بسم الله الرحمنِ الرحيم
NOKTASIZ VE HAREKESİZ METNİ TEMEL ALMAMANIN DOĞURDUĞU TAHRİFATA BİR ÖRNEK ve ‘ABD’ KELİMESİ
(Zümer 39/10)
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ
Kul yâ ‘ibâdi-lleżîne âmenû-ttekû rabbekum lilleżîne ahsenû fî hâżihi-ddunyâ hasene(tun) ve ardu(A)llâhi vâsi’a(tun) innemâ yuveffâ-ssâbirûne ecrahum biġayri hisâb(in)
Asım b. Behdele ve Ali el Kari karma imlasına göre Diyanet tarafından basılan Mushaflarda Zümer suresinin 10. ayeti yukarıdaki gibidir.
Bu kıraate göre ayetin başında bir NİDA harfi vardır.
Buna göre nida cümlesinde يَا nida harfidir, عِبَادِ kendisine nida edilendir, الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا kavrama dönüşmüş bu ifade ise kendisinden önceki ‘İBAD’ kelimesinin sıfatıdır. Sıfatların irab’tan mahalli olmadığı ANA CÜMLE يَا عِبَادِ kısmıdır.
Buna göre bu ifadenin manası “DE Kİ, ‘EY KULLARIM’” olacaktır.
Bu durumda “DE Kİ” denilerek bir resule insanlara “KULLARIM” demesi emredilmiş olmaktadır.
Yani “EY ALLAH’IN KULLARI” değil, “EY BENİM KULLARIM”
Bu noktada Kur’an bir yandan “Allah’tan başkasına kul olmama”yı emrederken, diğer yandan resule, insanlara “BENİM KULLARIM” şeklinde hitap etmeyi emretmiş olmaktadır.
Meal ve tefsir yazarları hiç olmayacak şekilde üçüncü bir yol izlemişlerdir ama bu çapraşık durumdan çıkmanın sadece iki yolu vardır:
- Eğer bu kıraat doğruysa ‘İBADİ’ (“kullarım”) kelimesine yüklenen anlam “kulluk edenler” değildir.
- Ya da kıraat doğru değildir.
Meal yazarlarının birçoğu üçüncü bir yol tercih ederek cümleye cümlede olmayan kelimeler eklemeyi daha uygun bulmuşlardır.
Mesela,
Ali Fikri Yavuz Meali – (Ey Rasûlüm, tarafımdan şöyle) söyle: “- Ey iman eden kullarım!
Ahmet Varol Meali – (Tarafımdan) şöyle söyle: “Ey iman eden kullarım!
Bahaeddin Sağlam Meali – (Benim namıma) de ki: “Ey inanan kullarım!
Cemal Külünkoğlu Meali – (Ey Resul!) De ki: “(Allah şöyle buyuruyor:) Ey inanan kullarım!
Diyanet İşleri Meali (Yeni) – (Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım!
Kur’an Yolu (Diyanet İşleri) – De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey inanan kullarım!
Elmalılı Meali (Orijinal) – Tarafımdan söyle: ey iman eden kullarım:
Mehmet Okuyan Meali – De ki: “(Allah şöyle diyor:) Ey inanan kullarım!
Mustafa İslamoğlu Meali – (Ey Rasul!) De ki: “(Allah şöyle buyurur): Ey iman eden kullarım!
Bu meal yazarları da bu kıraate göre ortaya çıkan anlamın doğru olmayacağını görmüş ama çözümü ayete ayette olmayan kelimeler eklemekte bulmuşlardır. Bunların parantez içi veya parantez olmadan ayete ekledikleri ise şunlardır:
“(Allah şöyle buyuruyor)”
“(Allah şöyle diyor)”
“bizim adımıza deki”
“benim namıma deki”
“tarafımdan”
“ey resulüm tarafımdan de ki”
gibi eklemelerin hiçbir mesnedi yoktur.
Kimi meal yazarları ise daha başka çözüm bulmuşlardır:
Edip Yüksel Meali – De ki, “Ey inanan kullar
Erhan Aktaş Meali – De ki: “Ey inanan kullar!
Bu iki uyanık meal yazarı ‘İBADİ’ kelimesinin mecrur olduğunu görmezden gelerek “BENİM” ifadesini tamamen yok saymayı tercih etmişlerdir.
Bunların hepsi ‘İBAD’ kelimesine “kulluk etmek” manası verdikleri için kıvırarak “buradaki kullar kelimesi kulluk etmek manasında değildir” de diyememektedirler. Oysa noktasız ve harekesiz metinleri temel alsalardı böylesi bir problem bile olmayacak, Yüce Allah’ın ayetlerine kendi kafalarına göre şekil vermeyeceklerdi.
يعباد
Görüldüğü gibi noktasız ve harekesiz metinde nida harfi olan ‘YA’ (يَا) yoktur hatta nida harfi olarak alınan çentik ‘İBAD’ kelimesinden ayrı değil bitişiktir.
Asım b. Behdele kıraatinde bitişik olan bu kelime ayrılmış ve bir tane ‘elif’ eklenerek ‘YA’ harfine dönüştürülmüştür.
Oysa madem bu ayette denmek istenen şey “Ey resul, benim kullarıma de ki” şeklinde bir anlamdır öyleyse hiçbir eklemeye, parçalamaya, farklı hâle sokmaya gerek olmadan bu anlam gayet kolay bir şekilde elde edilirdi.
Bitişik olan kelimeyi ayırıp ‘YA’ haline getirip ‘elif’ ekleyerek ‘YA’ şekline getirileceğine قُلْ بِعِبَادِ yapılsaydı zaten “KULLARIMA DE Kİ” şeklinde bir anlam ortaya çıkardı.
Kelimenin sonundaki ‘MECRUR’luğun hazf edilmiş zamir olduğunun anlaşılmamasına yol açabilirdi ama zaten kelimenin ‘ELLEZİNE AMENU’ şeklinde bir sıfatı vardır. Bu sıfat da ortaya çıkması muhtemel karışıklığı tamamen engellerdi.
Bu durumda,
“İMAN EDEN KULLARIMA DE Kİ” veya “İMAN EDEN KULLARA DE Kİ” şeklinde bir cümle olacaktı. Zaten ulaşılmak istenen buysa o halde ne diye kelime ayrılır, ‘elif’ eklenir ve ortaya ‘YA’ diye bir nida harfi çıkarılır anlamak mümkün değildir.
Daha sonra ise böyle yapmalarına rağmen kendi yaptıklarına bizzat kendileri muhalefet ederek ayete ayette olmayan kelimeler eklemektedirler.
İşte bu durum onların noktasız ve harekesiz metni yok saymalarından, kıraati Kur’an yerine koymalarından kaynaklanmaktadır.
Ekler:
İşin daha beteri çevrilen film bundan sonra başlamaktadır. Çünkü elde bulunan 20 kıraatin yirmisinde de ifade ‘KUL YA’ şeklinde geçiyor. Şimdi biz kendimizi parçalayıp ‘KUL Bİ İBADİ’ okuyuşunun hem el yazmalarındaki heyete hem gramere hem de anlama daha uygun olduğunu ispat etsek bile bu kabul edilmiyor. Çünkü bu kıraatin RİVAYETİ yok…
İnsanlar zannediyorlar ki Kur’an’ı noktalayanlar ve harekeleyenler Kur’an bütünlüğünü veya sarf-nahiv’i temel aldılar da ondan dolayı 20 kıraat ortaya çıktı. Hayır, kesinlikle öyle değil, kıraatler ne grameri temel alır ne de Kur’an bütünlüğünü, onların temel aldığı bir tek şey vardır: RİVAYET.
Eğer herhangi bir kıraat, râviler eliyle kendisini Allah resulüne dayandıran bir zincir buluyorsa isterse Kur’an’a, gramere, insafa, vicdana, akla, mantığa, doğal yasalara ters olsun sonuçta o muteber kıraat sayılmaktadır. Noktasız ve harekesiz metinden bunun tersinin çıkma ihtimali varsa bile asla bu kabul edilmemektedir.
Mesela, ‘MEN YUDLİLİLLAHU’ şeklindeki okuma hem Kur’an’a hem Allah’ın yasalarına hem akla hem vicdana ters bir okuyuştur. Noktasız metinden aynı ibareyi gramere, Kur’an’a, akla, mantığa uygun bir şekilde ‘MEN YUDLİLİLLAHE’ şeklinde çıkarmak da mümkündür. İşte bu olmaz(!) Çünkü bu okuyuşun rivayeti yok(!)
Yani rivayet yoksa eldeki metnin noktalı veya noktasız olmasının da hiçbir önemi yok.
‘Bİ’ ile okunsa “KULLAR+IM” olmuyor, “İMAN EDEN KULLARA DE Kİ”…
Cümle geri kalan kelimelerle birlikte tam olarak şöyle çevrilmeli: “SEN, İMAN EDEN KULLARA ‘RABBİNİZİ KORUNAK EDİNİN’ DE”
Kaldı ki ‘Bİ’ harf-i cer’inin ‘Lİ’ anlamı da vardır…
Kur’an’ın tamamında Yüce Allah sadece İMAN EDENLERİ kendisine kul olarak tanımlamakta ve sadece onlara “kullarım” demektedir yani Kur’an’da nefes alan her akıllı varlığa “ALLAH’IN KULU” denmemektedir.
