İbrahim 14/4
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
Vemâ erselnâ min rasûlin illâ bilisâni kavmihi liyubeyyine lehum(s) feyudillu(A)llâhu men yeşâu veyehdî men yeşâ(u)(c) vehuve-l’azîzu-lhakîm(u)
Ramazan Demir meâli – Onlara beyânı ulaştırması için, resûllerden herhangi birini kendi kavminin lisânından başkası ile göndermedik. Bundan sonrasında dileyen Allah’ı yok sayar, dileyen kılavuz edinir. O el-Aziz’dir (değeri kendinden olan, hiç kimseye ihtiyaç duymayan), el-Hakim’dir (ilkelerle hareket eden).
Meâl ve tefsirlerde “kendi kavmi” anlamı verilen âyetteki قَوْمِه (kavmihi) kelimesi genelde “resûllerin içinde yaşadıkları kavimler” olarak anlaşılmıştır. Bu anlayışa göre Muhammed Arap kavmine, İsa Yunan kavmine, İsa ile Musa arasındaki resûller İbrani kavmine, İbrahim Keldani kavmine, Salih Nebati kavmine, Hud ve Nuh Sümer kavmine mensup sayılmıştır. Resûllerin her birini farklı soylara veya boylara mensup sayan bu anlayışa göre resûllere verilen kitaplar da o kavimlerin diliyle gönderilmiştir. Buna göre Muhammed’e Arapça, İsa’ya Aramca, Yunus’a Ninovaca (Kürtçe), Musa’ya İbranice, İbrahim’e Hervetince, Nuh’a Sümerce kitaplar verildiği sonucuna çıkılmıştır.
‘Kavm’ kelimesine ister “aynı soydan gelen insanların oluşturduğu topluluk” anlamı verilsin ister “bir amaç uğruna biri diğerine yaslanarak bir araya gelmiş topluluk” anlamı verilsin, resûller tek bir soya mensup beşerlerdir ve biri diğerinin devamıdır. Hepsi de hedef birliği içindedir.
Resûllerin ilk atası Adem’dir (Meryem 19/58).
Resûllerin tamamı tek bir zürriyete mensuptur (Âl-i İmrân 3/33-34).
Resûllerin davası da yolu da tek bir tanedir (En’âm 6/75-87).
Resûllerin tamamı birbiriyle akrabadır (En’âm 6/87).
İsmail, İshak (Şuayb), Yakup, Yusuf (İdris), Esbat, Harun, Musa, Davut, Süleyman (Zülkarneyn), Yunus (Lokman), Eyyüb, Zekeriyya (Zilkifl), Yahya, İsa ve Muhammed; bunların hepsi İbrahim’in torunudur.
Hepsinin atası da soyu da sopu da bellidir.
İşte resûllerin kavmi bunlardır.
Resûllerin lisânı bir tanedir ve o da Kur’an’ın lisânıdır. Şu varlık içinde BEYAN olma özelliğini kaybetmeyen tek dil o dildir. Onun haricindeki lisanların tamamı BEYAN olma özelliğini kaybetmiştir. Hangi dile bakılırsa bakılsın hiçbir dil HOMOJEN değildir. İngilizce denilen dil hem günümüzde farklı farklıdır hem de tarihteki İngilizce ile günümüz İngilizcesi birbirlerinden farklıdır. Kavimler dillerini değiştirirler ve değiştirdikleri dili de geçmişteki isimle anabilirler. Meselâ, bugün konuştuğumuz dile de geçmişte konuşulan dillere de Türkçe denmektedir ama o dillerle konuştuğumuz dil arasında isim benzerliğinden başka hiçbir şey birbirine benzemez.
İlkelerle hareket eden Yüce Allah’ın, insan eliyle şekilden şekle sokulmuş ve hâlâ da sokulan, hiçbir zaman homojen bir yapıya sahip olmayan LUGATLARI kullanarak Kitap göndermiş olması mümkün değildir.
Lisanlar Allah’ın âyetleridir (Rûm 30/22); insana beyânı öğretmiştir (Rahman 55/4); ama insanlar Allah’ın âyetleri olan lisanları muhâfaza etmemiş, “eksiksiz, kusursuz, laf kalabalığından uzak ne eksik ne de fazla olan söz” anlamına gelen LİSANLARI “boş söz, hiçbir şeyi tam olarak açıklayamayan laf kalabalığı” anlamına gelen LUGATLARA çevirmişlerdir.
Geçmişte ve günümüzde LİSAN ve BEYAN olma özelliğine sahip ve bu özelliklerini hiç kaybetmeyen tek lisan KUR’AN’IN LİSÂNIDIR.
İşte resûller bu lisan üzerine gönderilmişlerdir. Çünkü bu lisan “beşer” soyunun (kavminin) lisânıdır.
İnsan türü kendi lisânına yaptığı ihâneti Kur’an’ın diline yapamayacaktır. O hep lisan olarak kalacaktır. Elinden gelen tüm çabayı gösterse de Kur’an’ın lisânını müzelik bir lisan hâline getirse de o lisânı bozmak için yeryüzündeki tüm lisanları bozsa da ona dokunamayacaktır. O hep var oldu ve hep var olacaktır. Çünkü o insanın fıtratının dînidir. Kitabı silseler -ki asla silemeyecekler- fıtratı silemezler. Kur’an hep korunmuştur, şimdi korunmaktadır ve her zaman da korunacaktır. Bu koruma metafizik bir koruma değildir. Bu basbayağı fizikî bir korumadır.
AÇIKLAMA: Âyetin meâlinde “Onlara beyânı ulaştırması için” mânâsı verdiğimiz لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ (liyubeyyine lehum) ifadesindeki “لِيُبَيِّنَ” (liyubeyyine) kelimesi TEF’İL bâbından bir kelimedir. Bu bab genelde sülasi fiilleri geçişli yapmak; yapılan işin fâilinde veya mef’ûlünde “çokluk” ifade etmek için kullanılır.
Fakat bu bâbın kelimelere kazandırdığı tek özellik bundan ibâret değildir. Birçok özelliğinin yanında “BİR YERE ULAŞMAK, BİR ŞEYE VARMAK” anlamları da vardır. Meâllerde olduğu gibi ifadeye “ONLARA AÇIKLAMASI İÇİN” şeklinde bir anlam vermek beraberinde “NEYİ?” sorusunu getirmektedir. Oysa âyetin öncesinde LİSAN kelimesi kullanılmaktadır. Lisan ve Beyan kopmaz ikilidir. Beyan ancak ve ancak LİSAN ile yapılır. Bu yüzden resûllerin LİSANLARI insanlara BEYAN denilen şeyin ne olduğunu öğretecek tek lisandır. Onların Kitab’ın dilini konuşmaları BEYAN denilen şeyin insanlığa ulaşması, insanlığın BEYAN denilen şeyi KAYBETMEMESİ İÇİNDİR.
Yazdıklarımızdan “bütün insan toplulukları aynı lisânı konuşuyordu” gibi bir sonuca çıkılmaz.
“BÜTÜN RESÛLLER AYNI DİLİ KONUŞUYORDU.” sonucuna çıkılır.
Daha doğru ifade edecek olursak “RİSÂLET KURUMUNUN DİLİ HEP AYNI OLMUŞTUR.” sonucuna çıkılır. Yani risâlet kurumunun RESMÎ dili Kur’an’daki lisandır.
Kur’an’da, resûllerin muhâtap oldukları insanlar tarafından anlaşılmadıklarına dâir bir anlatım olmadığına göre güzel güzel anlamışlar demektir.
İki şey birbirine karıştırılmasın… RİSÂLET kurumunun resmî dili Kur’an’daki lisandır… Bu ayrı bir şeydir, tüm insanların o dili konuşuyor ya da konuşamıyor olması ayrı bir şeydir.
Aradaki farkı anlamak için şu meâle bakalım:
İbrahim 14/4
وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْۜ فَيُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ي مَنْ يَشَٓاءُۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ
TDV meâli – (Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik. Artık Allah dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola iletir. Çünkü O, güç ve hikmet sahibidir.
