızda bu sefer başka anlama gelecektir. “YARIN İSTANBUL’A KIRMIZI ARABAYLA TEK BAŞINA BABAM GELECEK.” dediğinizde bu sefer başka bir anlam elde etmiş olacaksınız.
İşte bunlar gibi; kelimeler sadece cümle içinde anlam kazanırlar.
İlkeleri olan Lisan Kur’an’daki LİSAN’dır:
Kur’an’daki LİSÂNA gelince; hiçbir lisanda olmayan özelliklere sahip o lisan her adımında ilkeler olan bir lisandır.
Kelimelerin kalıpları, ekleri, harekeleri ve noktaları hatta anlam ile FONETİK bağları bile İLKELER bazındadır ve işin güzel yanı bu ilkeler HİÇ DEĞİŞMEYEN İLKELERDİR.
Kur’an’ın kelimeleri her gelenin farklı anlam tercihleri yapabileceği kelimeler değildir.
Kur’an’ın bir cümleden onlarca anlam türeten bir dili yoktur.
Zaten Kur’an’a baktığınızda cümle içinde kullanılmayan tek bir kelimesi yoktur. Yani tek bir kelimeden oluşan, öncesi ve sonrası olmayan, isnadı bulunmayan tek bir kelime hatta tek bir harf bile yoktur. Tek başına bu bile bize kelimelerin İSNAD ilişkisinin temel alındığını göstermeye yeterlidir.
Bu isnad ilişkisi; SÖYLEYEN, SÖYLENEN, SÖYLENDİĞİ ORTAM, SÖYLENDİĞİ ZAMAN şeklinde ve CÜMLELERDEKİ KELİMELERİN DİZAYNI ŞEKLİNDEDİR.
Yani eğer bir cümle anlaşılacaksa her şeyden önce “KİM, KİME, NE ZAMAN, NEREDE söylüyor?” soruları cevaplanmalı (ki bu soruların cevabı kesinlikle sadece Kur’an’da aranmalıdır) daha sonra ise cümledeki kelimelerin birbirlerine hangi yolla ve ne şekillerde İSNAD edildiğine bakılmalıdır veya tersi de yapılabilir.
Bunlar yapılmadan herhangi bir kelime veya cümleye verilecek anlam İSABET edilse bile doğruya hizmet etmeyecektir.
Çünkü isnad ilişkisi doğru yapılmış, kelimeleri doğru seçilmiş DOSDOĞRU BİR CÜMLENİN DIŞARIDAN BİR KATKIYA İHTİYACI YOKTUR.
Bu cümleler, okuyanın veya dinleyenin nesnesi değil tam tersi ÖZNESİDİRLER.
MESELÂ, kolay bir örnek verelim:
Meryem 19/16
وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ اِذِ انْتَبَذَتْ مِنْ اَهْلِهَا مَكَانًا شَرْقِيًّاۙ
Veżkur fî-lkitâbi meryeme iżi-ntebeżet min ehlihâ mekânen şarkiyyâ(n)
Arapça bilenler bu cümlenin FİİL + FAİL + MEF’ÛLÜ BİH + MEF’ÛLÜ BİH GAYRİ SARİH (veya mef’ûlü fih)’ten oluştuğunu bilirler. Ama cümlede bir TAKDİM-TEHİR olduğunu da bilirler. Yani Türkçe söyleyecek olursak DEVRİK BİR CÜMLE OLDUĞUNU da bilirler.
Cümlenin asıl nesnesi olan مَرْيَمَۢ (meryeme) kelimesi tehir edilmiş, cümlenin dolaylı tümleci olan فِي الْكِتَابِ (fî-lkitâbi) kelimesi ise öne geçirilmiştir.
Türkçe üzerinden anlatacak olursak cümlenin yapısı şu şeklidedir:
FİİL + FAİL + DOLAYLI TÜMLEÇ + NESNE
Yapısı bu şekilde olan cümlenin meâllerdeki karşılığına baktığımızda şunu görüyoruz:
- Ali Bulaç Meali – Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Ali Fikri Yavuz Meali – (Ey Resûlüm) Kur’ân’daki Meryem kıssasını (onlara) oku. Hani o, ibadet için) ailesinden ayrılıp (evinin veya Beytü’l-Makdis’in) doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Bahaeddin Sağlam Meali – Kitapta Meryem’i de an. Hani doğuya doğru ailesinden uzaklaştığı zaman…
- Bayraktar Bayraklı Meali – Kitapta Meryem’i de an! O, ailesinden ayrılmış ve doğu yönünde bir yere çekilmişti.
- Besim Atalay Meali – An kitapta Meryem’i; ailesinden doğuda bir yere çekilmiş idi.
- Cemal Külünkoğlu Meali – (Ey Resul!) Kitapta Meryem (hakkında anlattıklarımızı da) hatırla! Hani o, ailesinden ayrılarak Doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Diyanet İşleri Meali (Eski) – Kitabda Meryem’i de an. O, ailesinden ayrılarak, doğu yönünde bir yere çekilmişti.
- Diyanet İşleri Meali (Yeni) – 16,17. (Ey Muhammed!) Kitap’ta (Kur’an’da) Meryem’i de an. Hani ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmiş ve (kendini onlardan uzak tutmak için) onlarla arasında bir perde germişti. Biz, ona Cebrail’i göndermiştik de ona tam bir insan şeklinde görünmüştü.
- Diyanet Vakfı Meali – (Resûlüm!) Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılarak doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Edip Yüksel Meali – Kitapta Meryem’i de an. Ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Elmalılı Hamdi Yazır Meali – (Ey Muhammed!) Kur’ân’daki Meryem kıssasını da an (insanlara anlat). Hani o, ailesinden ayrılarak (evinin veya mescidin) doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Elmalılı Meali (Orijinal) – Kitabda Meryem’i de an, o vakit ki ailesinden çekildi de şark tarafından bir mekâna…
- Erhan Aktaş Meali – Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılarak, doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Hasan Basri Çantay Meali – Kitabda Meryem (kıssasını) da an. Hani o, ailesinden ayrılıp şark tarafında bir yere çekilmişti.
- Hayrat Neşriyat Meali – (Habîbim, yâ Muhammed!) Kitab’da (bu Kur’ân’da) Meryem’i de yâd et! Hani, âilesinden (ayrılarak evinin hemen yanında) doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- İlyas Yorulmaz Meali – Kitapta Meryemi de an. Bir vakit, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere kendini atmıştı.
- İsmail Hakkı İzmirli – Kur’an’da Meryem kıssasını zikret. Hani o, ailesinden güneşli bir yere çekilmişti.
- Kadri Çelik Meali – Kitap’ta Meryem’i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Mahmut Kısa Meali – Ey Hak yolunun yolcusu! Bu Kitapta, iffet ve ahlâk örneği Meryem’i de gündeme getir; hani o, kendisini Allah’a adamış ve ilim, ibâdet ve tefekkürle meşgul olmak üzere, ailesinden ayrılarak mâbedin doğu tarafında kendisine tahsis edilen bir yere çekilmişti.
- Mehmet Türk Meali – (Ey Muhammed! İnsanlara) Kitap’taki Meryem1 (kıssasın)ı da anlat. Hani o ailesinden ayrılarak (evinin veya mescidin) doğu tarafında bir yere çekilince…*
- Muhammed Esed Meali – VE BU İLAHÎ mesajda 12 Meryem’i de an. Hani, o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti;
- Mustafa Çavdar Meali – Bu kitapta Meryem’i de gündeme taşı! Hani o, ailesinden ayrılarak mabedin doğusunda bir yere çekilmişti.
- Mustafa İslamoğlu Meali – BU KİTAPTA Meryem’i de gündeme taşı! Hani o ailesinden ayrılarak doğu yönünde bir yere çekilmişti.
- Ömer Nasuhi Bilmen Meali – Kitapta Meryem’i de yâd et. O vakit ki, ailesinden ayrılarak şark tarafında bir yere çekilmişti.
- Suat Yıldırım Meali – Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir yere çekiliverdi.
- Süleyman Ateş Meali – Kitapta Meryem’i de an. Bir zaman o ailesinden ayrılıp doğu yönünde bir yere çekilmişti.
- Süleymaniye Vakfı Meali – Bu Kitap’ta Meryem’in hikâyesini de anlat. Bir gün ailesinden ayrılmış, doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Şaban Piriş Meali – Kitapta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden ayrılarak doğuda bir yere gitmişti.
- Ümit Şimşek Meali – Kitapta Meryem’i de an. Hani o ailesinden ayrılmış ve doğu tarafında bir yere çekilmişti.
- Yaşar Nuri Öztürk Meali – Kitap’ta Meryem’i de an. Hani o, ailesinden ayrılıp doğu tarafında bir mekâna çekilmişti.
Meâllerin tamamı cümleye “Kitapta Meryem’i de an!” mânâsı vermişlerdir.
Şimdi bu meallerin tamamına ve tefsir geleneğine göre “KİM, KİME, NE ZAMAN, NEREDE söylüyor?” sorularının cevabı şudur:
“CEBRAİL MUHAMMED’E 610-623 yılları arasında MEKKE’de söylüyor.”
Bu; cümlenin bağlam olarak isnadıdır. Cümlenin kelimelerinin birbirine isnadı da hepsinde
FİİL + FAİL + MEF’ÛL + MEF’ÛLÜ FİH şeklindedir.
Oysa ne MERYEM sûresinin tamamında ne bu cümlede ne de başka bir yerde bu sözün MUHAMMED’E 610-623 yılları arasında Mekke’de söylendiğine dâir bir İSNAD ilişkisi bulunmaktadır.
Yani meâl ve tefsir yazarları önce SANAL bir isnad ilişkisi kuruyorlar, daha sonra ise cümledeki isnad yapısını değiştirerek kelimelere isnad belirliyorlar.
Eğer meâllerin kelimelere verdiği anlamları doğru VARSAYARSAK cümleye verilmesi gereken anlamın “KİTAPTA MERYEM’İ AN.” şeklinde değil, “MERYEM’İ KİTAPTA AN.” şeklinde olması gerekmektedir.
Cümlenin kelimelerinin karşılığı olan meâl şu şekildedir: AN + KİTAPTA + MERYEM’İ
“Kitap” kelimesinin orijinal cümlede öne geçmesi demek cümlenin vurgusunun o kelime üzerinde olması gerektiği anlamına gelmektedir.
Şimdi bu meâl ve tefsir yazarları isnadı farklı şekilde yapılmış bir cümleyi GÜYÂ düzelterek daha anlaşılır hâle getirmiştir. Peki bu anlamı kabul edersek cümlenin ortaya çıkardığı anlam nasıl bir manzara çizmektedir?
Sanki Muhammed bir kitap yazmaktadır, o kitabın da bir editörü veya yayıncısı vardır, o yayıncı da yazara “Kitabında Meryem’i de konu edin!” demektedir.
OYSA bu kitapta kimin anılıp anılmayacağına MUHAMMED karar vermemektedir. Çünkü Muhammed kitabın yazarı veya içeriğini belirleyen değil RESÛLDÜR.
Yani kitabın içindeki bir tek kelimenin bırakın anlamını, YERİNİ bile değiştirmeye yetkili değildir.
Mesela, cümle kuruluşuna göre وَاذْكُرْ فِي الْكِتَابِ مَرْيَمَۢ (Veżkur fî-lkitâbi meryeme) cümlesindeki “MERYEM” kelimesi öne alınsaydı “KİTAP” kelimesi de en sona alınsaydı GRAMER açısından daha düzgün bir cümle olurdu. Muhammed kendi kafasına göre “MERYEM” ve “KİTAP” kelimelerinin yerini değiştirmeye bile yetkili değildir.
İşte sanal bağlamlarla cümle içindeki isnadları değiştirilerek kurulan cümle bir anlamı ifade etmekten daha çok, soru işaretlerini çoğaltan bir cümle hâline gelmektedir.
“KİTAPTA MERYEM’İ AN!” Ne demektir? Kitapta kimin anılıp anılmayacağına Muhammed mi karar vermektedir? Kitabı Muhammed mi yazmaktadır? Madem “Meryem’i an!” denilerek emir veriliyor, neden o emri Muhammed yerine getirmiyor da yine “AN!” diye emir veren kişi Meryem’i anlatıyor?
Bu şekilde sanal bağlam ilişkisi kurulan ve cümleleri de farklı bir dizayna tâbi tutulan cümleler bir anlamı değil bin soruyu beraberinde getirmektedir. İşte bu şekilde sanal bir bağlam kurulunca RESÛL olan MUHAMMED birdenbire kitabın yazarı konumuna yükseliyor ve ALLAH-RESÛL ilişkisi hiç târif edilmeyen ve asla da anlaşılması mümkün olmayan bir alana çekiliyor.
“RESÛL, NEBÎ, MUHAMMED” kelimelerinin anlamları:
“RESÛL, NEBÎ, MUHAMMED” gibi kelimeleri Türkçede tek kelime ile ifade edilebilecek bir kelime yoktur (veya ben bilmiyorum). Yani bu kelimelerin anlamlarını parantez içi vermeye kalkışsam parantez içinde küçük bir kitap yazmam gerekecek.
“RESÛL, NEBÎ, MUHAMMED” kelimeleri asla “AKTARICI, İLETİCİ, ÜSTLENİCİ” anlamlarına gelmezler.
RESÛL; görevlendirilen kişi tarafından emniyeti sağlanmış, herhangi bir sansüre uğramaması garanti altına alınmış, sözü götürmesinden dolayı töhmet altına sokulamayacak; içinde uyarı, haber, ikaz, müjde, emir, nehiy, yasak, tavsiye, önerme vs. bulunan bir sözü, o sözü söyleme yetkisinde bulunan meşrû yetkiliden alıp başkasına iletmekle görevlendirilen İSTEKSİZ kişidir.
NEBÎ; çerçevesi belirlenmiş çok değerli bir konu bağlamında seçilme potansiyeli olmasından dolayı değerli hâle getirilmiş, değerli hâle gelmesinde kendi katkısı olmayan, kesinlikle GENETİK özellikler yüzünden konu ile bağı kurulan İSTEKSİZ KİŞİdir.
MUHAMMED; kendisinde bulunan özellikler gündeme getirilerek kendisinden önceki kişilerin hakkında en fazla bilgi verdiği, o özelliklerinin sürekli tekrarlandığı KİŞİdir.
Bu durumda tek bir anlam vermesi için seçilen kelimeler sahte isnad ve bağlam ilişkileri ile ardı arkası kesilmeyen YORUMLARIN konusu hâline geliveriyor.
Bu hâldeki cümlelerin KÖK anlamlarından hangisinin tercih edildiği değil, nasıl bir bağlam ve isnad ilişkisi kurulduğu daha önemli bir konu haline geliveriyor.
İşte bu bağlam ve isnad ilişkisi tespit edilmeden konuyu sadece bir kelimenin KÖK ANLAM TERCİHLERİ bağlamına indirgemek akıntıya karşı kürek çekmek anlamına gelivermektedir.
Cümleye “KİTAPTA MERYEM’İ AN!” anlamı verildikten sonra kelimelere doğru anlam verilmesi zaten asla, kesinlikle, hiçbir şekilde MÜMKÜN DEĞİLDİR!
O söz SUYA YAZILMIŞ BİR SÖZDEN ÖTEYE GEÇMEYECEKTİR ve her gelen mutlaka YORUM yapmak zorunda kalacaktır.
İşte bu noktada konu BİR KELİMEYE BİRDEN FAZLA ANLAM verilme çerçevesinde değil DOĞRU isnad çerçevesinde ele alınmalıdır. Çünkü kelimeler kesinlikle İSNAD ile anlam kazanırlar.
Tekrar edelim ki hiçbir dilde, bir cümle içinde isnad ilişkisi kurulmuş bir kelime ASLA BİRDEN FAZLA ANLAMA GELMEZLER, GELEMEZLER.
EĞER İSNAD İLİŞKİSİ DOĞRU KURULMADIĞINDAN DOLAYI BİR CÜMLE İÇİNDEKİ KELİMELER BİRDEN FAZLA ANLAMA GELİYORSA burada düzeltilmesi gereken şey SÖZ değil SÖZÜ SÖYLEYENDİR.
Buna zaten sözü anlamak değil, SÖZÜ TAHRİF ETMEK denir.
Vesselâm.