MÜKTESEBÂTIN KUYUYA ATTIĞI TAŞI ÇIKARMAK
(HARAM AYLAR BAĞLAMINDA)
Türkiye’de yaşayan hemen herkes “Bir deli kuyuya taş atmış, kırk akıllı onu çıkaramamış.” deyimini/atasözünü bilir.
Bu sözde geçen “deli” kelimesi “aklını yitirmiş, aklını kullanmayı bilmeyen” anlamındadır yoksa mecnun anlamında değildir. Böylesi sözlerde ALEGORİK bir anlatım olduğu için kelimeler genelde TEVRİYELİ‘dir.
Bu sözü biraz daha genelleştirecek olursak; varlığa olması gereken davranış kalıbını geliştiremeyenlerin bir mesele hakkında söz söylemeleri “delinin kuyuya taş atması” gibidir.
Bu şekilde ortaya konmuş bir düşünceyi o delinin ardından kırk akıllı gelse temizleyemez, doğru anlayışları ortaya koyamaz demektir.
Geleneksel bir şekilde biri diğerini taklit ederek birike birike günümüze kadar gelmiş müktesebat da hemen her konuda kuyulara taş atmış, atılan o taş yüzyıllardır çıkarılamamaktadır.
Delinin kuyuya attığı taşın çıkarılamamasının sebebi şudur: Deli; bir ilkeye, bir kurala göre davranmadığı için onun kuyuya hangi taşı ve hangi sebeple attığı da bilinemediğindendir. Delinin kuyuya taşı neden attığı bir bilinse o taşı çıkarmak çok kolay olacaktır.
İşte tam da aklı olmayan DELİLER gibi davranan müktesebat da bizzat kendi elleriyle kuyular açmış, daha sonra açtığı bu kuyulara hangi kriterlere göre olduğu asla tespit edilemeyen taşlar atmış, onların ardından gelenler de tıpkı onlar gibi tepetaklak kuyulara atlayarak o taşları çıkarmaya çalışmakla yıllarını geçirmişlerdir.
Din kisvesi ile günümüze kadar gelen ve asıl yüzü delilerin kuyulara attığı taşlar olan müktesebat, en çok TARİHSELCİ takınanların işine yaramıştır. Mal bulmuş mağribi gibi müktesebâtın üzerinde MODERN DELİLER olarak tepinen tarihselci anlayış, deliler tarafından kuyuya taş atılmasını değil BİZZAT KUYULARIN KENDİSİNİ MAHKÛM ETMİŞTİR.
Aslına bakılırsa hem geçmişte (ta âdem’e kadar) hem de günümüzde insanlığın en çok müşteri olduğu görüş de tarihselci görüş olmuştur.
Kimisi açıkça ortaya çıkıp “Kur’an’ın artık modası geçmiş bir kitap olduğunu, geldiği zamandaki Arap câhiliye toplumları için işlevsel bir anlamı olsa bile günümüzde bu işlevini yitirdiğini” söylemektedir. Kimisi ise bu düşünceye karşıymış gibi yapmakta ama tüm söylemlerini de tarihselci söyleme göre ayarlamaktadır.
Tarihselci söylem; tezini ispatlamak için bir türlü ayrımını yapamadığı (belki de kasten yapmadığı) Müktesebat ve Kur’an’ı aynı kefeye koyarak giriştiği delil arayışında eline epey KOZ geçirmiş gibi durmaktadır. Tarihselci söylemin delil(!) bulmadaki bu ustalığı onu her çağda en baskın görüş haline getirmiştir.
Günümüzde de hangi söylem sahibi olursa olsun ulemâ kılıklı camianın tamamı aslında tam tamına TARİHSELCİ dünya görüşüne sahiptir.
Hatta en hızlı ve en iddialı KUR’AN’CILAR bile öyledir.
Tarihselci söylemin üzerinde tepindiği büyük DELİLLERDEN(!) bir tanesi de HARAM AYLAR uygulamasıdır.
