بسم الله الرحمنِ الرحيم

RIZIK ve KANDIRILANLAR

Aslında konu son derece açık ama ne yazık ki kelimelere yüklenen anlamlar ve bu anlamların tasavvurlarda yer etmesi yüzünden çok basit şeyleri anlamak bile zorlaşıyor. Mesela ‘İNFAK’ kelimesi sadece “karşılıksız vermek” olarak anlaşılıyor. Oysa bu bir “kavram”dır ve bu kelimenin kavramlaşma süreci Kur’an’da anlatılmıştır. 

Ayrıca keleminin harf-i cer’li ve harf-i cer’siz kullanımı bu kelimenin üzerinde anlam farklılığına yol açmaktadır. Bunu dedikten sonra “sahip olmayla” alâkalı şu değişmez ölçüyü belirtelim: İNSANA ‘SADECE SA’Y’ının KARŞILIĞI VARDIR.

Bu noktada ayette geçen SA’Y kelimesi sadece manevi işlerle alâkalı değil, her şeyle alâkalıdır. 

Çünkü ayette bu kelime ile ilgili herhangi bir İSTİSNA getirilmemektedir.

“Yatsam da yatmasam da aynı şey bana gelecek.” anlayışı bu ayetle tamamen çelişmektedir. Kaldı ki bir kişinin “Yatsam da yatmasam da bana aynı şey gelecek.” diyebilmesi için Yüce Allah’ın o konudaki tasarrufunun ne olacağını önceden biliyor olması gerekmektedir.

Yüce Allah özellikle MANEVİ konularda kime neyi ne zaman ne şekilde vereceğini, kime ne şekilde karşılık vereceğini KESİNLİKLE BİLDİRMİŞTİR AMA rızık konusunda kime neyi ne zaman ne şekilde taksim ettiğini veya edeceğini kimseye bildirmemiştir ve bildirmeyeceğini de söylemiştir.

Tuhaf olan şudur ki Müslümanlar Yüce Allah’ın bildirdiği hususlarda “BİLİNMEZ” gibi, bildirmediği hususlarda ise “BİLİNİR” gibi davranmaktadırlar.

Rızık konusunda “Her ne yaparsam yapayım Allah ne yazmışsa onu alırım.” demektedirler ama “Ne kadar çabalasan da Allah istemedikten sonra cennete gidemezsin, cennet kim, biz kim?” demektedirler.

Oysa YÜCE ALLAH KİMİN CENNETE GİDECEĞİNİ KESİN BİLDİRMİŞTİR AMA KİMİN NE RIZIK ALACAĞINI KESİN BİLDİRMEMİŞTİR.

Yüce Allah’ın “Şunu şunu yapanı kesin cennete alacağım.” dediği hususlarda güvensiz, iki arada bir derede, kendinden emin olmayan, şüpheli bir halde davranan müminler, iş “rızık meselesi”ne gelince ne yazık ki KADERCİ davranmaktadırlar…

Fakat Yüce Allah her iki durum için de şu ölçüyü koymuştur: KİŞİYE SA’YININ KARŞILIĞI VARDIR.

Mümin için rızık meselesi ELDE ettikleri yani sonuçlar üzerinden değil, sebepler üzerinden anlaşılacak bir mevzudur çünkü rızkı elde etmek, elde ettiğini korumak; varlığın davranış kalıpları ile alâkalı bir şeydir. 

Mesela, siz çalışırsınız, çabalarsınız bir ev yaparsınız ama bir deprem olur ve elinizdekini, avucunuzdakini alıp götürür…

Bu durumda sizin hesap edemediğiniz şey, Yüce Allah’ın size verdikleri değil, verecekleri değil, üzerine bina yaptığınız yerin nasıl davranacağıdır…

Siz çalışırsınız çabalarsınız, tarlanızı dişinizle, tırnağınızla sürersiniz, özenle tohumları serpersiniz fakat şiddetli bir don olur ve tüm ürününüzü mahveder… Bu durumda sizin hesap edemediğiniz şey Yüce Allah’ın çabalarınıza karşılık vermesi değil, hava durumudur…

Peki, yıkılan eviniz, sürdüğünüz tarla için sarf ettiğiniz çabalar karşılıksız mı kalmıştır?

KESİNLİKLE HAYIR.

Çünkü eğer siz bu çabaları yaparken -ki sonunda maddi bir kazanç beklentisi olsa bile- Yüce Allah’ın hudutlarına riayet etmişseniz, o çabalar BOŞA giden çabalar değil, kesinlikle Yüce Allah’ın kat be kat fazlasını vereceği çabalardır…

Şimdi başa sarıp her iki durumu yeniden değerlendirelim…

İnsanın çabaları iki şey içindir:

  1. SONUNDA MADDİ BİR KAZANÇ VEYA MADDİ BİR ŞEY BEKLEDİĞİ ÇABALAR.
  2. ASLA MADDİ BİR KARŞILIK BEKLEMEDEN YAPTIĞI ŞEYLER.

 

“Doğumundan ölümüne kadar ultra zengin yaşayıp ultra zengin ölen insanlar var, bu insanlar bu zenginliği hak edecek bir hak ediş çalışması yapmadan zengin doğup hiçbir hak ediş yapmadan bolluk içinde yaşıyorlar.” yaklaşımına cevabım şu olacaktır; ultra zengin yaşayıp ultra zengin olanlar SA’Y yaptıkları için mi yoksa HAM yaptıkları için mi zengin oldular, onu bilemediğim için onlar üzerinden bir ölçü geliştirmem mümkün değildir.

Fakat hangi SA’Y’ı yaparsan yap eğer bu SA’Y yüce Allah’ın hudutları gözetilerek yapılmışsa onun mutlaka bir karşılığı var, bunu biliyorum.

Karşılığı cehennem olan bir mal rızık mıdır acaba?

Ahiretteki karşılığı aşağılık ve sefil bir duruma düşmek olan ULTRA ZENGİNLİK zenginlik midir acaba?

Benim bildiğim şudur, Allah’a ve ahirete iman eden herhangi biri, her ne için çabalarsa çabalasın, çabasının ahiretteki karşılığını kazanç veya kayıp saymıyorsa burada ciddi bir sorun var demektir.

Bu dünyadaki her durumunun (zenginlik veya fakirlik, hastalık veya sağlık, sıradanlık veya yöneticilik vs.) İMTİHAN olduğunu, asıl olanın ahiret olduğunu söyleyen bir dine inandığını söyleyen insanların imtihan hallerinden bir halden başka bir şey olmayan durumları kazanç veya kayıp sayamazlar…

Mesela, şu an sohbet grubunda bizim yaptıklarımızı dünya açısından değerlendirelim… Biz bunları ne için yapıyoruz? İyi bir dünya olsun diye yapıyoruz, iyilik hâkim olsun diye yapıyoruz… PEKİ, bu gruptaki 100 kişi ile OLUR MU? 8,5 milyar insanın yaşadığı şu dünyada 100 kişinin öyle olması hiçbir kazancı olmayan boş bir davranıştır. Çünkü bu kadar imkânla hedeflediğimiz amaca ulaşmamız mümkün değildir.

Burada sorun bence (bu bence lafından nefret ederim) şudur: Mümin, maddi kazanç elde etmek için gösterdiği çabaların karşısında eğer bu dünyada maddi bir kazanç olmasa ahiretin de boşa gittiğini sanıyor.

Yani tarlasına patates eken bir mümin eğer bire bin veren bir hasat yapmasa, tarlasına don vurup hasadı mahvolsa elleri ahirette de boş kalacak sanıyor.

Oysa eğer mümin sadece bu amacı güderek tarlasına patates ekse ve bire bin veren hasat yapsa elindeki kazanç değil kayıptır… Çünkü bir mümin Allah’ı ve ahireti gözetmeden bırakın tarlaya patates ekmeyi, bir elmayı bile dişlemez…

Müminler sanıyorlar ki namaz kılmayla, zekât vermeyle, hacca gitmeyle veya sarf nahiv öğrenmekle cennete gidecekler… Ben diyorum ki eğer böyle düşünüyorlarsa avuçlarını yalarlar…

Namaz, hac, oruç, zekât, Kur’an öğrenimi MÜMİNCE BİR HAYATIN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ İÇİNDİR… Yani insanlar mümin gibi patates eksin, mümin gibi biçsin diyedir…

Yani MÜMİNLER, PATATES EKEREK CENNETE GİTSİN DİYEDİR…

Mümin toplum sadece namaz kılan, zekât veren, hacca giden, Kur’an öğrenen, bunun dışında hiçbir şey yapmayan toplum mudur ki mümince patates ekmenin ve biçmenin Allah katında bir değeri olmasın?

Ne tuhaftır ki yeryüzünde emeğe en üst perdeden sahip çıkan bir dine inanan müminler EMEĞE EN SAYGISIZ TOPLULUKLARDIR…

Kur’an; koyununu mümin gibi yetiştiren medeniyet(!) yüzü görmemiş bir göçere ne der bilir misiniz? … “BAŞ TACISIN.”

Sabah akşam tarlasında, tapanında Allah’ın hudutlarını gözeten ama cahil mi cahil(!) çiftçiye ne der bilir misiniz? … “GÖZ BEBEĞİMSİN.”

Dükkanını Allah’ın hudutlarını gözeterek açan, satışını Allah’ın hudutlarını gözeterek yapan esnafa ne der bilir misiniz? … “ADAMIN DİBİSİN.”

Yüce Allah, kendi hudutlarını koruyan bir cahil mi cahil(!) bir ameleye ne der bilir misiniz? … “SEN BENİM ASLANIMSIN.”

Yüce Allah kendi hudutlarını koruyarak ailesine iki yumurta kıran cahil(!) ev kadınına ne der bilir misiniz? … “SEN BENİM KRALİÇEMSİN.” 

EĞER bir mümin cennete sarf nahiv bilenlerin gireceğini, onların baş köşeye kurulacağını sanıyorsa ne cenneti ne de ALLAHI HİÇ BİLMİYOR DEMEKTİR.

Eğer bir mümin, cennete Kur’an hakkında insanların akıllarını başlarından alan, müktesebat canavarıyla ölümüne savaşanların gireceğini zannediyorsa AHMAKTIR demektir.

Belki beni hor göreceksiniz ama yine de aktaracağım… 

BİR HADİS: Allah resulü Muhammed, Tebük Seferi dönüşünde tarlasında, tapanında çalışmaktan elleri çatır çatır çatlamış SAD B. MUAZ ile karşılaşır, elini uzatır ama Sad ellerinden utandığı için resule elini vermez… RESUL TAM BİR RESULE YAKIŞACAK ŞEKİLDE O ELİ ALIR, ÖPER VE “BU ELLER ALLAH’IN EN SEVDİĞİ ELLERDİR.” der. 

Evet, ben de diyorum. Şu Kur’an’a iman ettiğini söyleyen her mümin o elleri öper çünkü Allah, “O eller benim kıymetlimdir.” diyor.

(“A-ha, Ramazan abi ‘Kur’an tek kaynaktır.’ demesine rağmen ‘hadis’ dedi, bu da onun çelişkisidir.” diyeceklerin gözleri aydın olsun)

Tabi ki böyleleri resulün o elleri Kur’an’dan dolayı öptüğünü yani ölçüyü resulün değil Allah’ın koyduğunu göz ardı edeceklerdir. Sad b. Muaz’ın ellerini öpen Muhammed, Kur’an’dan önce kimsenin elini öpmemiştir… Onu o hâle Kur’an getirmiştir…

Evet, bu Kur’an’ı okuyan ve iman eden herkes RESUL bile olsa emekçinin ellerinin Yüce Allah’ın divanında en kıymetli eller olduğunu bilir…

Bu memleketin çiftçisini, amelesini, işçisini, esnafını küçümseyenler… Onların cahilliklerini sömürenler… Onların zavallılıklarını istismar edenler… Onların sırtlarına kurulup saltanat sefası sürenler… 

Hiçbir şekilde Allah’a düzgün bir defter sunamazlar.

EĞER BU İNSANLAR ŞİMDİ SAÇMA SAPAN BİR MÜKTESEBAT DİNİNE YAPIŞMIŞLARSA BU ONLARIN KANDIRILMIŞ OLDUĞU ANLAMINA GELİR.

Evet, kandırılanlar ahirette kandırılmış olmalarının hesabını verecekler ama biz müminler ahiretten önce onları hesaba çekemeyiz.

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

 



Önerilen İçerikler