BİZ O’NDAN İSTEMEYİ BIRAKTIĞIMIZ GÜN HÜSRANA DÜŞTÜK

Bize anlatılan -dini/seküler- tarihi temel alarak konuşacak olursak “Özelde Müslümanlar genelde insan türü Yüce Allah’ın öğretisi olan Kur’an ile başarılı bir ilişki kurmuş.” diyebilmemiz mümkün değil. İnsan türünün -dini/seküler- tüm birikimleri bu başarısızlığın açık göstergesidir. Müktesebatların her türü insani değerleri yükselten bir yapıda değil tam tersi alçaltan, aptallaştıran, körleştiren, kendi türü ve diğer varlığa karşı küstahlaştıran bir içeriğe sahip… İnsan türünün bu müktesebatları kullanarak elde ettiği maddi kazanımlarına (sanayi-teknoloji) baktığımızda ise “kazanç” denilen şeylerin tamamının HÜSRAN olduğu apaçık bir şekilde ortada durmaktadır. 

Sonuçta insan türü, varlık enerjisini, hem kendi varlığını hem de etrafındaki eşyanın varlığını tüketerek elde etmekte.

Kur’an ile insan türünü bir araya getirdiğimizde ortada bir başarısızlığın olduğu muhakkaktır.

Bu başarısızlık insanın hânesine mi yoksa Kur’an’ın yani Allah’ın hânesine mi yazılacaktır?

Günümüz dünyasında hayat biçimlerinin tamamının ve tüm hayat alanlarının Allah dikkate alınmadan sistemleştirilmesinden dolayı Kur’an ile ilişkimiz tümel değil tikeldir.

Yani Kur’an ile, insan türü veya insan türünün bir kısmı olarak değil insan türünün tek bir bireyi olarak ilişki kurmaktayız.

Hayat alanlarının tağuti sistemlerin işgali altında olması, istense bile topluluk olarak Kur’an ile ilişki kurup, kurulan o ilişkiye hayat alanı açmak nerdeyse imkansız.

Bu durumda fedakarlıklar, sorumluluklar, görev bilinci mecburiyetlerin el verdiği kadarı ile şekilleniyor.

Enerjimizi sömüren sistemler o kadar hırçın ve doyumsuz ki bizde bulunan enerjinin çok küçük bir parçasının bile başka tarafa aktarılmasına tahammül edemiyor.

Sistemlerin tamamının temelinde güvensizlik, korku, umutsuzluk vardır. Bunlar önce hayatın her alanında insanın insana güvensizliğini daha sonra bu güvensizliğin beraberinde getirdiği korkuları pompalıyor, daha sonra da bu korkulardan emin hale gelmesi için ona yaşam biçimleri öneriyor daha doğrusu başka seçenek bırakmıyor.

Bilmiyorum belki de abartıyorumdur ama şu ömrü hayatımda Kur’an kadar insana güvenen, hesaplarını insanın güveni üzerine yapan, önermelerini güvene göre şekillendiren başka bir sistem göremiyorum.

Yazık, çok yazık, insan türü kendisine bu kadar güvenen bu sisteme güvenmiyor.

Olay hep insanın Allah’a güveni temelinde ele alınıyor… Oysa Kur’an’da insanın Allah’a güveninden daha ziyade Allah’ın insana güveni ön plana çıkıyor… “YARATAN BİLMEZ Mİ?” diyor… Sanki “Ben seni biliyorum, çünkü seni ben yarattım, yaparsın, ha gayret azıcık dişini sık, kesinlikle başaracaksın.” diyor gibi…

Fakat insan türü bu “YARATAN BİLMEZ Mİ?” sözünü alıyor… “E be Allah’ım, madem yarattığını biliyorsun, bu kadar güvenilmez olduğunu bilemedin mi? Madem biliyorsun, ne diye bu adi varlığa bu kadar mühlet veriyorsun, ne diye ona bu kadar toleranslı davranıyorsun?” şeklinde anlıyor.

Yüce Allah’ın insan türüne bu kadar tolerans tanımasının temeline Yüce Allah’ın ‘ES-SABIR’ ismini koyuyor… “Sabır” denilen şey sadece hedefi olanlar içindir. Yaşadığı tüm olumsuzlukların çok daha üstünde değerli bir hedefi olanlar yaşanan her türlü olumsuzluğa tahammül ederler…

Düzelmeyecek bir kötüye tahammül etmek sabır değildir ki…

Ardında güzel günlerin olmadığı zorluğa katlanmak sabır değildir ki…

Ardından güzelliklerin gelmeyeceği kötülüklere tahammül etmek sabır değildir ki…

Sabretmek için bir neden olmalı, yüce bir neden!

Demek ki Yüce Allah insan türüne o kadar güveniyor ki yok etmiyor!

Allah için umut, güven gibi şeylerin kullanılması tabi ki doğru değil. Bunları kullanmamın sebebi kelimeler yetmediği içindir.

Umutların ahirete kaldığı bir dünyanın anlamı kalır mı ki?

Ya da böyle bir umut, umut mudur yoksa umutsuzluk mu?

Başarılı olamadı insan türü…

Şefkati, merhameti, acıması, bağışlaması, toleranslı davranması, cömertliği, ikinci bir şans vermesi, bilgeliği sonsuz olan Varlıkla ilişki kurmada başarılı olamadı.

Bundan dolayı kendi türüyle ve kendisi dışındaki varlıklarla da ilişki kurmada başarılı olamadı.

İnsan-İnsan ilişkilerinde de 

İnsan-Hayvan ilişkilerinde de

İnsan-Bitki ilişkilerinde de

İnsan-Denizler ilişkilerinde de

İnsan-Taşlar ilişkilerinde de

BAŞARILI OLAMADI İNSAN TÜRÜ…

Yani hem ‘İNNEL İNSANE LEFİ HUSR’ ifadesi hem de ‘İLLELLEZİNE’ ile başlayan cümle HİÇ BU KADAR ANLAMLI OLMADI!

Sanki bu söz bir dakika önce gelmiş gibi…

Bu sözü insan türü söylese hiç anlamlı olmazdı ve üstelik iki yüzlü bir söylem olurdu.

İnsan türünden herhangi birinin kalkıp mensubu bulunduğu tür için “İnsan türü hüsrandadır.” demesi iki yüzlülük olurdu çünkü bunu diyen de kendi türünün işlediği tüm cürümlere bir şekilde iştirak etmiştir. Ucundan kıyısından o da suçların tamamına bir şekilde kesinlikle ortak olmuştur.

Bu sözü söyleyen, insan türünün SAHİBİ…

Bir babanın evladına “Yazıklar olsun sana!” demesi nasıl ki hüzünlü bir şeyse, iç karartıcı bir şeyse YARADANIN, “İNSAN TÜRÜ HÜSRAN İÇİNDEDİR.” demesi ondan milyon kat daha hüzünlü, milyon kat daha iç karartıcı değil midir?

“Anladık Ya Rab, anladık… Yazıklar olsun bize… Sana rağmen başarılı olamadık… Yazıklar olsun bize.

Başarısız insan türünün başarısız bireyleri olarak İLLA ki bir ‘İLLA’n vardır, oraya yönelt!

Çünkü yaşamak hiç bu kadar yük olmamıştı. ‘İLLA’n yoksa hepten anlamsız kalıyoruz.

OYSA Sen sonsuz ĞANİY biz ise sonsuz FAKİR… Ne güzel ikili olur ne güzel ilişkiler kurardık.

Ah be kızgınlığım… Hadi şimdi gel de bu kızgınlıkla Musa’yı anlama!”

Yûnus 10/88

وَقَالَ مُوسٰى رَبَّنَٓا اِنَّكَ اٰتَيْتَ فِرْعَوْنَ وَمَلَاَهُ ز۪ينَةً وَاَمْوَالًا فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۙ رَبَّنَا لِيُضِلُّوا عَنْ سَب۪يلِكَۚ رَبَّنَا اطْمِسْ عَلٰٓى اَمْوَالِهِمْ وَاشْدُدْ عَلٰى قُلُوبِهِمْ فَلَا يُؤْمِنُوا حَتّٰى يَرَوُا الْعَذَابَ الْاَل۪يمَ 

Vekâle mûsâ rabbenâ inneke âteyte fir’avne ve meleehu zîneten ve emvâlen fî-lhayâti-ddunyâ rabbenâ liyudillû ‘an sebîlik(e)(s) rabbenâ-tmis ‘alâ emvâlihim veşdud ‘alâ kulûbihim felâ yu/minû hattâ yeravû-l’ażâbe-l-elîm(e) 

TDV meali – Musa dedi ki: “Rabbimiz! Sen Firavun’a ve önde gelenlerine dünya hayatında süs ve mallar verdin. Rabbimiz! Senin yolundan saptırmaları için mi? Rabbimiz! Mallarını mahvet, kalplerini baskı altında tut. Bunlar bu acıklı azabı görünceye dek inanmayacaklar.

Süslü oyuncakları ile malları, mülkleri, servetleri, orduları, birlikleri, paktları, ekonomik kalkınmaları, getirdikleri düzen ile insanı kendi kendine yeteceğine inandıran tüm firavunlara lanet olsun!

Oysa O ĞANİY, biz FAKİR ne güzel ikili olurduk!

O verirdi biz alırdık, biz isterdik O verirdi… Alan memnun veren memnun… Ne O verdiğine ne biz aldığımıza pişman olurduk… Ne O verdiğini gözümüze sokardı ne de biz O’ndan aldık diye aşağılık komplekslerine kapılırdık.

Galiba biz O’ndan istemeyi bıraktığımız gün hüsrana düştük.

Kendimizi en kudretli zannettiğimiz an hüsrana düştük… 

Zirveye çıktığımız, tüm “en”lerin sahibi olduğumuzu zannettiğimiz gün hüsrana düştük.

Şimdi O’nun bir tek ‘İLLA’sına muhtacız!

Vesselam.



Önerilen İçerikler