بسم الله الرحمنِ الرحيم

ÇOK ZOR BİR İŞ

  

Görülemeyen bir Allah’a, görülemeyen meleklere, görülemeyen ahirete, yüzyıllar önce yaşayıp ve ölmüş resullere, (bizim için) yabancı dilde olan bir kitaba inanmak ve bu inancı sürekli canlı tutmak hakikaten zordur. Hele “tüm bunları dikkate almama” temeline oturmuş bir geçmiş size tevarüs etmişse ve hâlihazırda “bunları yok sayma” esasında ittifak etmiş toplumlar içinde yaşıyorsanız bu daha da zordur. 

İnsan türünün var olduğu günden bugüne kadarki serüvenine “tarih” denmekte ve bu geçmiş bir birikim olarak kabul edilmektedir. “Birikim” kelimesinin “bir şeyi başka bir şeyin yanına koyarak toplamak” gibi bir anlamı olduğundan hareketle insanın serüvenini matematikteki toplama işlemine benzetecek olursak bugün yaşayanlar ve geçmişten devraldıkları her şey o toplama işlemindeki dip rakam gibidirler.

Toplama işlemindeki bu dip rakama hem kümülatif değer açısından hem de sayı değeri açısından bakmak mümkündür. Sayı değeri açısından bakmak işin kolay tarafı olduğu için önce oradan başlayalım söylemek istediklerimize. “Sayı değeri” dediğimiz şey aslında bu upuzun toplama işleminin sonucunda ortaya çıkan son sayının maddi değeridir. Tarih çizgisinin ilkelden moderne doğru olduğunu kabul ettiğimizde görünürde insan türünün maddi açıdan epey kârlı bir toplama işlemi gerçekleştirdiği sanılabilir. Sonuçta mağarada yaşayan insan türü evlere taşınmış, hayvan derilerinden yapılmış elbiselerini çıkararak Amerikan pamuğundan veya Yeni Zelanda koyununun yününden yapılmış takım elbiseler giymiş, kravat takmış, av peşinde oradan oraya koşmayı bırakıp metropoller kurmuş, yaşamı çok daha kolaylaştıran aletler yapmış ve işi, yaşadığı gezegenin dar kalıplarından kurtulmak için uzayda koloniler kurmaya kadar vardırmıştır. Geçmişteki en akıllıların bile anlamakta zorlanacağı karmaşık cihazlar iki yaşındaki çocukların oyuncağı olmuştur. Yerin yedi kat dibinden gaz çıkarıp akıl almaz yöntemlerle devasa boru hatları kurup o gazı evlere taşıyarak bir tek yemeği pişirmek için bin bir zahmetle ateş yakan bir halden bir parmakla çalışan ankastre ocaklara ulaşmıştır. Bunlar ve saymakla bitiremeyeceğimiz binlerce şey geçmişten gelen birikimin yani toplama işlemindeki dip rakamın sayı değeridir. 

Bilindiği gibi toplama işlemi “sayıların birbirlerine eklenerek çoğaltılması” demektir. Yani toplama işleminde toplanan sayılar kendi değerlerinden daha büyük bir sayının ortaya çıkmasına sebep olurlar. Tek başına 1 (bir) olan bir sayı, kendisi gibi 1 (bir) olan başka bir sayı ile birleşerek tek başlarına her ikisinin de asla ulaşamayacağı bir değere yani 2 (iki)’ye ulaşırlar. “İnsan” denen varlığın birikim, gelişim, ilerleme olarak nitelediği sahip olduklarının, bir toplama işleminin mi yoksa bir çıkarma işleminin mi dip rakamı olduğunu anlamanın bir tek yolu vardır. İnsanın toplama işlemi olarak gördüğü bu matematik işleminde hangi sayıları birbirine ekleyerek bu birikimi elde ettiğini tespit etmek. 

Faraza bir matematik işlemi olduğu için sayacağımız şeylerin sayı olarak değerlendirilmeleri de farazadır.  

İnsanın elinde dip rakam olarak; denizleri yara yara giden, dağlar gibi dalgalar arasında bile yol alan, akıl almaz tonojlardaki yükleri çok kısa denilecek zaman dilimlerinde çok uzak mesafelere taşıyan, teknoloji harikası gemiler vardır. Peki bu gemiler hangi sayı ile hangi sayının toplamıdır? Meseleye gören gözle baktığımızda ortada bir toplama işleminden çok devasa bir çıkarma işlemi olduğu görülmektedir. Çünkü insan denizleri vererek gemi elde etmiştir. Çünkü üzerinde devasa gemiler yüzdürdüğü denizler o gemiyi yaparken ortaya çıkan atıklar yüzünden dengesini kaybetmiş, içinde yaşayan ve hepsi de insana hizmet eden canlılar ya yok olmuş ya da yok olmak üzeredir. Deniz canlıları artık yeterli seviyede oksijen üretemez olduğundan atmosferdeki gaz dengeleri de bozulmuş, bu bozulma sonucunda denize geri dönmesi gerekenler geri dönemez olmuş ve devasa denizler her gün eksile eksile yok olmaya yüz tutmuştur. Yani insanın toplaya toplaya devasa artı sayı değerler olarak gördüğü gemiler aslında bir toplama işleminin değil, bir çıkarma işleminin dip rakamlarıdır. 

İnsanın elinde dip rakam olarak pırpırlısından ses hızından daha hızlısına kadar, savaş için kullanılanından yolcu taşımak için kullanılanına kadar uzanan havada uçan aletler vardır. İnsan türüne göre bunlar devasa bir birikimdir. Peki bu birikim hangi işlemin sonucudur? Yani hangi sayı ile hangi sayı toplanmıştır? Heyhat, burada da bir toplama işlemi değil bir çıkarma işlemi vardır. Çünkü bir balonu dolduracak kadar temiz bir hava bulmak imkânsız hale gelmiştir. Bu havayı soluyan tüm canlılar erim erim eriyen buzlara dönmekte, bu havayı soluyan insan türünün genetik yapısı bile bozulmaktadır. Hayvanlar, bitkiler etkilenmekte, yağmurlar dengesini şaşırmakta, mevsimler mevsim olmaktan çıkmakta, rüzgarlar fırtınaya dönüşmekte, her bir kar tanesi insan türünün ürettiği kirlilik ile toprağa düşmekte ve o kirliliği toprağa taşımaktadır. İnsan türü soluduğu havayı vererek havada uçan cihazlar elde etmiştir. Sayı değeri olarak hava ile havada uçan aletlerin karşılaştırması yapıldığında adeta dağlar kadar büyük elmas yığınları verilmiş, karşılığında ise mercimek büyüklüğünde demir parçası alınmıştır. Bu bir birikim değil kesinlikle bir kayıptır. 

İnsanın elinde dip rakam olarak devasa miktarlardaki eşyayı dakikalar içinde üreten, saniyeler içinde ülke büyüklüğündeki insan topluluklarına yetecek gıdaları işleyen, insanın yaşamını kolaylaştıran harika cihazları göz açıp kapayıncaya kadar üreten, tüm insan türünü giydirecek elbiseleri birkaç saatte dokuyan, mesafeleri çok hızla almasını sağlayan kara araçlarını el değmeden yapan harika fabrikalar vardır. İnsan öküzle, katırla ve bin bir zahmetle tarla sürerken toprağın bağrını yaran insansız traktörlere kavuşmuştur. Gökten yağmurun düşmesine ihtiyacı kalmamıştır çünkü yerin binlerce metre derinliklerindeki suyu çıkaracak, denizlerdeki tuzlu suyu tatlı suya çevirecek aletleri vardır. Toprağından elde ettiği ürünlerini fabrikaya taşıyacak develere ihtiyacı kalmamıştır çünkü bin devenin yükünü hem de akıl almaz hızlarla çok uzak mesafelere taşıyan tırları vardır. Üstelik yolunu bulması için yıldızlara, güneşe veya yeryüzü şekillerine bakmaya da ihtiyacı kalmamıştır çünkü kendisiyle “Yüz metre sonra sağdan git, beş yüz metre sonra sola dön.” diyerek konuşan teknoloji harikası “navigasyon cihazları” vardır. Artık kumları savura savura hiç yorulmadan koşan Yemen krallarının yetiştirdiği cins atları hayal etmeyi çoktan bırakmıştır. Çünkü 100 km. hıza 3 saniyede ulaşan otomobilleri vardır. Posta güvercinleri çoktan doğaya salınmıştır çünkü cep telefonları vardır. Küçücük bir bilgiyi elde etmek için aylar süren yolculuklar yaptığını hiç hatırlamamaktadır çünkü bir tuşla milyonlarca kitaba ulaşan bilgisayarları vardır. Aylar sonra gelen bir haberin bile taze haber olduğu çağlar çoktan geride kalmıştır çünkü canlı yayın yapan televizyonları vardır. Balina yağıyla aydınlattığı isli sokaklar artık led lambalarıyla pırıl pırıldır. Bir zamanlar lüks saydığı fitilli yağ lambaları artık başka bir gezenden gelen alet muamelesi görmektedir.

Bakraçlarla su taşıdığı dere kenarlarına inmez olmuştur çünkü artık nehirlerin yatağını değiştirmekte hatta birkaç sene içinde binlerce km. uzunlukta yeni nehir yatakları yapmaktadır. Yalçın dağlardaki patikalara artık hiç uğramaz olmuştur çünkü dağların bağrında tüneller açan TBM (tunnel boring machine) makinaları vardır. Dağ yollarına dayanıklı katırları çoktan azat etmiştir çünkü o tünellerden astronomik hızlarla geçirdiği katar katar trenleri vardır. 

Peki bunlar ve saymakla bitiremeyeceğimiz onca şey bir toplama rakamının dip rakamı mıdır? Yani insan bunları elde etmek için ne vermiştir? Heyhat bu da koca bir çıkarma işlemidir. Çünkü bindiği aletler ilahı, kurduğu şehirler onun içini eriten cehennemine, sürdüğü toprak onu gıdım zehirleyen ürünleri veren zehir fabrikalarına dönüşmüştür. Yediği yemek ona gıda olmamakta, içtiği su ona hayat vermemektedir. Her birinin içinde bir derde deva ilaçlar olan bitki türleri yok olmuş, doğanın muhteşem bir döngü ile işlemesine yardımcı olan hayvan türlerinin soyu tükenmiş, ormanlar yok olmuş, buzullar erimiş, toprak zehirlene zehirlene artık bir daha sağlığına kavuşamaz hâle gelmiştir. Yediği meyvelerin, yemeğine doğradığı sebzelerin tadı, ineğin önündeki samana dönüşmüştür. Bu bir toplama işlemi değildir. Bu devasa bir çıkarma işlemidir. İnsan yaşadığı gezegeni yaşanmaz hâle getirerek yaşamı kolaylaştıran aletler yapmıştır. Üzerinde yaşanacak gezegen kalmadıktan sonra o aletler ne işe yarayacak o da ayrı bir muammadır. Kaldı ki yaşamın kolaylaştığı falan da yoktur. Bir bilgisayar tuşuna basmak, bir araba kontağını çevirmek elbette çok kolaydır ama o parmağın o bilgisayar tuşuna basması için ödenen bedeller hiç de kolay değildir. Velhasıl insan türünün geçmişten bugüne taşıdığı şu dünya düzeni aslında ekleye ekleye getirdiği bir toplama işlemi değil, eksilte eksilte bitirme aşamasına getirdiği bir çıkarma işlemidir. Bu günlere şu güzelim gezegen eksiltilerek gelinmiştir.