Haram ayları katman katman delillendiren tarihselci söylem, süslü sözlerle giriş yaptığı haram aylar konusunu özellikle KUR’AN hassasiyeti olanlara yani “Kur’an yeter!” diyenlere karşı silah olarak kullanmaktadır.
O silahların namlusundan kurşun niyetine şu sorular çıkmaktadır:
- “MADEM ‘KUR’AN YETER!’ DİYORSUNUZ; HAYDİ, TARİHE BAŞVURMADAN HARAM AYLARIN HANGİLERİ OLDUĞUNU TESPİT EDİN.”
- “MADEM ‘KUR’AN YETER!’ DİYORSUNUZ; HAYDİ, HARAM AYLARI UYGULAYIN.”
Bu soruları 100 kg.lık C-4 patlayıcı gibi “Kur’an yeter!” diyenlerin kucağına bırakan tarihselci söylem koltuğuna yaslanarak ve bıyık altından da kıs kıs gülerek, gerim gerim gerilerek kendince Kur’an’ın YETMEYEN bir kitap, tarihte kalmış bir kitap, aktüel değerini yitirmiş bir kitap olduğunu ispatlamış gibi durmaktadır.
Hangi üslûpla sorulursa sorulsun, Haram aylar hakkında “Kur’an yeter!” diyenlerin kucağına bırakılan bu sorular HAKLI sorulardır.
Elhak, Kur’an’da haram ayların adı belirtilmemiştir.
Elhak, Haram aylar tarih boyunca uygulanmamıştır.
Bu sorular haklı sorular olmasına haklıdır ama ortada bir yöntem yanlışlığı vardır.
Her şeyden önce geçmişte ve günümüzde “Kur’an yeter!” diyenler hep olmuştur ama iş uygulamaya gelince KUR’AN’I YETİREN kimse çıkmamış, Kur’an yetenlerin bizzat kendileri bile RİVÂYETLER içinde bir o yana bir bu yana savrulup durmuşlardır.
İkinci olarak özellikle “Kur’an yeter!” diyenler Kur’an’ı anlamak için “Kur’an yeter!” söylemini temele alan bir USÛL geliştirmemiş, geliştirememişlerdir.
Nasıl ki Tarihselci söylem yeni değilse “Kur’an yeter!” söylemi de yeni değildir.
Aslına bakılırsa tarihte ve günümüzde “Kur’an yeter!” diyenlerle Kur’an’ın tarihsel olduğunu söyleyenlerin varlıkları kopmaz göbek bağıyla birbirine bağlıdır.
Üçüncü olarak ne tarihte ne de günümüzde Kur’an’ı Kur’an ile anlamak denilen yöntem hiç ama hiç kullanılmamış, tarihselciler gibi “Kur’an yeter!” diyenler de Kur’an’ın rivâyetler olmadan anlaşılamaz bir kitap olduğu hükmünü PEŞİNEN kabullenmişlerdir.
Usûl açısından yapılan yanlışları bir kenara bırakacak olursak Tarihselci söylemin HARAM AYLAR ile ilgili sorularının haklı sorular olduğunu söylemiştik.
Aslında bu soruları Tarihselci söylem gündeme getirmese bile Kur’an ancak Kur’an ile anlaşılır metodunu benimseyenlerin etik olarak kendi kendilerine sorması gereken sorulardır bunlar.
Haram aylar hususunda müktesebâtın kuyuya attığı ve yüzyıllardır kimsenin çıkaramadığı TAŞ nedir?
Öncelikle “Haram aylar” husûsuna “muayyen aylarda mümin olanların normal zamanlarda yapmasında herhangi bir sakınca olmayan şeylerin yasaklanması” şeklinde bir tarif getirelim.
Hem geçmişte hem de günümüzde Kur’an’ın bahsettiği haram aylardaki yasağın SADECE savaş yasağı olduğunu da belirtmek gerekmektedir.
