بسم الله الرحمنِ الرحيم

HANGİSİ BİLİMSEL, HANGİSİ DOGMATİK?

Günümüzde dünya “seküler” ve “dini” olarak ikiye ayrılsa da hem varlığı anlama ve algılama hem de bilgiyi edinme ve tevarüs ettirme açısından iki dünya ikiz kardeş gibidir. 

Modern insan(!), içinde soyuta dair açıklamalar bulunan dindarların bilgilerine ve bu bilgileri edinip tevarüs ettirme yöntemlerine hiç de makbul bir gözle bakmamaktadır. Esasen bunun haklılık payı da yok değildir.

 

Dindarların bilgilerinin tamamı, bilgiyi ortaya çıkaran süreçlerin ve kişilerin YANILMAZLIĞI üzerine oturtulmuştur.

Öte yandan bu bilgilerin genetik yapısını da “rivayet, efsane, masal, menkıbe, mesel” gibi şeylerin oluşturduğu da yadsınamaz bir realitedir (haldir). 

Mesela, sadece Müslümanlık değil Yahudi, Hıristiyan, Budist, Mecusi, Sih, Brahmanizm, Şintoizm vs. gibi dinlerin temelinde de çok büyük oranda rivayetler asıl rol oynamaktadır. 

“Rivayet” denilen şey sonrakilerin (bu ‘sonrakiler’ ifadesine dikkat edelim) öncekilere ait haberleri, haberin ilk kaynağına varan bir zincir ile doğrulamaktır. 

Rivayetler, -sanılanın aksine- öncekilerin sonrakilere aktarımı değildir, tam tersi öncekilerin sonrakilere bu rivayetleri aktarmak gibi bir derdi yoktur. Fakat sonrakilerde hâsıl olan bir ihtiyaç, sonrakilerin bir şekilde kendilerine ulaşan bilgileri doğrulama gereğini ortaya çıkarmıştır. 

Üstelik rivayetlere konu olan sözlerin söylendikleri ortamdaki etkisi ile sonraki dönemlerdeki etkisi asla aynı değildir. Geçmiş dönemlerde insanların hayatını alt üst eden bir söz sonrakilerin kılını bile kıpırdatmayabilmektedir veya tam tersi olarak öncekilerin hiç önem vermediği bir söz sonrakilerin hayatını alt üst edebilmektedir. 

Fakat her ne olursa olsun o sözlerin insana ulaşması ve onların bilgi kaynağı olarak görülmesi o sözün gelecekten geçmişe (bu ‘gelecekten geçmişe’ ifadesine de dikkat) uzanan sağlam ve güvenilir bir isnat zincirine sahip olması ile mümkündür. 

AN’ı yaşayan insanın bilgi edinme alanı yatayda kendi zamanı, dikeyde ise geçmiş zamandır. İnsanın gelecek zamana doğru bir bilgi edinme çizgisi yoktur.

Çünkü insan yaşamadığı zamanın bilgisine ulaşamaz. Yaşamadığı zaman ile edineceği bilgilerin tamamı sadece “zan ve tahmindir” ve sahih hiçbir değer taşımaz. 

İnsan için MUTLAK an ve Mutlak geçmiş vardır ama bağışlanmış bilgi dışında MUTLAK GELECEK diye bir durumu yoktur. 

Bu yüzden bilgi edinme çizgisi daima “Şimdi ve şu andan geçmişe” doğrudur. 

Bu noktada, şimdi ve şu andan geçmişe doğru bilgi edinme çizgisinin işlevsellik kazanması için rivayet, efsane, masal, hikâye, mesel gibi şeyler DEĞERLİ BİLGİ EDİNME KAYNAKLARI olmaktadır.

 

Bunlar üzerinden edinilen bilgilerin “sahih” veya “uydurma” şeklinde tasnifi ise o bilgiyi edinme yöntemleri üzerinden yani bilgiye yaklaşım metotları vasıtası ile belirlenmektedir. Buhari ile Müslim’in sahihlik kavgasının temelinde de yöntemler üzerindeki anlaşmazlık vardır. İkisinin kavgası rivayetler hakkında veya rivayetlere başvurma hakkında değil, RİVAYETLERİN HANGİ METOTLA ALINACAĞI HUSUSUNDADIR. 