Yani Allah sadece kendi iradesiyle kendisine kul olanlara “KULLARIM” demektedir; Allah’a kul olmamışlara “kullarım” dememektedir.
Türkçede “kullar” kelimesi zaman zaman “yaratıklar” anlamında kullanılmaktadır. Bunu karıştırmayalım. Türkçede “kullar” kelimesi hayvanlar için bile kullanılmaktadır. Oysa ‘İBAD’ kelimesi sadece ve sadece akıllı varlıklar için kullanılır.
Aslına bakılırsa Türkçedeki “KULLAR” kelimesi asla ‘İBAD’ kelimesinin karşılığı değildir. Türkçede “İnsanları zorla kendisine kul etti.” denilir ama Kur’an’da geçen ‘İBAD’ kelimesinin “ZORLA” şeklinde bir anlamı yoktur.
‘İBAD’ kelimesi “bile isteye, ikna olarak birinin ardından gitmek, emirlerini yerine getirmek” manasındadır.
Ayrıca ‘ABDENA’ derken orada ön plana çıkan ‘NA’ değil, o ismin öznesi olan ‘HUVE’dir.
Bu ifade isim tamlamasıdır. ‘ABDE’ + ‘NA’… Bu tamlamanın ‘ABDE’ kısmı “ayak diretmeden, kendiliğinden, kendi isteğiyle emirleri yerine getiren kişi” anlamındadır; ‘NA’kısmı ise “kimin emirlerini getirdiğini” ifade eden isimdir.
Kişi kimin emirlerini, direktiflerini bile isteye yerine getiriyorsa, kimin hayat nizamına bile isteye uyuyorsa işte onun kuludur.
‘KUL’ kelimesine yüklenilen anlam ile ‘ABD’ kelimesinin anlamı aynı değil. Genelde ‘abd’ kelimesine “ibadet eden” manası, “ibadet eden” ifadesine de “herhangi bir şeyin önünde ritüellerde bulunan” anlamı veriliyor. Bu anlam yanlıştır. Mesela, desek ki “Mustafa Kemal’e kulluk etmeyin.” Bu söz “Onun heykelleri önünde secde ve rükû etmeyin.” şeklinde anlaşılıyor.
Sözlüklerde ‘ABD’ kelimesine karşılık olarak “kulluk etmek” manası verilmiş ama “kulluk” kelimesine de “ritüellerde bulunmak” anlamı verilmiş. Bu yüzden kelimenin anlamı tam olarak yerine oturmuyor. Aslına bakılırsa ‘ABD’ kelimesinin anlamları içinde “RİTÜELLERDE BULUNMAK” gibi bir anlam HİÇ YOKTUR.
Bu kelime, “Ram olmak, bile isteye başkası tarafından kendisine çizilen çerçeve içinde kalmak, birini onun istediği şekilde izlemek, birinin istediği şekilde olmak” gibi anlamlara sahiptir.
Mesela, diyelim ki demokrasiye inanan ve o hayat sistemine göre yaşamak isteyen biri, isterse hayatı boyunca “demokrasi” adına tek bir ritüelde bulunmasın “o, demokrasinin kulu”dur.
Eğer kendisine kul olunan şey ondan hayatını onun istediği gibi düzenlemesini istiyorsa ve bu isteklerinin arasında bir sürü davranış kalıbının yanında ritüellerde bulunmak da varsa o zaman o ritüeller de kulluğa dahil olur ama her halükârda “kulluk” sadece “ritüellerde bulunmak” demek olmayacaktır.
Eğer kendisine ram olunan yani ‘ABD’ olunan kişi kendisine ‘abd’ olanlara, bazı konularda uymaları gereken kişiler olduğunu ve bu kişilere uyma zorunluluğunu kendisinin koyduğunu söylüyorsa bu durumda ‘abd’ olunan kişi o kişiler değil, o kişilere uyulmasını söyleyen kişidir.
Mesela, anneniz size “abinin sözünü dinle” dese ve siz de abinizin sözünü dinleseniz kimin emrine uymuş olursunuz? Bu kavramı emri getirenin değil de “emri asıl verenin ardından gidicisi” olarak düşüneceğiz.
Buna bir de şu açıdan bakalım: Annenizi görmediniz, abiniz size geldi ve dedi ki “Annen sana beni dinlemeni emretti.” Bu durumda ne yaparsınız?
İşi biraz daha karmaşıklaştıralım: Siz de abinize “Tamam, dinleyeyim ama hangi konuda seni dinleyeyim?” diye sordunuz ve abiniz de “Her konuda.” diye bir cevap verdi. Bu durumda ne yaparsınız?
‘ABD’ kelimesine kesinlikle “KUL” anlamı verilemez çünkü her şeyden önce “KUL” kelimesinde “GÖNÜLLÜLÜK” şart değildir.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين