بسم الله الرحمنِ الرحيم
BİZ, SIRADAN İNSANLAR
Kur’an’a abdestsiz dokunmayı büyük bir saygısızlık olarak gören, anlamadan okusa bile Kur’an’ı eline aldığında mutlaka abdest alan, okumaya başlamadan önce öpüp başına koyan, belden aşağıda tutmayı kerih gören, kanaviçe işlemeli kılıfların içine koyarak yüksekçe bir yere asan, anlamadan da olsa cenazesinde, düğününde okuyan sıradan insanlar daima hor görülmüşlerdir.
Genelde böylesi insanların son dönemde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Mevcut tarih algısına göre Allah resulü Muhammed Kur’an’ı insanlara tebliğ ettiğinde muhataplarının tamamı onu güzel bir şekilde anlamış ve ona inananlar daima anlamını çok iyi bilerek okumuşlardır, oysa hiçbir zaman öyle olmamıştır.
Sıradan insan her zaman sıradan insandır.
Resmi tarihe göre bile Medine hurmalıklarında çalışan insanların Kur’an bilgileri mescitte, sohbetlerde dinledikleri üzerinden olmuştur.
Medine pazarında sebze, meyve satan pazarcıların Kur’an ile alâkası günümüzdeki pazarcıların tıpatıp aynısı olmuştur.
Savaştan savaşa koşan bir askerin Kur’an ile alâkası günümüzdeki askerlerin tıpatıp aynısı olmuştur.
Muhammed’in etrafında her birinin Kur’an bilgisi derya deniz olan binlerce hatta yüzlerce hatta onlarca insan yoktu, olmaz da çünkü bu eşyanın tabiatına aykırıdır.
Sıradan insanlar her ne kadar yaptıkları işlerini kendi geçimlerini sağlamak için yapıyor olsalar da her birinin yaptığı şey bir toplumun devamlılığında çok önemli rollere sahiptir. Daha doğrusu hayat örgüsü böyledir.
Mesela, çöpleri toplayan insanların “Arkadaş, biz de Kur’an âlimi olana kadar Kur’an öğreneceğiz, bıktık bu bilgisizlikten.” diyerek çöp toplamayı; çeşmelerimizden akan suyun gelmesini sağlayan işçilerin şehre su getirmeyi; soğan yetiştirenin, buğday ekenin, ekmek yapanın, bakkalın, manavın, kasabın, çobanın vs. aynı gerekçelerle yaptıkları işlerini bıraktıklarını bir düşünün.
Buna bir de doktoru, ebeyi, hemşireyi, devlet görevlisini, askeri, vergi memurunu, otobüs, tramvay, metro şoförlerini ekleyin.
O toplumun sürdürülebilirliği kalır mı?
Bu hep böyle olmuştur ve öyle de olacaktır. Çünkü sıradan insan her zaman ve her yerde sıradan insandır.
Devletler, krallıklar, imparatorluklar daima sıradan insanın sırtında yükselmişlerdir.
Yeryüzündeki sistemlerin tamamı sıradan insanın enerjisi ile var olurlar ve varlıklarını onların enerjisi ile devam ettirirler.
Muhammed, arkasında kendisi için ölümü göze alan sıradan insanlar bulmasaydı herhalde tarih çizgisi bambaşka yöne doğru akmış olurdu. Bedir’de Muhammed’in arkasında duranların hepsi derya deniz Kur’an âlimi değildi.
Uhud’da savaşanların büyük çoğunluğu hurma, kabak, patlıcan, acur, patates, soğan yetiştiren çiftçi, pazarcılık yapan pazarcı, ticari seferlere çıkan tüccardı.
Mute Savaşı’nda sırasıyla komutan olan ZEYB B. HARİSE / CAFER B. EBİ TALİB / ABDULLAH B. REVAHA derya deniz Kur’an âlimi değillerdi.
İslam’ın kılıcı olarak görülen HALİD b. VELİD tüm hayatı boyunca savaştan savaşa koşmuş. Gelenek gereği orduya namazları komutanın kıldırması gerekmektedir. Halid, hayatında 2 defa orduya namaz kıldırmış, kıldırdığı namazda İhlas suresini zammı sure olarak okumuş, onu da yanlış okumuştur.
Allah resulünün son ordusuna komutan olan USAME B. ZEYD daha 19 yaşında bir çocuktur ve babası gibi Kur’an bilgisi sıradan insanın bilgisinden kesinlikle daha öte değildir.
Sıradan insan, Allah resulü varken de sıradan insandı, ondan sonra da hep sıradan insan olarak kaldı ve bundan sonra da hep öyle kalacak.
Çünkü EŞYANIN TABİATI BUDUR.
İnsanlığın işlediği suçlarda, dünyanın bu hâle gelmesinde, insanların insanlığı kaybetmesinde EN MASUM OLAN SIRADAN İNSANDIR.
Evet insanlığı ilk kaybeden sıradan insan olmuştur ama o yine de en masum olan odur.
Kur’an’ı en anlamayan odur ama yine de en masum olan odur.
Çünkü o, toplumun sürdürülebilirliği ile meşguldür. Çünkü o, insanları Kur’an ile tanıştıracak, Kur’an öğretecek mekanizmaları kuracak, önlemleri alacak, buna göre bir toplum düzeni kuracak kapasiteye hiç ama hiç ulaşmadı.
Komünizm bu sıradan insana DEVLETİ YÖNETMEYİ VAAT ETTİ ama patates yetiştirmekten başka bir şeye aklı ermeyen Rus köylüsü hiçbir zaman devleti yönetecek kapasiteye erişmedi ve Komünist Parti tam 80 sene sıradan insan adına vekâleten devleti yönetti.
Okulları, müfredâtı, devlet düzenini, kanunları sıradan insan yapmadı ve yapmayı aklından bile geçirmedi.
Sıradan insan, Allah resulünden kalan Kur’an’ın yazısına, kapağına kutsal olarak baktı. Hatta Kur’an sayfalarının kenarındaki süslere bile kutsal olarak baktı.
O ne anlar sarftan, nahivden, noktadan, harekeden…
O “Bu kitabı Allah gönderdi.” dedi ve onu kabullendi, ona inandı, ona sahip çıktı…
Ona, “Bu kitap için vergi vereceksin.” dendi, o verdi.
Ona, “Bu kitap için malını infak edeceksin.” dendi, o etti.
Ona, “Bu kitap için sen ve erkek çocuklarınız savaşa gidin.” dendi, o gitti.
Ona, “Bu kitap, ‘Abdestsiz bana dokunma’ diyor.” dendi, o dokunmadı.
Ona, “Bu kitap cenazede okunur.” dendi, o okudu.
Ona, “Bu kitap, anlamadan da okunur.” dendi, o okudu.
Ona Allah’ın kitabı, resulleri, dini nasıl anlatıldıysa o da o şekilde inandı ve patates yetiştirmeye devam etti.
Ebu Bekir onlara “Bu kitap için arkamdan gelin.” dedi, onlar patateslerini, hurmalarını, kabaklarını, acurlarını bırakıp savaşa gitti.
Ömer, “Irak’ı, İran’ı Allah için fethetmeye gidiyorum, takılın peşime.” dedi, onlar gitti ve birçoğu geri bile gelemedi.
Osman “Ben Allah resulünün damadıyım.” dedi, onlar susup ona razı oldu.
Ali: “Ben onun kuzeniyim, kızının kocasıyım, soyunu devam ettirenim.” dedi, onlar arkasından gitti ve Şia oldu.
Ümeyye oğulları “Biz Allah’ın kaderiyiz.” dedi, onların arkasından gitti.
Kim “Allah” dediyse kim “Kitap” dediyse kim “Resul” dediyse sıradan insan işini gücünü bırakıp arkasından gitti, öldü, öldürdü.
BİLENLER, SIRADAN İNSANA “SEN AHMAKSIN” DİYEREK PARMAK SALLAYANLAR… İşte onlar, devlet başkanı oldu, devlet başkanı olmasa vezir oldu, vezir olmasa bakan, bakan olmasa müsteşar, müsteşar olmasa vali, vali olmasa hâkim, hâkim olmasa komutan, komutan olmasa vergi memuru oldu… Bunların hiçbiri bir tane bile patates üretmedi, bunlardan hiçbiri ekmek pişirmedi, süt sağmadı, koyun yetiştirmedi, demircilik, marangozluk, halıcılık, pazarcılık yapmadı.
Bunların hepsinin gücü, makamı, otoritesi ve hatta masrafları hep sıradan insanın cebinden çıktı.
Tüm sistemler sıradan insanın ürettiği patatese ortak oldu, tüm sistemler sıradan insanın cahilliğinin üzerine bina oldu, tüm sistemler sıradan insanın enerjisi ile beslendi ve hâlâ da beslenmekte.
Kur’an sıradan insanın en son umuduydu, sıradan insana kıymet veren, başını okşayan, bağrına basan, “sen iyisin” deyip sırtını sıvazlayan EN SON UMUT…
Ama yine sıradan insan bahane edilerek biri kalktı, Allah resulünün yapmadığını yaparak o kitabı noktaladı. Yani yine sıradan insana parmak salladı. “Sen, ey ahmak!” dedi, “Sen Kur’an’ı yanlış okursun, ben Kur’an’ı senin yanlış okumalarından korumak için onu noktalıyorum.” dedi.
Ahmet Murat Kaya kardeşimin deyimiyle “O nokta Kur’an’a konmadı, o nokta sıradan insanın hayatına kondu.”
Çünkü artık Kur’an NOKTA KOYUCULARIN TEKELİNE GİRDİ.
Sıradan insan bırakın nokta koymayı kazara bir harekeyi yanlış okusa bin defa af diler. O bırakın Kur’an’ın üzerine nokta koymayı kenar süslerine bile dokunmayı aklından geçirmez.
Sıradan insan ‘ELHAMDU’ mü yoksa ‘ELHAMDİ’ mi okunacağını aklından bile geçirmez.
Onun önüne Asım’ın kıraati konur, ona “Aha Kur’an budur.” denir, o alır o Kur’an’ı, anlamadan da olsa okur, öper başına kor, abdestsiz dokunmaz, cenazesinde, düğününde okur; evden çıkışında sağ ayağını atar Ayetel Kürsi okur, korksa Felak-Nas, kızarsa ‘Kul ya eyyühel kafirun’, korkaklık baskın gelirse “Nice yiğitler vardır ki Allah’a verdiği sözü tuttu, öldü, öldürdü.” ayetlerini okur.
Çünkü onun için Kur’an, kızdığında kendisini sakinleştiren, korktuğunda kendisine cesaret veren, cimrileştiğinde kendisine infakı öğütleyen, günaha doğru gittiğinde “Yapma, ahiret var.” diyen, canının derdine düştüğünde fedakârlığı aşılayan, bencilleştiğinde toplumsal bütünlüğü hatırlatan, aç kaldığında daha açları, doyduğunda açları hatırlatan, mertliğin, erkekliğin, yiğitliğin, insanlığın, merhametin, sevginin, adaletin kaynağı olan bir kitaptır.
O, Kur’an’dan “kıraat farklılıkları” çıkacağını aklının ucundan bile geçirmez.
O, Kur’an’dan biri diğerine düşman “itikâdî, siyasi, fıkhi” mezheplerin çıkacağının hayalini bile kuramaz.
Bu yüzden mezheplerin hepsini (bin tane olsa bile) kabul eder… Çünkü onun kafasında farklılık denen şey birinin ayran, birinin gazoz içmeyi sevmesi gibi bir şeydir.
O, Kur’an’ı dokunulmaz sayar, kimsenin onun tek harfine dokunacağına cesaret edemeyeceğini sanır çünkü kendisi öyledir.
O, her türlü aldatmayı, aldanmayı bilir ama birinin Allah’ın kitabı ile, Allah ile, resul ile insanları kandırmaya cesaret edebileceğini hiç aklından geçirmez.
TIPKI ŞUNU DİYEN CİNLER GİBİ:
(Cin 72/4)
وَاَنَّهُ كَانَ يَقُولُ سَف۪يهُنَا عَلَى اللّٰهِ شَطَطًاۙ
Ve ennehu kâne yekûlu sefîhunâ ‘ala(A)llâhi şetatâ(n)
AH MEĞERSE BİZİM SEFİH (LER) İMİZ ALLAH HAKKINDA YALAN SÖYLÜYORMUŞ.
(Cin 72/5)
وَاَنَّا ظَنَنَّٓا اَنْ لَنْ تَقُولَ الْاِنْسُ وَالْجِنُّ عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۙ
Ve ennâ zanennâ en len tekûle-l-insu velcinnu ‘ala(A)llâhi keżibâ(n)
OYSA BİZ SANIYORDUK Kİ NE CİNLER NE DE İNSLER ALLAH HAKKINDA ASLA YALAN SÖY-LE-MEZ.
(Bir sonraki yazının konusu bu ayetler olacaktır.)
VESSELAM.