Buraya kadar anlattıklarımız sadece sayıların sayı değerleri açısındandır. Bir de o sayıların kümülatif değerleri yani manevi değerleri vardır. İnsan türü, şu gün sahip olduğu manevi dünya, düşünme biçimi, akli ve soyut değerlere de tıpkı az önce saydığımız şeyler gibi bir toplama işleminin sonucundaki dip rakam gözüyle bakmaktadır. O manevi geçmişini şöyle görmektedir. Taş ile tanrı arasındaki farkı bile fark edemeyen halden tanrılara ihtiyaç duymayacak hâle gelmiştir. Tanrı diye tapındığı güneşi bile laboratuvarlarda taklit etmiştir. Gürlediğinde korkudan ödünün patladığı gök gürültüsü müziğe dönüşmüş, şimşekler kendisinden enerji elde edilecek nesneler haline gelmiştir. Karanlık korkular üzerinden hayal ettiği denizlerin dibine inerek orada korkulacak bir şey olmadığını görmekle kalmamış aynı zamanda orada “deniz altı tanrısının” olmadığını da keşfetmiştir. Haklarında hayal üzerinden inanç geliştirerek her birini tanrı saydığı gezegenlere fotoğraf ve video çeken aletler göndererek onların tanrılar olmadığını tam tersi hepsinin yaşama elverişli olmayan alelâde gezegenler olduğunu öğrenmiştir. Yani insan türüne göre geçmişten gelen manevi dünyası da çok kârlı bir toplama işlemidir. 

Oysa insan türü Musa’yı verip Yahudiliği, İsa’yı verip Hıristiyanlığı, Muhammed’i verip Müslümanlığı elde etmiştir. Her biri insanlığın timsali olan Yüce Allah’ın resullerini verip, felsefeciler Yüce Allah’ın tertemiz kitabını verip ideolojiler almıştır. İnsan türünün geçmişinde, her birinin manevi sayı değeri gelmiş geçmiş tüm değerlerin üzerinde olan Nuh’tan Muhammed’e kadar birçok resul varken bu geçmişe rağmen huzuru verip kaosu, barışı verip savaşı, onuru verip onursuzluğu, şerefi verip şerefsizliği, vicdanı verip vicdansızlığı, aklı verip ahmaklığı, tevhidi verip şirki, küfrü, fesadı, nifakı almıştır. Bu basbayağı koskoca bir çıkarma işlemidir. Bu öyle bir çıkarma işlemidir ki dünya ve ahiret verilerek işte günümüz şu saçma sapan dünya düzeni elde edilmiştir. Bu öyle bir çıkarma işlemidir ki Allah verilip şeytan alınmıştır. Bu öyle bir çıkarma işlemidir ki İslam verilip Müslümanlık, Hıristiyanlık, Yahudilik, Demokrasi, Kapitalizm ve daha birçok iğrençlik alınmıştır. İnsanlığın geçmişinde yirmi küsur resul ve Allah katından gelen bir rehber olmasına rağmen insanlığın dip rakamına yani günümüze baktığımızda insan türünün bir toplama işlemi değil de yanlış hem de çok yanlış bir çıkarma işlemi yaptığını görmemek için kör değil taş olmak gerekmektedir.

İşte bu dip rakam biziz. Şimdi bu dip rakamın içinde nefes almaya çalışan bizler, görmediğimiz bir Allah’a görüyormuş gibi, gitmediğimiz bir ahirete sanki gitmiş gibi, dokunmadığımız resullere sanki onlarla yaşıyormuş gibi, geçmişten gelen ve kesinlikle bize yabancı bir dilde olan bir kitabı anlamak ve sanki şimdi inmiş gibi inanmak zorundayız. Zor hem de çok zor bir durumdayız. Bize tevarüs eden şirk ve küfür temelli yaşam biçimi her tarafımızı sarmış durumda. Atmosferin en tepesinden denizin derinliklerine kadar her şeyi fesat kaplamış durumda. Nefes alsak küfre, nefes versek şirke, yesek fesada, içsek nifaka uğramaktayız. İşimiz zor hem de çok zor. 

Fakat bu böyle olmamalı, bu, bu kadar zor olmamalı. Bunun kolay, sade, basit, ulaşılabilir ve hepsinden önemlisi sürdürülebilir bir yolu olmalı. Ne kadar uğraşsam da aklıma bu işi kolay kılacak, bu işi yapılabilir ve sürdürülebilir kılacak bir tek çıkıştan başka bir şey gelmemekte: “Allah’ın yardımı.”

Peki nedir Allah’ın yardımı?

Gökten katar katar melekler inmesi midir?


Kendi yaşam biçimimizi kuracak maddi birikimin hazineler halinde gökten yağması mıdır?


Kafirler ilişmesin diye bize bodyguard’lık yapacak koruyucular mı?


Arkamızdan yürüyen dağlar, denizleri yaran bir asa, yakmayan ateş, ıslatmayan su, düşmanları kahredecek acayip silahlar mı yoksa gayb aleminde emirlerimizi yerine getirmek için melekler tarafından zincire vurularak hazır bekletilen acayip güçleri ve yetenekleri olan cinler mi?


Ne kadar düşünsem de aklıma bir tek şey geliyor: “Kur’an.”

İçimizdeki cılız bir ot gibi duran azıcık inancımızı kararlı hâle getirecek bir kelime, bir tatlı söz, umutlandıran bir vaat, katlanmamızı sağlayan teşvik edici bir vaat, kaçmamızı sağlayacak korkutucu bir tehdit olan Kur’an. 

Yarım yamalak, eksik ve hatalı da olsa Müslim kalmamızı sağlayan ve tüm aksaklık ve eksiklerimize rağmen bunu sürdürülebilir hâle getiren Kur’an. 

Müslim olmanın ve Müslim kalmanın bundan daha basit bir yolu yok.  

“Olması gerekene dair umutlarımızı ne yapacağız?” diye bir soru gelirse hep dediğimi bir daha diyeceğim: UMUT SADECE ALLAH’TIR. UMUT SADECE ALLAH’TADIR. 

(Bakara 2/112)

بَلٰى مَنْ اَسْلَمَ وَجْهَهُ لِلّٰهِ وَهُوَ مُحْسِنٌ فَلَهُٓ اَجْرُهُ عِنْدَ رَبِّه۪ۖ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟

Belâ men esleme vechehu li(A)llâhi vehuve muhsinun felehu ecruhu ‘inde rabbihi velâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e) 

TDV meali – Bilâkis, kim muhsin olarak yüzünü Allah’a döndürürse (Allah’a hakkıyla kulluk ederse) onun ecri Rabbi katındadır. Öyleleri için ne bir korku vardır ne de üzüntü çekerler.

Bu ayette geçen وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ۟ (velâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)) cümlesinin mefhumu muhalifi, “ONLAR İÇİN UMUT VARDIR.” anlamındadır. 

(En’âm 6/48)

وَمَا نُرْسِلُ الْمُرْسَل۪ينَ اِلَّا مُبَشِّر۪ينَ وَمُنْذِر۪ينَۚ فَمَنْ اٰمَنَ وَاَصْلَحَ فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْيَحْزَنُونَ

Vemâ nursilu-lmurselîne illâ mubeşşirîne ve munżirîn(e)(s) femen âmene veasleha felâ ḣavfun ‘aleyhim velâ hum yahzenûn(e)

TDV meali – Biz, peygamberleri ancak müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar üzüntü de çekmeyecekler.

(Fussilet 41/30)

اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا تَتَنَزَّلُ عَلَيْهِمُ الْمَلٰٓئِكَةُ اَلَّا تَخَافُوا وَلَا تَحْزَنُوا وَاَبْشِرُوابِالْجَنَّةِ الَّت۪ي كُنْتُمْ تُوعَدُونَ

İnne-lleżîne kâlû rabbuna(A)llâhu śümme-stekâmû tetenezzelu ‘aleyhimu-lmelâ-iketu ellâ teḣâfû velâ tahzenû ve ebşirû bilcenneti-lletî kuntum tû’adûn(e)

TDV meali – Şüphesiz, Rabbimiz Allah’tır deyip, sonra dosdoğru yolda yürüyenlerin üzerine melekler iner. Onlara: Korkmayın, üzülmeyin, size vâdolunan cennetle sevinin! derler.

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

 



Önerilen İçerikler