Yedi farklı Tevrat’ın, dört farklı İncil’in -ki asıl sayı çok daha fazladır-, en az 10 değişik Mecusilik’in, yüzlerce farklı Budizm’in oluşmasının temelinde de aynı şey vardır: YÖNTEM farklılığı…

Yüzyıllardır bu yöntemle gelen bilgiler ve bilgi edinme yöntemleri insanları sıkmış, bıktırmış, usandırmıştır. Çünkü bu yöntemler ihtilaf ve çatışmadan başka bir sonuç doğurmamıştır. 

Son üç asırdır bilgiyi edinme açısından “bilimsel yöntemleri” keşfeden insan türü bambaşka bir bilgi edinme yöntemine kavuşmuştur. 

Bu yöntemi bilgi edinmenin tek yöntemi olarak gören dünya kendisine yepyeni bir isim de bulmuştur: SEKÜLERİZM… 

Basit bir ansiklopedi taramasında SEKÜLER kelimesi ile ilgili şu tanımlamalara ulaşmak mümkündür: 

  • Seküler: Dinden bağımsız, dinî ya da ruhanî olmayan; manastır düzeninin bir parçası olmayan. 
  • Sekülerite: Devlet ve dinin ayrı olması veya özellikle bir dine bağlı veya karşı olmaması; dinî ve sivil işlerin birbirinden ayrılması inancı. 
  • Sekülerizm: Ahiret ve diğer dinî, ruhanî meselelerden ziyade dünya hayatına odaklanılması yönündeki siyasi düşünce. 
  • Sekülerizasyon: Din temeline dayalı olan devlet yönetimini sona erdirme ve dinden ayrıştırma hareketi. 
  • Seküler hümanizm: İnsan aklını, ahlaki değerlerini, sosyal adaleti ve natüralist felsefeyi temel alan; dini, dogmatizmi, doğaüstü güçleri, sözdebilimi, batıl inançların tümünü reddeden ve karar verme mekanizması olarak laik ahlak ölçülerini benimseyen akım.

 

Sekülerizm ile ilgili bu tanımlamalara dikkat edilirse DİNDAR dünya ile aralarındaki farkın BİLGİ EDİNME yöntemleri hususunda olmadığı, sadece bilgiyi tasnif etme açısından olduğu gayet kolayca anlaşılmaktadır. Yani “bilimsel metot” kullanan seküler bilim insanları için de “rivayet, mesel, hikâye, masal” vs. üzerinden bilgi edinmek geçerli bir yöntemdir. Aradaki tek fark; bunu kim ne adına yapacaktır? 

Fakat tuhaf bir şekilde genel halk kitlesi seküler dünyanın yine aynı yöntemleri kullanarak edindiği bilgileri dindarların bilgilerinden daha güvenilir bulmaktadır. 

Oysa tarih, matematik, fizik, kimya, biyoloji, astronomi vs. gibi bilimlerin(!) oluşmasında başat rol oynayan şey yine “şu andan geçmişe bir râvi zinciri ile bağlanan” rivayetlerdir. 

Mesela, daha gencecik bir delikanlıyken Gılgamış tabletlerini okuduğu söylenen GEORGE SMİTH (1840-1876)’in bu tabletlerde ne yazdığı hususunda söyledikleri BİLİMSEL olmaktadır. 

Oysa onun yaptığı RÂVİ zincirini tamamen koparıp atmak, hiçe saymak, o tabletleri sanki kendi yazmış gibi yapmaktır. 

Bir karşılaştırma yapacak olursak dindarların kullandığı yöntemlerde kendilerine ulaşmış bir haberin râvi zincirinden sadece bir tanesinin eksik olması o rivayeti MUNKATI (kesilmiş) konumuna sokmakta ve haber yüzde yüz doğru bile olsa o rivayet sahih sayılmamaktadır.

Fakat George Smith kendisinden tam 3800 yıl önce yazıldığını söylediği bir tableti hiçbir râvi zinciri ve hatta hiçbir doğrulama yöntemi olmadan rivayet etmekte ve bu “güvenilir” kabul edilmektedir. Oysa tabletler çivi yazısı ile ve Asurca yazılmıştır. Çivi yazısını kullanmak günümüzden 3000 yıl önce tedavülden kalkmıştır ve Asurcayı konuşan son fert ise günümüzden 3300 önce ölmüştür. 

Yaklaşık 3000 yıllık bir sıçrama yapan George Smith hiçbir râvi zinciri olmadan, çoktan ölmüş bir dili ve yazıyı okuduğunu söylemiş ve işte bugünkü bilim de bu temel üzerine şekillendirilerek insanların hafızasına nakşedilmiştir. 

Yine bunun gibi ROSETTA taşını okuyarak Mısır biliminin kapısını açmış Jean-François Champollion da aynı şeyi yapmıştır. 

O da yaklaşık 2600 yıl geriye sıçrayarak çoktan yok olmuş bir dili (sadece yazıyı değil) çözdüğünü söylemiş ve günümüzde Mısır ile ilgili anlatılanların tamamı işte onun çözdüğünü söylediği şeyler üzerine bina edilmiştir. 

Meseleye bilginin içerikleri açısından değil de bilgiyi edinme yöntemleri açısından yaklaşırsak George Smith ile Champollion’un yötemleri ile mesela Buhari’nin yöntemlerini karşılaştırmak çok büyük bir haksızlık olacaktır. Bu kriterlere göre BUHARİ’nin yöntemleri milyon kat daha güvenilirdir. (Merak etmeyin hadis savunması veya güzellemesi yapmıyorum) 

Bu sadece Sümer bilim veya Mısır bilim açısından böyle değildir. Hemen hemen her konuda böyledir. Kendilerini iyi pazarlayan seküler bilim insanlarının yöntemleri YAHUDİLERİN yöntemlerinden hatta Afrika’daki ilkel bir kabilenin yöntemlerinden bile daha ilkeldir. 

Mesela, tarih biliminin temel taşlarından biri olan ARKEOLOJİyi ele alalım… Arkeoloji sadece eskiye ait eşyaları bulma ile sınırlı kalsaydı ona “HAZİNE AVCLIĞI” denirdi ki günümüz arkeoloji biliminin temelinde hazine avcılığı olduğunu söyleyenler bizzat arkeologların kendileridir. 

Arkeoloji biliminin bilim olarak kabulünde rol oynayan olayın 1720 yılında POMPEİ kazıları olduğu söylenir ama o kazı bile bir İtalyan derebeyinin hazine avından başka bir şey değildir. 

Aslına bakılırsa “ARKEOLOJİ” kelimesi bile “bilim” denilerek millete kakalanan bu safsatanın içeriğinin ne olduğunu anlamaya yeterlidir. 

Fransızca ‘archaïque’ “en eskiye ilişkin” sözcüğünden alıntıdır. Fransızca sözcük Eski Yunanca ‘arχaïkós αρχαïκός z’ “en eskiye ait, ilkel” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca ‘arχaîos αρχαῖος z’ “ilk, en eski (sıfat)” sözcüğünden ‘-ikos’ sonekiyle türetilmiştir. Yunanca sözcük Eski Yunanca ‘arχē αρχή z’ “başlangıç (isim)” sözcüğünden türetilmiştir. 

Birçok süslemeyi atlayarak “ARKEOLOG ne yapar?” şeklinde bir soru soracak olursak verilmesi gereken en kısa ve anlaşılır cevabın şu olması gerekmektedir: Arkeolog eskiye ait bir şey bulan ve bulduğu şey üzerinden çeşitli yöntemler kullanarak o eşyanın dönemine ait TAHMİNLERDE (siz buna “sallama” da diyebilirsiniz) bulunur.

Hiçbir râvi zinciri olmadan, söylediği şeyleri doğrulama imkânı bulunmadan sadece sallama olan bu şeyler BİLİMSEL ama dindarların görece çok daha güvenilir yöntemleri DOGMATİK olmaktadır. 

Aslına bakılırsa kendilerini “bilim insanları” olarak pazarlayan KAPİTALİZM DİNİNİN RUHBANLARI, dogmatizmin ‘ATA BABASI’dırlar.

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler