بسم الله الرحمنِ الرحيم

AHKÂF 21-26. AYETLERDE ‘İZ’ EDATI KULLANIMI

Kur’an’da 239 kez kullanılan ‘İZ’ (اِذْ) edatının kendisinden sonraki ve kendisinden önceki cümle/lere bir şekilde katkısı vardır. Fakat bu katkıların içinde en önemlisi müfessir ve meal yazarlarının basitçe “HANİ” şeklinde belirttikleri ve bunun manasının da “HATIRLA” anlamına geldiğini söyledikleri kullanımdır. Bu manada kullanılan edat sadece kendisinden sonraki bir cümleyi değil, yeni bir cümle kuruluşu belirten bir edata kadar tamamını etkilemektedir. Yani bu edat “fiil + fail” hükmünde, söz konusu edilen konu ise -ne kadar uzun olursa olsun- ta sona kadar “mefulü bih” hükmündedir. Buna dikkat edilmemesi durumunda ortaya anlaşılması pek de mümkün olmayan durumlar çıkmaktadır.

(Ahkâf 46/21)

وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ وَقَدْ خَلَتِ النُّذُرُ مِنْ بَيْنِ يَدَيْهِ وَمِنْ خَلْفِه۪ٓ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ اِنّ۪ٓي اَخَافُ عَلَيْكُمْ عَذَابَ يَوْمٍ عَظ۪يمٍ

Veżkur eḣâ ‘âdin iż enżera kavmehu bil-ahkâfi ve kad ḣaleti-nnużuru min beyni yedeyhi vemin ḣalfihi ellâ ta’budû illa(A)llâhe innî eḣâfu ‘aleykum ‘ażâbe yevmin ‘azîm(in)

Mehmet Okuyan Meali – Âd (kavmin)in kardeşini (Hud’u) an! Zira o, kendinden önce ve sonra uyarıcıların geçtiği Ahkâf bölgesindeki kavmini “Allah’tan başkasına kulluk etmeyin! Şüphesiz ki üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum!” diye uyarmıştı.

(Ahkâf 46/22)

قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِتَأْفِكَنَا عَنْ اٰلِهَتِنَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِق۪ينَ

Kâlû eci/tenâ lite/fikenâ ‘an âlihetinâ fe/tinâ bimâ te’idunâ in kunte mine-ssâdikîn(e)

Mehmet Okuyan Meali – (Kavmi) “Sen bizi ilahlarımızdan çevirmek için mi bize geldin? Doğru söyleyenlerdensen bize vadettiğini bize (başımıza) getir!” demişti. 

(Ahkâf 46/23)

قَالَ اِنَّمَا الْعِلْمُ عِنْدَ اللّٰهِۘ وَاُبَلِّغُكُمْ مَٓا اُرْسِلْتُ بِه۪ وَلٰكِنّ۪ٓي اَرٰيكُمْ قَوْمًا تَجْهَلُونَ

Kâle innemâ-l’ilmu ‘inda(A)llâhi ve ubelliġukum mâ ursiltu bihi velâkinnî erâkum kavmen techelûn(e)

Mehmet Okuyan Meali – (Hud ise) “O bilgi yalnızca Allah’ın katındadır. Ben size, bana gönderilen şeyi ulaştırıyorum. Fakat sizin cahil bir topluluk olduğunuzu görüyorum!” demişti.

(Ahkâf 46/24)

فَلَمَّا رَاَوْهُ عَارِضًا مُسْتَقْبِلَ اَوْدِيَتِهِمْۙ قَالُوا هٰذَا عَارِضٌ مُمْطِرُنَاۜ بَلْ هُوَ مَا اسْتَعْجَلْتُمْ بِه۪ۜ ر۪يحٌ ف۪يهَا عَذَابٌ اَل۪يمٌۙ

Felemmâ raevhu ‘âridan mustakbile evdiyetihim kâlû hâżâ ‘âridun mumtirunâ bel huve mâ-sta’celtum bih(i) rîhun fîhâ ‘ażâbun elîm(un)

Mehmet Okuyan Meali – Sonunda onu (kasırgayı), vadilerine doğru yayılan bir bulut şeklinde görünce (sevinçle) “Bu, bize yağmur yağdıracak yayılan bir buluttur!” demişlerdi. (Hud ise) “Hayır! O, sizin acele istediğiniz şeydir (azaptır). İçinde elem verici azap bulunan bir rüzgârdır!” (demişti).

(Ahkâf 46/25)

تُدَمِّرُ كُلَّ شَيْءٍ بِاَمْرِ رَبِّهَا فَاَصْبَحُوا لَا يُرٰٓى اِلَّا مَسَاكِنُهُمْۜ كَذٰلِكَ نَجْزِي الْقَوْمَ الْمُجْرِم۪ينَ

Tudemmiru kulle şey-in bi-emri rabbihâ fe-asbehû lâ yurâ illâ mesâkinuhum keżâlike neczî-lkavme-lmucrimîn(e)

Mehmet Okuyan Meali – O (rüzgâr), Rabbinin emriyle her şeyi yıkar, mahveder. Nitekim (kasırga gelince) evlerinden başka bir şey görülemez olmuştu. İşte biz, suçlu toplumu böyle cezalandırırız.

 

Mesela, bu meal yazarı Ahkâf 21. ayette gelen ‘İZ’ edatına “ZİRA” anlamını vererek hem ortaya anlaşılması pek de mümkün olmayan bir ifade çıkarmış hem de edatın ta 25. ayete kadar olan etkisinin önünü kesmiştir.  