Kur’an, haram ayları sadece sayı olarak belirtmiş ama bu ayların hangileri olduğunu belirtmemiştir.
Tevbe 9/36
İnne ‘iddete-şşuhûri ‘inda(A)llâhi iśnâ ‘aşera şehran fî kitâbi(A)llâhi yevme ḣaleka-ssemâvâti vel-arda minhâ erbe’atun hurum(un)(c) żâlike-ddînu-lkayyim(u)(c) felâ tazlimû fîhinne enfusekum(c) vekâtilû-lmuşrikîne kâffeten kemâ yukâtilûnekum kâffe(ten)(c) va’lemû enna(A)llâhe me’a-lmuttekîn(e)
İşte bu âyette sayısının 4 olduğunu öğrendiğimiz haram ayların hangi aylar olduğu hep müksebat ve rivâyetler üzerinden belirtilmiştir.
Müktesebat; haram ayların haramlığının savaş yasağı olmasından dolayı olduğunu söylemiş ve tarih boyunca da bu anlayış her kesim tarafından kabul edilmiştir.
Kur’an’ın sayı belirtip haram ayların hangilerinin olduğunu belirtmemesi hakîkaten cevaplanması gereken bir sorudur. Yani KUR’AN NEDEN BU KADAR ÖNEM VERDİĞİ HARAM AYLARIN HANGİLERİ OLDUĞUNU BELİRTMEMİŞTİR?
İşte çok haklı olan bu soruya cevap vermek her şeyden önce Haram aylar husûsuna müktesebâtın biçtiği gömleği değil de Kur’an’ın biçtiği gömleğin hangisi olduğu tespit etmeyi zorunlu hale getirir.
Acaba Haram aylar husûsuna müktesebâtın getirdiği ile Kur’an’ın getirdiği tarif aynı mıdır?
Okuyucuyu merakta bırakmamak için hemen belirtelim ki Kur’an’ın haram aylar tarifi ile müktesebâtın getirdiği haram aylar tarifi iki BENZEMEZ şeydir.
Haram ayların ne olduğunu ve biz müminlerin bu ayda hangi davranış kalıplarına girmemiz gerektiğini anlamak için elbette ki sadece Kur’an’a müracaat edilmesi gerekmektedir. Bunun için şu âyeti başlangıç olarak alalım:
Mâide 5/1
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَوْفُوا بِالْعُقُودِۜ اُحِلَّتْ لَكُمْ بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ اِلَّا مَا يُتْلٰى عَلَيْكُمْ غَيْرَ مُحِلِّي الصَّيْدِ وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ مَا يُر۪يدُ
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû evfû bil’ukûd(i)(c) uhillet lekum behîmetu-l-en’âmi illâ mâ yutlâ ‘aleykum ġayra muhillî-ssaydi veentum hurum(un)(c) inna(A)llâhe yahkumu mâ yurîd(u)
Meal yazarları bu âyete şu mânâyı vermişlerdir:
Diyanet Vakfı Meâli – Ey iman edenler! Akitleri(n gereğini) yerine getiriniz. İhramlı iken avlanmayı helal saymamak üzere (aşağıda) size okunacaklar dışında kalan hayvanlar, sizin için helâl kılındı. Allah dilediğine hükmeder.
Edip Yüksel Meâli – İnananlar, anlaşmalarınızı uygulayın. Size okunacak olanların dışındaki hayvanlar size helal kılındı. Yalnız ihramda iken avlanmayı helal saymamak koşuluyla… ALLAH dilediği hükmü verir.
Erhan Aktaş Meâli – Ey iman edenler! Sözlerinizi yerine getirin. Haram kılındığı bildirilenler hariç, avlanma yasağına uymak şartıyla en’am¹ size helal kılındı. Kuşkusuz, Allah, dilediği hükmü verir.
Mehmet Okuyan Meâli – Ey iman edenler! Sözleşmeleri(n gereğini) yerine getirin! İhramlıyken avlanmayı helal saymamak üzere, size [tilavet] edilecekler (okunup aktarılacaklar) dışında kalan hayvanlar sizin için helal kılındı. Şüphesiz ki Allah dilediği şekilde hükmeder.
Mustafa İslamoğlu Meâli – SİZ ey iman edenler! Sözleşmelere sadakat gösterin![884] Size belirtilenler dışında, sığır cinsi hayvanlar size helal kılındı; ne ki ihramlıyken avlanmanız helal değildir. Şüphesiz Allah razı olduğu şeyleri emreder.
Buraya almadığımız meâl yazarlarının hemen hepsi de yukarıya aldığımız bu meâllerin tıpatıp aynısını vermişlerdir.
Bu ve diğer meâl yazarlarının tamamı âyette geçen وَاَنْتُمْ حُرُمٌۜ (ENTÜM HURUMUN) ifadesini hal cümlesi olarak almış ve şu mânâyı vermişlerdir: “SİZ İHRAMLIYKEN”
Ayette geçen ‘HURUM’ ifadesine “ihramlı” mânâsı verilmesi, bu ayetin bağlamının HAC ile alakalı olduğu anlamını da beraberinde getirmiştir.
Dolayısıyla bu ayetteki hükümler her mümin için değil, hac için yola çıkmış müminlere has olmaktadır.
İşin çağdaş, günümüz gelişmiş !!! insan boyutunu da göz önüne getirirsek aslında bu ayet HÜKMÜ ÇOKTAN KALKMIŞ bir ayet olarak durmaktadır.
Çünkü hacılar artık haca yaya gitmemekte ihramlarını dahi beş yıldızlı uçaklarında giymektedirler. Yani günümüz hacıları bırakın av hayvanını havada uçan bir sinek bile görmeden ihrama girmektedirler
Anlatılan rivâyetleri temel alarak (doğru varsayarak) meseleye yaklaşsak bile ortada birbirini tutmayan, yani tarihsel bağlamda bile hacıların hiçbir işine yaramayan bir ayet gibi durmaktadır.
Çünkü ihrama girme şartı BELLİ ZAMANDA VE BELLİ YERLERDE getirilmiş bir şarttır.
1440 yıl önce yemenden yola çıkan bir hacı, ihramını evinden çıktığında değil, MİKAT mahallerinde giymek zorundadır. Mikat mahallerine varmadan giyilen İHRAM kişiyi İHRAMLI yapmamaktadır. Giyilse bile yolcunun ihram giymesinin anlamı “benim yolculuğumun amacı hactır, başka bir şey değildir” den öte bir anlam taşımamaktadır.
Yani kişinin ihrama girmek zorunda olmadığı yerlerde ihramını giymesi de çıkarması da hiçbir anlam taşımamaktadır
ÖTE YANDAN, ihrama girmek demek DİKİŞSİZ ELBİSE GİYMEK DEĞİL, SADECE KUTSAL KABUL EDİLEN SINIRLAR İÇİNDE GEÇERLİ OLAN, BAŞKA HİÇBİR YERDE UYGULANMAYAN HARAMLARI KABUL ETMEK, O YASAKLARI BENİMSEMEK ANLAMINDADIR.
Kur’an’ın hiçbir yerinde İHRAM denilen giysinin ne bir tarifi vardır, ne de bu uygulamayı anımsatan bir işareti yoktur
İhram kelimesi İFAL babından EDİNME, BENİMSEME, O HALE GİRME anlamında bir mastardır
ve KESİNLİKLE GİYSİ GİYMEK DEĞİLDİR
Maide suresinin birinci ayetinde geçen HURUM kelimesini bu anlamda alsak bile yine sorun vardır.
ÇÜNKÜ
(İbrahim 14/37)
رَبَّنَٓا اِنّ۪ٓي اَسْكَنْتُ مِنْ ذُرِّيَّت۪ي بِوَادٍ غَيْرِ ذ۪ي زَرْعٍ عِنْدَ بَيْتِكَ الْمُحَرَّمِۙ رَبَّنَا لِيُق۪يمُوا الصَّلٰوةَ فَاجْعَلْ …
Çünkü bu ayette ailesinden bir kısmını beytin yanına yerleştiren İBRAHİM, o beytin bulunduğu vadinin ekmeye elverişli bir arazi olmadığını söylemektedir.
Yani bırakın VAHŞİ HAYVANLARI insanların bile yiyeceği bir şey orada yetişmemektedir
Maide birinci ayette geçen HURUM kelimesine ihramlı mânâsı verilmesi durumunda AV YASAĞININ SADECE KUTSAL TOPRAKLARDA yani beytin bulunduğu mahâlde olması gerekmektedir. O mahâlde ise AV HAYVANI YOKTUR ve hatta hiç olmamıştır.
Bu durumda Mâide sûresi 1. ayette getirilen “İHRAMLI İKEN AV YASAĞI” günümüzde değil, geçmişte de gereksiz bir uygulama olarak durmaktadır. Tek bir tane av hayvanının olmadığı bir yere AV YASAĞI KOYMANIN MANTIĞI YOKTUR.
Yani “MEKKE’DE BALIK TUTMAK YASAKTIR.” demek ne kadar saçma ise İHRAMLI İKEN AV YASAĞI GETİRMEK o kadar saçmadır.
Yukarıya aldığımız meâller ve onların dışında kalanlar âyette geçen bir kelimeyi meâllerine hiç yansıtmamışlardır:
بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ (behimetül en’am)
Bu tamlamada MUZAF olarak geçen ‘BEHİME’ kelimesi ne meâllerde ne de tefsirlerde kendisine karşılık bulamayan bir kelimedir.
Sülâsi kökünde “YERLEŞMEK, YERLEŞİP KALMAK, İKÂMET ETMEK, BİR YERE YERLEŞİP ORADA KALMAK” anlamında olan bu kelime ‘ENAM’ kelimesine muzaf (tamlanan) olmuştur.
Bu isim tamlamasına anlam verilecekse bu anlamın بَه۪يمَةُ الْاَنْعَامِ (behimetül en’am) “DÖRT AYAKLI HAYVANLARIN YERLEŞİP KALMIŞ OLANLARI” şeklinde olması zorunludur.
Bu noktaya kadar söylediklerimizi özetleyecek olursak;
- ÂYETTE GEÇEN ‘HURUM’ KELİMESİ “İHRAMLI” ANLAMINA GELMEMEKTEDİR.
- ‘HURUM’ KELİMESİNE “İHRAML”I MÂNÂSI VERİLMESİ DURUMUNDA AV YASAĞININ SADECE MÎKÂT MAHÂLLİ İÇERİSİNDE KALAN KISIMDA GEÇERLİ OLMASI GEREKMEKTEDİR.
- MÎKÂT MAHÂLLERİNE VARMADAN GİYİLEN İHRAMLAR KİŞİYİ SADECE KUTSAL TOPRAKLARDA GEÇERLİ OLAN BİR YASAĞA UYMAYA MECBUR TUTMAZ, nihayetinde mîkât mahâlline varmadan ihrâmını çıkarabilir hatta hiç giymeyebilir.
- “İHRÂMA GİRMEK” DEMEK “ELBİSE GİYMEK” DEMEK DEĞİL, “SADECE KUTSAL SINIRLAR İÇERİSİNDE GEÇERLİ OLAN HARAMLARI BENİMSEMEK, KABUL ETMEK, UYMAK, UYGULAMAK” demektir.
Peki ayette geçen ‘HURUM’ kelimesi “İHRAMLI” demek değilse NEDİR?
‘Hurum’ kelimesi, sıfat-ı müşebbehe kalıbından gelme çoğul bir kelimedir. Yani TÜREMİŞ bir kelimedir. Bu kelimenin tekili FU’LUN veznidir.
“YASAKLI OLMAK” anlamına gelmektedir.
En başta bu kelimenin “İHRAMLI” anlamına gelmesi durumunda âyetin sadece HACCA gidenleri muhatap aldığı gibi bir sonucun çıkacağını söylemiştik.
Sadece hacca gidenlerin muhatap alınması durumunda ise tek bir av hayvanının olmadığı bir yere av yasağı getirmenin çok tutarsız olduğunu da belirtmiştik.
MÜMİNLER SADECE HAC ZAMANINDA ‘HURUM’ DEĞİLLERDİR, HARAM AYLARDA DA ‘HURUM’ (YASAKLI) haldedirler.
Buna göre şöyle bir sonuç çıkmaktadır: DÜNYANIN NERESİNDE OLURSA OLSUN HER MÜMİN YILIN BELLİ ZAMANLARINDA AVLANMA YASAĞINA TÂBİDİR.
Kara veya deniz avcılığı günümüzde bile oldukça yoğun bir şekilde kullanılmaktadır ve hatta devâsâ bir sanayisi vardır.
Haram aylar sadece SAVAŞMAMA yasaklarının getirildiği aylar değil, aynı zamanda DOĞAYI RAHAT BIRAKMA ZAMANLARIDIR.
DÜNYANIN HER TARAFINDA KARA VE DENİZ AVCILIĞI MEVSİMLERE BAĞLANMIŞTIR.
Günümüz insanları AV YASAKLARININ NE KADAR FAYDALI BİR ŞEY OLDUĞUNU YENİ KEŞFETMİŞTİR AMA KUR’AN BUNU BİNLERCE YIL ÖNCESİNDEN KURAL OLARAK KOYMUŞTUR.
Tarihselcilerin “TARİHSEL” diyerek üzerinde tepindikleri haram aylar, modası geçmiş bir uygulama değil her dönemde her mekânda uygulanması gereken EVRENSEL bir uygulamadır.
Bu aylarda savaşmamak YASAKLARDAN SADECE BİR TANESİDİR. Kaldı ki Kur’an’daki bağlamlarına baktığımızda bu yasakların insanlardan ziyade DOĞA İLE SAVAŞMAMA temeline oturduğu rahatlıkla görülecektir.
PEKİ, KUR’AN NEDEN BU AYLARIN ADINI VERMEMİŞTİR?
İyi ki de vermemiştir. Çünkü eğer verseydi çok dengesiz bir uygulama ortaya çıkardı.
Av hayvanlarının üremesi dünyanın her yerinde farklı farklıdır.
Üstelik bir tarafında KIŞ, diğer tarafında YAZ yaşanan bir dünyada yaşıyoruz.
AV yasaklarının insanlar tarafından BELİRLENMİŞ aylara göre değil, DOĞADAKİ HAYVANLARIN ÜREMESİNE VE HATTA GÖÇ ZAMANLARINA GÖRE OLMASI GEREKMEKTEDİR.
Âyette geçen ‘BEHİME’ kelimesini çok rahat bir şekilde “GÖÇ ETMEYEN HAYVANLAR, EVCİL HAYVANLAR, İNSANA ALIŞIP YERLEŞİP KALAN HAYVANLAR” mânâsı verilebilir.
Haram aylarda işte bu hayvanlar helâldir.
“EŞYADA ASIL OLAN MÜBÂHLIKTIR.” gibi çok sakat bir anlayışın temel alınması, sahibi ALLAH olan vahşi hayvanların sorgusuz sualsiz avlanıp tüketilebileceği sonucunu beraberinde getirmiş ve en nihayetinde bambaşka bir bağlamda söylenen ‘HURUM’ kelimesinin sadece İHRÂMA has bir özellik olarak görülmesine neden olmuştur.
Eşyada asıl olan mübâhlık değil ‘HURUM’LUKTUR.
Bu yüzden etrafımızdaki hayvanlardan faydalanmak her şeyin sahibi olan Yüce Allah’ın İZNİNE TÂBİDİR.
Vahşi hayvanların da sahibi olan Yüce Allah, biz müminlere, onlardan faydalanmaya 4 ay ara vermemizi emretmektedir.
“İstediği yerde, istediği zamanda, istediği hayvanı vurup avlayabileceğini düşünen bir MÜMİN VARSA bir kere daha düşünsün” derim.
Vesselâm.
![]() ![]() |
![]() |
Bu resimlere göre MUTLAKA İHRAMLI OLUNMASI GEREKEN YER, KÂBE VE ÇEVRESİNİ GÖSTEREN BİRİNCİ BÖLGEDİR.
Ayette geçen ‘HURUM’ kelimesine “İHRAMLI” mânâsı verilmesi durumunda yasaklı olan bölge sadece o bölge olmaktadır.
Şimdi buna göre şu âyete verilen meâle bakalım:
Mâide 5/96
اُحِلَّ لَكُمْ صَيْدُ الْبَحْرِ وَطَعَامُهُ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِلسَّيَّارَةِۚ وَحُرِّمَ عَلَيْكُمْ صَيْدُ الْبَرِّ مَا دُمْتُمْ حُرُمًاۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ٓي اِلَيْهِ تُحْشَرُونَ
Uhille lekum saydu-lbahri veta’âmuhu metâ’en lekum velisseyyâra(ti)(s) vehurrime ‘aleykum saydu-lberri mâ dumtum hurumâ(en)(k) vettekû(A)llâhe-lleżî ileyhi tuhşerûn(e)
Hem size hem de yolculara fayda olmak üzere (faydalanmanız için) deniz avı yapmak ve onu yemek size helâl kılındı. İhramlı olduğunuz müddetçe kara avı size haram kılındı. Huzuruna toplanacağınız Allah’tan korkun.
İHRAMLI OLDUĞUNUZ MÜDDETÇE DENİZ AVI HELÂL, KARA AVI HARAM.
İyi de ihramlı olunması gereken bölgede deniz yok ki.
Kaldı ki hac yolculuğu ihramlı yapılmaz. İhram giyilse bile kişi MÎKÂT MAHÂLLİNE VARMADAN İHRAMLI SAYILMAZ.
Harem bölgesinde deniz yok, deniz avı serbest. Avlanacak tek bir tane av hayvanı yok ama avlanmak yasak.
‘HURUM’; “İHRÂMA GİRMEK” DEĞİLDİR, “İHRÂMA GİRMEK” DE “DİKİŞSİZ ELBİSE GİYMEK” DEĞİLDİR.
“HARAM AYLAR”; KESİNLİKLE “DOĞAYI RAHAT BIRAKIN, KENDİ HÂLİNE BIRAKIN, BIRAKIN Kİ SİZE DAHA ÇOK VERSİN AYLARIDIR.”
“Kutsal belde aslında neresi?” ve “Kutsal belde deniz kenarı bir yerse o zaman İstanbul olmalı” gibi söylemler üzerine:
Sanki kutsal beldede bir karışıklık varmış gibi istanbul’u kutsal kabul eden aklı Allah aşkına dikkate almayın. Bunu diyenleri kendi bataklıklarında boğulmaya terk edin.
“Burada yapılan ritüelleri nasıl değerlendirmemiz gerek?” sorusu üzerine:
“Değerlendirmeye değer bir şey mi var?” demek gerekir. Bir duvara taş atmayı “şeytanı taşlamak” olarak gören ve hatta bunun için birbirlerini ezerek öldüren aklın yaptığı ritüellerde değerlendirmeye değer bir şey olabilir mi?
Bir elbise giymeyi İHRAM sayan, bunu da tören haline getiren bir aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
KÂFİRLERİN, MÜŞRİKLERİN, YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARIN GİRMESİNİ YASAKLAYIP KÂBE’NİN HEMEN YANI BAŞINA HİLTON, SHERATON GİBİ OTELLER DİKİLMESİNE BÖN BÖN BAKAN AKLIN DEĞERLENDİRMEYE DEĞER BİR ŞEYİ Mİ VAR?
Gönülleri, akılları hadım edilmiş, beyinleri bomboş bir şekilde bidon bidon su taşıyan aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
Oradan Çin malı seccâde, tespihten başka getirecek bir şey bulamayan aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
İnsanlık can çekişirken, bir taş binanın etrafında dönmekle tüm günahlarından arındığını düşünen bir aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
Allah resûlünün mezarına yüz sürmek için sürüm sürüm sürünen ama Allah resûlünün varlık sebebi olan Kur’an’a razı olmayan aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
Bir taş binaya doğru koşarken “LEBBEYK ALLAHÜMME” diyenlerin hac biter bitmez “LEBBEYK KAPİTALİZM” diyen bir aklın değerlendirmeye değer bir şeyi mi var?
İNSANLIK KONGRESİ OLAN HACCI ANLAMSIZ ŞEKİLLERE KURBAN EDEN AKLIN DEĞERLENDİRMEYE DEĞER BİR ŞEYİ Mİ VAR?
İNSANLIĞA VERECEK BİR ŞEYİ KALMADIĞI İÇİN BİR TAŞI ÖPMEYİ HAYATIN GÂYESİ HÂLİNE GETİREN AKLIN DEĞERLENDİRMEYE DEĞER BİR ŞEYİ Mİ VAR?
İNSANLIK ADINA TEK BİR SAY’I OLMAYAN, PARMAĞINI KIPIRDATSA KENDİNİ CENNETLİK SAYAN AMA İKİ TEPE ARASINDA NİÇİNİ’Nİ HİÇ SORMADAN KAN, TER İÇİNDE KOŞAN BİR AKLIN DEĞERLENDİRMEYE DEĞER BİR ŞEYİ Mİ VAR?
EĞER “MÜMİNİM” DİYEN UYANMAZSA sonu KESİNLİKLE CEHENNEM OLACAK.
“Niyet önemli değil mi?” sorusu üzerine:
NİYET; “AKSİYON İLE SÖZÜN UYUMSUZ OLMASI” DEMEK DEĞİLDİR. YOKSA, SUUD’UN NİYETİ DE İYİ, AMERİKA’NIN NİYETİ İSE EN İYİSİ, O DA DÜNYAYA BARIŞ GETİRMEK.
Bodrum’a gitmeye niyet edip Hakkari bileti alanın niyeti ne değer taşırsa, niyeti ile eylemini aynı gözede birleştirmeyenin niyeti de o değeri taşır.
KIYTIRIK, İKİ ARADA BİR DEREDE, NE OLDUĞU BELLİ OLMAYAN, ŞAHSİYETSİZ, SAMAN ÇÖPÜ GİBİ DURAN KİŞİLİKLERLE DÜNYA BARIŞINA NİYET ETMEK NE DEĞER TAŞIR Kİ!
“Anne-babalarımız hep böyleler, ne yapacaklar, üzülüyoruz” söylemleri üzerine:
Bu gidişat bizi hep beraber ateşe götürecek, “anne-baba” diyorsunuz! Allah aşkına ne annesi ne babası, kendimizi kurtardık da onlar mı dışarıda kaldı?
Onların Rabbi Allah’tır, onlar hakkında ne karar verir bilmiyorum. Onların kandırılmışlığı ne kadar mazeret olur bilmiyorum… Ben farkına varmamışlar hakkında ne diyebilirim ki? AMA “BİZ FARKINDAYIZ!” diyorum.
“Bu farkındalıkla Allah’ın huzurunda ne cevap veririz?” diyorum. “Farkına varmamış anne, babamızın hafifletici nedenleri var da BİZİM YOK!” diyorum.
Sen kendini kurtarırsan inan ki bu anne babana yapabileceğin en büyük iyilik olur.