Bu meâlde, âyette geçen وَمَٓا اَرْسَلْنَا مِنْ رَسُولٍ اِلَّا بِلِسَانِ قَوْمِه۪ لِيُبَيِّنَ لَهُمْ (Vemâ erselnâ min rasûlin illâ bilisâni kavmihi liyubeyyine lehum) cümlesine “(Allah’ın emirlerini) onlara iyice açıklasın diye her peygamberi yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik.” mânâsı verilmiş.
- Âyette “(Allah’ın emirleri)” cümlesini karşılayacak bir cümle yoktur. Diyelim ki böyle bir cümle takdir kullanılarak âyete konuldu. O zaman ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır. Eğer Allah’ın emirlerini açıklamak için o resûlün, içinde bulunduğu kavmin dilini konuşması gerekiyorsa resûllerin kavimleri dışındaki lisanları konuşanlar ne yapacak?
- Âyette “(Allah’ın emirleri)” diye bir cümle yoktur ve لِيُبَيِّنَ لَهُمْ (liyubeyyine lehum) ifadesindeki لِيُبَيِّنَ (liyubeyyine) kelimesi TEF’İL bâbında olmasına rağmen mef’ûlünü harf-i cer yardımıyla aldığı için kelimeye GEÇİŞLİ değil, GEÇİŞSİZ mânâ verilmelidir.
- Âyette “HER PEYGAMBER” anlamı verilebilecek bir cümle yoktur.
- Âyetteki مِنْ رَسُولٍ (min rasûlin) ifadesi “HERHANGİ BİR RESÛL” demektir.
- “HER RESÛLÜ KENDİ KAVMİNİN LİSÂNIYLA GÖNDERDİK…” denmesi durumunda EĞER resûllerin kavimleri farklı farklı olsaydı ve bundan dolayı da farklı lisanlar konuşuyor olsalardı BU TAM BİR ÇELİŞKİ olurdu. Çünkü Kur’an resûllerin tek bir SOYA mensup olduğunu birçok yerde ifade etmektedir.
- Eğer “resûller farklı kavimlere mensup oldukları için farklı lisanlarla kitap aldılar” denirse O LİSANLARIN BEYAN OLMA ÖZELLİĞİNDE OLMASI ZORUNLU HÂLE GELİRDİ.
Lisanların Lisan olarak kalmasının bir tek yolu var. O da lisanlar ilk vâzedildiğinde (yani ilk öğretildiğinde) hiç değişmeyecek, her zaman kendisine başvurulacak örnek bir metin olması durumudur. Yüce Allah öğrettiği her lisan için ayrı ayrı örnek metin belirlememiştir ama tüm lisanların kendisini ona göre muhâfaza edeceği el-KİTAP göndermiştir.
Yüce Allah Kur’an’ın birçok yerinde Kur’an’ı ‘kitap’ olarak tanımlamıştır. Yine Kur’an’ın birçok yerinde ‘HÂDÎ’ yani kılavuz olarak da tanımlamıştır. İşte bu durum Kur’an’ı KILAVUZ METİN yapmaktadır.
Kur’an’ın kılavuzluğu sadece ahlâkî konularda değildir zaten Kur’an’ın hiçbir yerinde “Kur’an şu konuda kılavuzdur, şu konuda kılavuz değildir.” şeklinde bir tanıtım yoktur.
O her konuda kılavuzluk yapmaktadır. Bunun içine FİLOLOJİ de dâhildir.
Lisanların kökenleri, ilk yapıları, zaman içinde geçirdikleri değişimler, gramer kurallarındaki farklılıklar, farklı lehçeler, kelimelerin etimolojisi, anlam ile kelimeler arasındaki FONETİK ilişki ve daha birçok konu FİLOLOJİ’nin konusudur.
Diller insanların dünyasıdır. İnsanlar dillerinin yapısına göre şekillenirler. Dilleri dört başı mâmur ilkelere sahip olanların dünyası da ilkeli olur. Dillerinde istisnâları fazla olanların hayatlarındaki ilkeler de hep istisnâlarla bozulur.
İnsanlar dillerle düşünür, dillerle öğrenir. Diller olmasa insan ne öğrenebilir ne düşünebilir ne de içindeki anlamı başkasına aktarabilir.
Dünyadaki tüm ülkelerde DİL KURUMLARI vardır. Bu dil kurumları konuşulan dili DÜZGÜN tutmak için değil tam tersi bozulan dili RESMÎLEŞTİRMEK için çalışırlar.
Ülkelerdeki siyâsî otoriteler ve dil kurumları her zaman için HAKÎKAT ile çelişirler.
Çünkü siyâsî otoritelerin hepsi de yasalara göre hareket ederler ve bu yasalar kesinlikle GÜNLÜK konuşma dilinden farklıdır. Halk o yasaları okuyarak anlayamaz.
Yasalardaki dil her zaman için hem ağırdır hem de günlük konuşulan dilden farklıdır. Meselâ, bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarını okuyan sıradan insanlar TÜRKÇE bilseler bile asla o yasaların ne dediğini tam olarak anlayamazlar ve dâima bir ŞERH EDİCİYE muhtaçtırlar.
İşte dil kurumları bu görevi üstlenirler.
Yani anlaması oldukça zor olan devlet dilini belirlenen dile MEÂL ederler.
Bu yüzden hiçbir zaman LİSAN özünü koruyamaz. Çünkü hem o yasalar zaman içinde farklı bir yapıya bürünürler hem de insanlar dâima galipleri taklit ederler.
O dillerin bozulmadan kalabilmesi için insanların hayatını düzenleyen ve AKTÜEL değerini hiçbir zaman yitirmeyen ve her şeye örnek olabilecek DEĞİŞMEZ BİR METİN OLMASI ŞARTTIR.
Böyle bir metin sadece ve sadece Yüce Allah’ın insanlara önerdiği yaşam biçimini anlatan EL-KİTAP’tır.
Ne metin değişecektir ne de metnin önerdiği yaşam biçimi…
EL-KİTAP bunu yaparken kelimeler kullanmakta, o kelimelerle cümleler kurmaktadır. İşte kurulan o cümleler FİLOLOJİ İÇİN REHBERDİR.
El-Kitab’ın içinde filolojik kullanımların hepsi vardır: Anlatı, emir, münâkaşa, münâzara, hikâye etme, betimleme, söz sanatları kullanma, ironi, mecaz, teşbih, hakîkî anlatım, şart-cevap, iğra, tahzir, nidâ, ağıt, pişmanlık, istiğase vs. hepsi kullanılmaktadır.
Yani bir LİSÂNIN lisan kalabilmesi, BEYAN olabilmesi için gerekli malzemenin tamamı Kur’an’da mevcuttur. Bunun yanında yeni durumlara yeni kelimeler türetmek, anlam ile anlatım arasında yüzde yüz bağ kurabilmek, az sözle çok derin mânâlar anlatabilmek, meseleyi laf kalabalığına boğmamak, muhâtabın aklına hürmet ederek onu aptallaştırmamak hatta tam tersine onun akıl kapasitesini yükseltmek, durumun muktezâsına uygun söz söylemek, cümleleri ona göre düzenlemek ve sonu gelmez daha birçok zenginlik EL DEĞMEMİŞ bir hazine gibi dipdiri, taptaze durmaktadır.
“BİR LİSAN, LİSAN ÖZELLİĞİNİ KAYBETMEDEN ZAMANA KARŞI NASIL DAYANIR?” SORUSUNUN CEVABIDIR KUR’AN’DAKİ LİSAN.
Günümüzde yeryüzündeki tüm dilleri konuşanlar her zaman için dillerinin bozulduğundan, köksüzleştiğinden, LİRİZMİNİ kaybettiğinden, söz söylerken dilin güçlü etkisini yitirdiğinden, kelimelerin mânâsızlaştığından, cümlelerin ruhsuzlaştığından şikâyet etmektedirler. Konuştuğu dile birazcık merâkı olan, anlam ile söz arasındaki bağı birazcık önemseyen her insan bu şikâyeti yapmaktadır.
İşte, bunun sebebi insanların Yüce Allah’ın öğrettiği LİSANLARI bozarak lugat hâline getirmiş olmasıdır.
Tüm lisanların bozulmadan kalma garantisi olan EL-KİTAB’A ilgisiz kalmış olmasındandır.
Hangi konuda olursa olsun Yüce Allah’ın kitabına sırtını dönen insanlığın KARANLIKLARDAN KURTULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR.
El-Kitab’a sırtını dönen insanlık ne ahlâken aydınlığa ulaşacaktır ne de filoloji, fizik, kimya, matematik, tarih, tıp vs. gibi bilim dalları onu aydınlığa çıkaracaktır… ÇÜNKÜ, Allahsız bilim OLMAZ, OLAMAZ!
Bilim denilen safsata ve modern put bilgiyi Yüce Allah’ın âyetleri üzerinden biriktirir. İster yaratılmış isterse gönderilmiş olsun herhangi bir âyete ALLAH YOKMUŞ GİBİ BAKAN HİÇBİR GÖZ GERÇEĞİ GÖREMEZ, HİÇBİR AKIL GERÇEĞE ULAŞAMAZ!
Yüce Allah’ın âyetleri olan LİSANLARA Allah yaratmamış gibi bakan hiçbir göz hakîkati göremez, ADAM GİBİ TEK SÖZ BİLE EDEMEZ!
ÇÜNKÜ GÖKLERİN VE YERİN NÛRU ALLAHTIR. O nurla bakmayan gözler NURSUZ, o nurla anlamayan her akıl RUHSUZDUR.
HERHANGİ BİR DİLİ KULANAN İNSAN ŞUNU BİLMELİDİR Kİ O DİL ALLAH’IN ÂYETİDİR.
Alçaklığı ve ihâneti karakter hâline getirmiş insan türü hem Allah’ın yarattıklarını kullanmakta hem de O’nu yok saymaktadır.
İçinde bulunduğu pislik çukurunu İLERLEME saymaya devam etmektedir.
İnsan türünün MUTSUZ olduğunu görmek için dünyaya sadece gören gözlerle bakmak yeterlidir.
Hayat sırtımızda bir kambura dönüşmüştür…
…Ki o kambur günden güne büyümektedir.
Kendi hayatını koca bir kambura dönüştüren insan, altında ezildiği yükü “ilerleme” diyerek taşımaktadır ama onun bu durumu, ÜZERİNDE YAŞADIĞI GEZEGENE KAMBUR OLMUŞTUR.
EVET, insan türü tüm birikimiyle ŞU GEZEGENE KAMBUR olmuştur.
Kendi hayatını mahvettiği gibi kendi dışındaki varlıkların hayatını da mahvetmektedir. “Fayda, haz, ilerleme” diyerek aşağılık bir vahşiliği meşrû hâle getirmiştir.
Yüce Allah’ın LİSAN olarak teslim ettiği dilleri, anlamı olmayan laf kalabalığı LUGATLER hâline getirmekle sadece dilini değil İÇ DÜNYASINI DA BOŞALTMIŞTIR insan türü.
İnsan türünün içinde yaşamaya değer YÜCE BİR DEĞER KALMAMIŞTIR.
Acı olan şey kendisini bu aşağılık seviyeye düşürmüş olması değildir. Hatta şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki sarısından siyahına, beyazından kahverengisine, batılısından doğulusuna, kuzeylisinden güneylisine insan türünün tamamı insanlığın can çekiştiğini yakından bilmekte, alçaklık çukurunda debelendiğini görmektedir. Fakat bundan daha beteri insan türü kendi seviyesini yükselteceğine yüksekte olanı kendi seviyesine çekmeye çalışmaktadır.
Yüce Kur’an’ın herhangi bir kitap seviyesine indirgenmesi bunun en canlı örneğidir.
İnsan türü sahip olduğu LUGATLARLA Yüce Kur’an’ın lisânını bir tutmaktadır. İnsan türü boş, seviyesiz, anlamsız kendi sözleri ile Yüce Allah’ın sözlerini aynı seviyeye çekmiştir.
LUGAT hâline getirdiği lisânını Kur’an’a bakarak tekrar lisan hâline getireceğine kalkıp Kur’an’ın lisânını LUGAT hâline getirmeye çalışmıştır.
Utanmadan, arlanmadan “YÜCE ALLAH İNSANLARIN DİLİNDE KİTAP İNDİRDİ.” demektedir.
YÜCE ALLAH İNSANLARIN LUGATINDA BİR KİTAP GÖNDERMEDİ… O, KENDİ YARATTIĞI, ÂYET OLARAK TANIMLADIĞI BİR LİSANLA KUR’AN GÖNDERDİ.
Ağzından çıkanı bile duymayan insan türü HÂŞÂ Yüce Allah’ı da kendisi gibi zannetmekte ve hâşâ O’nun da ağzından çıkanı kulağı duymayan biri(!) olduğunu zannetmektedir.
İnsan türünün sadece lisanlara yaptığı bu alçakça muâmele bile insan türünden nefret etmek için yeterli sebeptir.
Yüce Allah’ın Allah olduğu insan türüne gösterdiği bu akıl almaz SABIRDAN bile çok rahatlıkla anlaşılmaktadır.
Kâfir olduğunu haykıran insanların ihâneti anlaşılabilir ama hem mümin olduğunu söyleyen hem de KUR’AN’DAKİ KELİMELERE ZERRE KADAR SADÂKAT GÖSTERMEYENLERİN İHÂNETİ HEM ANLAŞILAMAZ HEM DE AFFEDİLEMEZ.
SADECE, BİNBİR YORUMLA KUR’AN’DAKİ ‘KİTAP’ KELİMESİNİ ‘HİTAP’ HÂLİNE GETİRMENİN ÇİRKİNLİĞİ BİLE İNSANI KUSTURACAK KADAR AŞAĞILIK BİR DAVRANIŞTIR.
Şu meâlleri, tefsirleri, müktesebâtı okuyup da her gün binlerce defa kahrolmamak mümkün değildir. VALLÂHİ TAŞ OLSA ÇATLAR.
Binbir tane yorumla “RİVÂYET OLMAZSA MÜCÂDELE SÛRESİNİ NASIL ANLAYACAKSIN!” diyen aklı görüp de her gün binlerce defa kahrolmamak mümkün değildir.
Kur’an’ın dilini bilsin veya bilmesin eğer bir mümin Kur’an kelimelerine yapışarak aydınlığa çıkmak istiyorsa KUR’AN’IN KELİMELERİNE, CÜMLELERİNE SÂDIK OLMAK ZORUNDADIR.
Eğer bir mümin Kur’an ile AZİZ olmak istiyorsa her şeyden önce KUR’AN’IN AZİZ BİR KİTAP OLDUĞUNA İMÂN ETMEK ZORUNDADIR.
Vallâhi ölüleri diriltsek, yer altındaki ve yer üstündeki tüm zenginlikleri çıkarıp yığın yapsak, kâinâtı bir ucundan diğer ucuna avucumuza alsak, bütün bunların değeri BESMELENİN ‘BE’SİNDEKİ NOKTA KADAR BİLE DEĞERLİ OLMAZ.
Bu kitap bizim gibi boynu bükük, sıradan insanların kitabıdır. Bu kitap bizim saçımızı okşamak, gözyaşlarımızı silmek, çâresizliğimize çâre olmak, ağladığımızda kucağına kapanacağımız bir kucak olmak, yolumuzu şaşırdığımızda elimizden tutmak için gönderildi.
VESSELÂM.
EK NOTLAR:
Dil, her şeyden önce insanın bizzat kendisinin anlaması ve anladığı ile bir düşünme biçimi elde etmesi içindir. Yani dil insanın akıl dünyasının kurucu faktörüdür.
Bir dil ne kadar berrak ve değişmez kurallara sahipse insanın kendi düşünce biçimi de o kadar berrak ve kurallı olur.
Yüce Allah bir yandan lisanları kendi âyetleri olarak tanımlarken diğer yandan beyânı öğrettiğini bildirmektedir. Bu demektir ki Yüce Allah insan türüne “boş söz” anlamına gelen LUGAT’ı değil, beyan olan LİSAN’ı öğretmiştir. “Beyan” ile “Lisan” kelimeleri biri olmadan diğeri olmayacak olan iki kelimedir.
Lisan; temiz, berrak, net, durumun muktezâsına uygun ne fazla ne eksik söz demektir.
Beyan ise; bunu kullanarak bir anlamı eksiksiz bir şekilde ve hiçbir karışıklığa meydan vermeden, açık ve anlaşılır bir şekilde ifade etmek demektir.
En başta, Lisanların Allah’ın âyetleri olması ve Beyanı da Allah’ın öğretmesi demek; Yüce Allah’ın insana bir anlamı anlamak ve anlatmak için GEREKLİ ŞEYLERİ ÖĞRETMİŞ olması anlamına gelmektedir.
Öte yandan Lisanların âyet olması, lisanların yapılarının birbiriyle çelişmemesi ve birbirleriyle uyumsuz ol-ma-ma-sı demektir. Çünkü âyetler çelişmez.
Buradan anlıyoruz ki en başta lisanların hepsi beyan olma özelliğine sahipmiş.
İşte, insana bu özellikleri ile öğretilen Lisanların tamamının ana çatısının AYNI olması anlamına gelmektedir. Tıpkı varlığın içindeki tüm âyetlerde olduğu gibi…
Meselâ örnek olarak şöyle diyebiliriz: Bir dilde kelimelerin müennes-müzekker ayrımının olması LİSÂNIN OLMAZSA OLMAZLARINDANDIR.
Yüce Allah Lisanları âyet olarak tanımladığına göre O’nun öğrettiği her Lisan âyet olmanın olmazsa olmazlarına sahiptir demektir. Yani bir zamanlar tüm lisanların müzekker-müennes ayrımı varmış demektir.
İşte, insanların sonradan ilerleme, gelişme veya daha iyi konuşma adına lisanlarında yaptıkları her ekleme, çıkarma veya değişiklik onu lisan olmaktan çıkartıp LUGAT haline getirmiştir.
Buna şu örnekle açıklık getirmeye çalışayım:
Yüce Allah insan türünü akıllı ve iradeli olarak yaratmıştır. Bu demektir ki insanın iradeli ve akıllı olması ÂYETTİR.
Fakat insanın aklını ve iradesini ne yönde kullanacağı, onu eksiltip çoğaltacağı veya başka bir şekle sokacağı veya irade ve aklını tamamen devre dışı bırakacağı ÂYET değil, akıllı ve iradeli âyet olmanın gereğidir.
LİSANLAR aklı ve iradeyi saf ve temiz halde tutmanın, onları doğru istikamette kullanmanın ENSTRÜMANLARIDIR.
Bu enstrümanları kullanarak iyi bir beste yapmak da mümkündür, gürültü denilecek sesler çıkarmak da mümkündür.
İyi bir beste yapmanın tek kuralı ONA SÂDIK kalmaktır, gürültü çıkarmanın kuralı ise onu yetersiz görmek, gürültüyü de müzik yerine koymaktır
Bu durum sadece Lisan âyetleri için değil Allah’ın yarattığı veya gönderdiği her âyet için geçerlidir.
Genelde Yüce Allah’ın iki türlü âyeti olduğu bilinir. YARATILAN VE GÖNDERİLEN ÂYETLER… Oysa Yüce Allah’ın 3 âyeti vardır: YARATILAN, GÖNDERİLEN VE ÖĞRETİLEN.
Lisanlar “yaratılan” âyetler sınıfında değil “öğretilen” âyetler sınıfındadır.
Çünkü, her insan ses çıkarma kabiliyeti ile doğar. Ama seslerle bir anlamı anlamayı veya anlatmayı sonradan öğrenir.
LİSAN dediğimiz şeyi, dil dediğimiz şeyi biraz düşünürsek SESLERİN BİR ARAYA GELMESİ İLE OLUŞAN SES KÜMELERİNİ (KELİMELER) YİNE SES İLE OLUŞTURULAN İSNAD İLİŞKİSİ İLE BAŞKA SES KÜMELERİYLE GRRUPLAŞTIRMAKTIR (CÜMLE).
Bu ses kümelerinin işaret ettiği anlamların hepsi VUZUHÎDİR. Yani tâyin edilen anlamlardır.
Beyânı Yüce Allah öğrettiğine göre kelimeler (ses kümeleri) ile anlam arasındaki ilişkiyi kuran YÜCE ALLAH’tır sonucu çıkmaktadır.
Her şeyiyle ilkeli olan Yüce Allah kesinlikle bu öğretme işini de ilkeler bazında yapmıştır.
İşte, LİSAN denilen şey bu ilkelerin BİLİNEBİLİR YANSIMASIDIR.
Meselâ şöyle diyelim… Kur’an’da geçen kelimelerin hepsi de yazıdır ve bu yazı işaretlerden oluşmuştur. O işaretler ise bir sesi temsil etmektedir.
Kur’an’da geçen ‘KİTAP’ kelimesini ele alalım… İnsan sonsuz sayıda ses çıkarma ve sonsuz sayıda ses kombinasyonları oluşturma kabiliyetindeyken neden bu sonsuz sayıdaki sesler arasından ك ت ب (k-t-b) işaretleri seçilmiştir?
Neden ‘bitap’ değil, ‘patik’ değil, ‘tapik’ değil, ‘betek’ değil, ‘tebek’ değil veya başka herhangi ses kümeleri değil de İLLÂ da ‘KİTAB’?
Bunun yerine başka ses kümeleri getirmek mümkünken neden bu sesler?
Şöyle bir benzetme yapalım… İnsan türünün çıkaracağı her bir sesi iskambil kâğıdı yapalım ve çıkarabileceği sesleri üst üste yığalım… Bu yığın güneşe kadar ve hatta daha fazla gider… İşte bu kadar büyük yığın içinden KTB seslerini çekip almak ve bunları bu sırayla dizmenin ihtimâli SONSUZDA ÜÇTÜR.
Sesler arasından bu sesleri alıp bu şekilde küme oluşturmak insanın yaptığı bir şey değil YÜCE ALLAH’ın yaptığı bir şeydir. O hâlde sonsuzda üç ihtimal de olsa bunun bilenebilir, öğrenilebilir olması gerekmektedir.
Bu sadece Kur’an’daki lisan için değil yeryüzündeki tüm lisanlar için geçerlidir.
İşte, Yüce Allah her lisan için ayrı ayrı değil her lisan için tek bir NUMUNE METİN göndermiştir.
PEKİ NEDEN SADECE BİR TANE NUMUNE METİN? DAHA FAZLA OLSAYDI OLMAZ MIYDI?
EĞER Lisanların Lisan kalabilmesi için birden fazla numune metin olsaydı, hangisinin numune olacağı belli olmaz ve numune metinler bile bozulurdu.
İnsanlar Kur’an’ın filolojik kılavuzluğunun muhteşemliğini görselerdi Allah şâhittir ki yeryüzünde BOŞ SÖZ KALMAZDI.
Kuranda anlatılan cennet tasvirlerinde beni en çok cezbeden şey “ORADA BOŞ SÖZ (LUGAT) İŞİTMEZLER.” cümlesidir.
Konuştuğu dilin bile farkına varamayanlar kelimeleri, cümleleri, cümlelerin gramer yapısını küçümser ve bunlarsız da anlama ulaşabileceğini zannederler.
Yüce Allah karanlıklardan aydınlığa çıkalım diye ordular, el fenerleri, LED lambalar, karanlıkta görebilen canlılar göndermemiş KELİMELER göndermiştir.
Yüce Allah’ın insanı çıkaracağı karanlık, bizzat insanın kendi karanlığıdır. Aklını Yüce Allah’ın kelimeleri ile aydınlatmayıp o kelimeleri küçümseyenlerin AYDINLIK nedir bilmeleri mümkün değildir!
Vesselâm.