Şöyle ki: Meal yazarı 21. ayette geçen ilk cümleye (وَاذْكُرْ اَخَا عَادٍۜ اِذْ اَنْذَرَ قَوْمَهُ بِالْاَحْقَافِ) (Veżkur eḣâ ‘âdin iż enżera kavmehu bil-ahkâfi) “Âd (kavmin)in kardeşini (Hud’u) an! Zira o” manası vermiş. Oysa ayetin başındaki ‘UZKUR’ fiiline “hatırla” şeklinde mana verilmesi ancak ve ancak “hatırla” denilen şeyi muhatap olan bilmiş veya yaşamış olması durumunda mümkündür.

İkinci olarak ‘İZ’ edatına ise “ZİRA” anlamını vermiş… Oysa bir kere edatın “ZİRA” anlamı esasen “ÇÜNKÜ” anlamında yani sebep için kullanılması durumunda mümkündür. Ayetin ilk cümlesine bu meali vermenin şöyle bir arka planı olması gerekmektedir:

Muhataba “Hatırla” denmiştir, Muhatap ise ‘hatırla’ kelimesinden kimi hatırlayacağını bilmiştir ama NİYE hatırlayacağını bilememiştir de “NİYE?” diye bir soru sormuştur ve ona cevaben “ÇÜNKÜ (Zira)….” denilmiş olmaktadır. Dahası bu edatın “ZİRA/ÇÜNKÜ” şeklinde sebep bildiren bir anlamda kullanılması kendisinden sonraki cümle için değil KENDİSİNDEN ÖNCEKİ cümle içindir.

Anlaşılsın diye Türkçe bir cümleyi örnek vereyim: Hâkim suçluyu hapse yolladı ZİRA/ÇÜNKÜ mahkeme süreci bitmişti. 

Yani bu edat kendisinden sonraki cümle için değil kendisinden önceki cümlenin sebebi olarak “SEBEP” anlamında kullanılır. 

Aslına bakılırsa meal yazarı biraz daha dikkat etseydi hemen AHKÂF 26. ayette ‘İZ’ edatının “ÇÜNKÜ/ZİRA” anlamında kullanıldığını hemen görürdü.

(Ahkâf 46/26)

وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ ف۪يمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ ف۪يهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعًا وَاَبْصَارًا وَاَفْـِٔدَةًۘ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ۟

Ve lekad mekkennâhum fîmâ in mekkennâkum fîhi ve ce’alnâ lehum sem’an ve ebsâran ve ef-ideten femâ aġnâ ‘anhum sem’uhum velâ ebsâruhum velâ ef-idetuhum min şey-in iż kânû yechadûne bi-âyâti(A)llâhi ve hâka bihim mâ kânû bihi yestehzi-ûn(e)

Mehmet Okuyan Meali – Yemin olsun ki onlara, size vermediğimiz güç ve servet vermiştik. Kendilerine işitme (duyusu), gözler ve kalpler vermiştik. Fakat işitme (duyusu), gözleri ve kalpleri kendilerine hiçbir yarar sağlamamıştı. Çünkü Allah’ın ayetlerini (bilerek) inkâr ediyorlardı. Alay ettikleri şey, kendilerini kuşatmış (olacak)tır. 

Bu mealde geçen “ÇÜNKÜ ALLAH’IN ……” şeklindeki ibarenin başındaki “çünkü” işte ‘İZ’ edatının “ZİRA, ÇÜNKÜ” anlamında kullanılmasıdır. 

Meal yazarının hiç olmayacak şekilde edatın 21. ayetindeki kullanımına “ZİRA” demesi o edatın bağlı bulunduğu pasajdaki etkisini yok etmiş ve başka bir şekle büründürmüştür. Kaldı ki ayetin başındaki ‘UZKUR’ ifadesine verdiği “HATIRLA” manası da doğru değildir. Tam tersi “UNUTMA” demesi gerekirdi. 

Bu kelimeye “hatırla” manası edata da “zira” manası vermesi o pasajı neredeyse tamamen boşa çıkarmıştır. 

Oysa ‘İZ’ edatına “ZAMAN” anlamı vermesi ve pasajın tamamını ‘UZKUR’ fiilinin mefulü bih’i olarak alması gerekirdi. Çünkü ayetin irabı şöyledir:

‘UZKUR’ ………. fiil + fail 

21, 22, 23, 24 ve 25. ayetler …. mefulü bih

Buna göre HUD ve kavmi arasında geçen konuşmaların da buna göre şekillendirilmesi, ayetlerde geçen ‘QALE’ ve ‘QALU’ kelimelerinin meale

O ONLARA “…………………….” DEYİNCE,

ONLAR DA ONA “…………….” CEVABINI VERMİŞLERDİ DE O DA ONLARA “………………..” DEMİŞTİ.

şeklinde yansıtılması gerekir.

Meseleye ‘İZ’ edatını dahil edersek bu durumda;

ONUN ONLARA “………………………………….” DEDİĞİNİ

ONLARIN DA ONA “………………………………” CEVABINI VERDİĞİNİ 

ONUN DA ONLARA “………………………………” DEDİĞİNİ UNUTMA.

şeklinde olması daha uygun olacak ve o pasajdaki ayetlerin birbirleriyle olan sıkı bağları anlaşılacaktır.

Bu durum edatın geçtiği birçok yer için böyledir. Edata basitçe “HANİ” demek edatın cümleler üzerindeki bağını tam olarak TÜRKÇEYE yansıtmamaktadır. Edatın geçtiği metindeki anlam katkısının Türkçeye aktarılması Türkçenin “çekimli dil” grubundan olmasından dolayı böyle olmak zorundadır.

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler