بسم الله الرحمنِ الرحيم
HÂKKA 19-20. AYETİ – ‘ZAN’ – ‘KESİN BİLGİ’ İLİŞKİSİ
(Hâkka 69/19)
فَاَمَّا مَنْ اُو۫تِيَ كِتَابَهُ بِيَم۪ينِه۪ فَيَقُولُ هَٓاؤُ۬مُ اقْرَؤُ۫ا كِتَابِيَهْۚ
Fe-emmâ men ûtiye kitâbehu biyemînihi feyekûlu hâumu-kraû kitâbiyeh
(Hâkka 69/20)
اِنّ۪ي ظَنَنْتُ اَنّ۪ي مُلَاقٍ حِسَابِيَهْۚ
İnnî zanentu ennî mulâkin hisâbiyeh
Kur’an’ın bilgi sisteminin, insandaki Kur’an dışı bilgilerle alâkasını ve ilkesini kurduran bu ayetler “epistemolojik değer” açısından çok önemlidir.
Olaya dışarıdan bakanlar, bu ayetteki ‘ZANENTÜ’ kelimesinin, kelimenin kastettiği mananın tersine, “kesin bilmek” anlamına geldiğini söylemektedirler. Oysa bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Her şeyden önce ‘ZAN’ kelimesine tek bir yerde olsa bile “kesin bilgi” anlamı yüklemek, ‘zan’ ile “kesin bilgi” arasındaki sınırı yok etmek, puslu hâle getirmek ve bilgiyi değerlendirmede kullanılan değerleri ters yüz etmek anlamına gelecektir.
Ayete yaslanarak ‘zan’ kelimesine “kesin bilgi” anlamı verenler güya kendilerini ayetin cümle yapısına yaslamaktadırlar. Onlara göre ayetin başındaki ‘İNNİ’ edatı tekid edatıdır. Bir cümlenin başına hem anlamı kesinleştirecek bir tekid edatının gelmesi hem de “kesin olmayan bilgi” anlamına gelen ‘ZAN’ kelimesinin kullanılması bir çelişki doğuracaktır. Bu yüzden bu çelişkiden kurtulmanın çaresini ‘ZAN’ kelimesine “kesin bilmek” anlamı yükleyerek kurtulmuşlardır.
İki ayetin bahsettiği konuya yakından bakacak olursak ayetler, bize, ahirette kendi hesabı ile karşılaşan bir insanın sözlerini aktarmaktadır. Hakkında verilen hükmün “beraat hükmü” olduğunu öğrenen biri, buna sevinerek “İşte, alın şu kitabımı okuyun.” … “Ben hesabımın mülakisi olduğumu ‘kesinlikle’ zannediyordum.”
Buna benzer çeviriler, aslında isim cümlesini fiil cümlesine çeviren çevirilerdir. Normal şartlarda cümlenin İSİM CÜMLESİ formatında meallendirilmesi gereklidir çünkü cümle, isim cümlesinin başına gelen ‘İNNE’ edatı ile başlamış ve edata eklenen ‘Y’ harfini de kendisine zamir olarak mahallen nasb etmiştir.
Cümlenin geri kalanı ise haberdir. Haber cümlesi ise bir “fiil + fail”den ve bir de ‘ENNE’ edatından olayı kavrama dönüştürülmüş bir mef’ulü bih’ten oluşmuştur yani karşımızda, haberi fiil cümlesi olan bir İSİM cümlesi vardır. Bu yüzden habere ne anlam verilirse verilsin, ifadenin sonuna mutlaka “-DİR/-DIR” ekinin getirilmesi şarttır.
Haber cümlesinin mazi bir fiil ile başladığı göz önüne alındığında ise zorunlu olarak bir “-MIŞ” ekinin de getirilmesi gereklidir. Yani cümleye ne anlam verilirse verilsin haberin sonuna “-MİŞİMDİR/-MIŞIMDIR” şeklinde bir ek getirilmesi şarttır.
Cümlenin sonuna sanki cümle fiil cümlesi gibiymiş gibi, “-MIŞTIM/-MİŞTİM” şeklinde bir ek getirilmesi doğru değildir çünkü cümle isim cümlesidir ve ‘zanantü’ fiili ile başlayan cümle HABERdir ve o cümle MAHALLEN MERFUDUR.
Cümlenin sadece اِنّ۪ي ظَنَنْتُ (İnnî zanentu) kısmını ele alacak olursak bu ifadeye verilmesi gereken meal şöyle olmalıdır: “BEN KESİNLİKLE ZANNETMİŞİMDİR…”
İşte bu cümledeki “kesinlik” ve “zannetme” ifadeleri bir çelişki gibi durmaktadır çünkü kesinlikte zan olmaz, zanda kesinlik olmaz.
Akılları sıra işte bu çelişkiden kurtulmak için meseleyi ‘zan’ kelimesine “kesinlikle biliyordum” manası vererek çözdüklerini zannedenlerin perspektifinden bakacak olursak karşımıza şöyle bir sorun çıkmaktadır: Ayette konuşan kişi kendi geçmişinden yani dünya hayatından haber vermektedir. Eğer bu kişi dünya hayatında “Ben böyle bir durumla karşılaşacağımı kesinlikle biliyordum.” demişse bu durumda o kişi daha ölmeden ahiretteki durumunu kesin olarak biliyor anlamına gelecektir oysa bir resul bile “Yarın size ve bana ne yapılacağını bilmiyorum.” demişken nasıl olur da onun dışındaki insanlar daha ölmeden ahiretteki durumlarını kesin olarak bilebilirler? Kaldı ki ahiretteki durum asla bilginin konusu olamaz çünkü insan için henüz o olay yaşanmamıştır.
Henüz yaşamadığı ve nasıl yaşanacağı asla kendi ölçülerine bağlı olmayan bir şeyi sıradan bir insan nasıl olur da kesin olarak bilebilir?
Ayetlere dikkat edecek olursak bu kişinin ‘ZAN’ ettiği şey “ahiret, hesaba çekilmek, amel defterlerinin sağından veya solundan verilmesi” DEĞİLDİR. Bu kişi kendi defterinin sağından verileceğini ZANNETMİŞTİR; zaten insan, defterinin ne taraftan verileceğini sadece ve sadece ZANNEDEBİLİR yani bu kişi dünya hayatında zaten zannına konu olan bir durumu yaşadığını bildirmektedir fakat burada özellikle bilginin EPİSTEMOLOJİK değeri hususunda ‘ZAN’ ile “KESİN bilgi”nin ilişkisinin nasıl olması gerektiğine dair şahane bir ölçü vardır.
Ayette konuşan kişi eğer dünyadayken “öldükten sonra dirilmekten, hesaba çekilmekten, defterlerin sağdan veya soldan verilmesinden” şüphe duysaydı veya bunlara kesin olarak inanmasaydı asla ve asla ‘ZAN’ EDEMEZDİ.
Zanni bilginin kaynağı İKİ TANEDİR:
Biri kesin olmayan bir şeye yaslanmak; diğeri ise kesin olan bir şeye yaslanmak yani zannetmenin kaynağı sadece kesin olmayan bilgiler değil aynı zamanda kesin olan bilgiler de ZANNA kaynaklık ederler.
“Ölüm” kesin bilgidir fakat kişinin nasıl öleceği kesin bilginin kaynaklık ettiği zanni bilgidir. Eğer “ölüm” diye kesin bir bilgi olmasaydı nasıl ölüneceği zannı da anlamsız olurdu.
İnanan bir mümin için “öldükten sonra yaşanan hayatın hesabının verileceği” KESİN BİLGİDİR. Bu hesabın sonunda kişilerin cennet ya da cehenneme sevk edileceği de kesin bilgidir fakat her bir insanın hangi sınıf içinde olacağı kesinlikle sadece ZANNİ bilgidir; (lütfen dikkat edelim) fakat bu zanni bilgiye kaynaklık eden bilgi kesin bilgidir. Ahiretin olup olmayacağı hususunda tereddüt içeren bilgiye sahip olanların, hesaplarının nasıl olacağı hususunda fikir sahibi olmaları asla mümkün değildir zaten.
İstanbul’da yaşayan birinin oralarda bir yerlerde “Ankara” diye bir şehrin varlığı ile ilgili bir şüphesi varsa “Ankara” ile ilgili fikir sahibi olmazdan önce “Ankara”nın var mı yoksa yok mu olduğu hususunda karar vermesi gerekir. Böyle bir kararı yoksa, ona göre “Ankara” YOK HÜKMÜNDEDİR dolayısıyla böylesi bir kişinin kendisi açısından yok hükmünde olan “Ankara”ya işaret ederek “Ankara’ya gittiğimde şunlarla karşılaşabilirim de karşılaşmayabilirim de.” demesi sadece ahmaklıktır yani kendisi açısından yok hükmünde olan “Ankara” için ZANNİ bilgisi bile olmaz.
Kesin bir bilginin altına giren her zanni bilgi de kesin bilgidir fakat kesin bilgi temel alınarak ulaşılan her bilgi kesin bilgi değildir, sadece zandır.
Kesin bilgiye yaslanarak ulaşılan zanni bilginin kesinlik ifade etmesi ancak o zanni bilginin hakikatte zannedildiği gibi cereyan etmesine bağlıdır.
Kişi ahirete kesin inanır fakat ahiretteki durumu hakkında sadece zanneder. Bu zannının hakiki olarak gerçekleşmesi sadece ve sadece zannına kaynaklık eden kesin bilgiye olan inancına bağlıdır.
İnsan bu dünyadayken ahirette cehennemlik olacağı zannı ile de hareket edebilir, cennetlik olacağı zannı ile de hareket edebilir veya tıpkı Yahudiler gibi “Nasıl olsa bağışlanacağız.” diyerek zanni bir bilgiyi kesin bilgi olarak görerek de hareket edebilir. Bu zanlar ahiretteki durumu şekillendiren SONUÇLARDIR ama bu zanlar dünyadaki davranış kalıplarının REFERANSLARIDIR.
“Nasıl olsa bağışlanacağız.” şeklindeki bir inanca sahip olanlar dünyadayken bu inançlarına uygun davranışlarda bulunurlar.
“Nasıl olsa Allah bağışlamayacak.” diyenler de dünyadayken bu inançlarına uygun davranışlarda bulunurlar.
“Allah bağışlayacağına söz vermiş, eğer ben bu söze inanırsam ve bu inancıma uygun davranırsam ben de bağışlanabilirim.” diyenler de dünyadayken buna göre davranırlar.
Bu üç seçeneğe dikkat edilecek olursa üçüncü seçenekteki bilgi “BAĞIŞLANABİLİRİM.” şeklinde kesin olmayan bir ifade ile ifade edilmiştir çünkü bir mümin için bu bilgi KESİN İNANÇTAN YOLA ÇIKILARAK UMULAN ZANNİ BİR BİLGİDİR.
Kesin bilgilerin tamamı ölçüler ve ilkeler bazında tanımlanmış bilgilerdir. O ölçülere sahip olunması ve ilkelerin de uygulanması durumunda her sonuç kesinlikle sadece kesin bilginin söylediği şekilde gerçekleşecektir.
Mesela, “Saatte 120 km. hız ile giden bir araba 3.5 saatte Ankara’dan İstanbul’a ulaşır.” cümlesi aslında ölçü ve ilke bildiren bir cümledir, bu kriterleri sağlayan her kişi aynı sonuca ulaşır demektir. İşte, bu kesin bilgidir fakat bu kesin bilgiyi temel alıp yola çıkan hiç kimse hiç hız kesmeden veya çoğaltmadan, yolda başına bir kaza gelmeden 3.5 saatte İstanbul’a varacağından kesin emin olamaz.
Hâkka suresindeki “mümin”, dünyadayken öleceğine, öldükten sonra dirileceğine, diriltildikten sonra hesaba çekileceğine KESİN İNANMIŞTIR; zaten bu kesin inancı olmasaydı zannetmesi de olmazdı; insanların hesabının ya sağından ya da solundan verileceğine de inanmıştır fakat kendi hesabının ne taraftan verileceğine dair asla kesin bilgisi yoktur ve olmazdı da.
İşte bu yüzden ‘İNNİ ZANENTÜ’ demiştir. Onun bu söylemi aynı zamanda “BEN AHİRETE İNANDIM, ONA GÖRE YAŞADIM, DAVRANIŞ KALIPLARIMI “HESAP VERECEĞİM”E GÖRE BELİRLEDİM VE BU YÜZDEN BÖYLE BİR AKIBETLE KARŞILACAĞIMI UMDUM VE İŞTE UMDUĞUM GERÇEK OLDU.” anlamına da gelmektedir.
Bugün yaşayan bizler henüz ölmedik ama öleceğimize kesin inanıyoruz. Henüz dirilmedik ama dirileceğimize kesin inanıyoruz. Henüz kimse bizi yaşamımızdan dolayı hesaba çekmedi ama Yüce Allah’ın hesaba çekeceğine kesin inanıyoruz; bu yüzden henüz ölmeden hayatımızı Yüce Allah’ın emir ve nehiylerine göre düzenlemeye çalışıyoruz fakat böyle yaptığımızda kesin olarak hesabımızın sağımızdan verileceğine inanabilir miyiz? Kesin olarak buna inanabilmemizin bir tek yolu var: HER ŞEYİ KUSURSUZ YAPARSAK.
Kusurlu olduğunu bilen her mümin, cenneti çantada keklik olarak görmez.
Yüce Allah’ın günahları bağışlaması KESİNDİR fakat ahirette bağışlanmayı hak edenler arasında olup olmayacağımız, bağışlanmaya değer görülüp görülmeyeceğimiz asla kesin değildir. Bu yüzden ahirette “bağışlananlar” arasında olmayı isteyen her mümin, bağışlanabilecek bir hayat yaşamak zorundadır.
Bağışlanabilecek bir hayat yaşayan her mümin, ahirette defterinin sağdan verileceğini galip bir zanla ZANNEDEBİLİR ve hiç merak etmemelidir eğer ki ölçü ve ilkelere sahip olarak yaşıyorsa ahiret onun zannını HAKİKATE çevirecektir.
Zanni bilgi ile kesin bilginin ilişkisini çok ince bir ayarla belirleyen bu ayetteki ‘ZAN’ kelimesine “Kesin biliyordum.” şeklinde mana verenler her şeyden önce bu ilişkiyi puslu hale getirmektedirler.
Bu ayetler sadece ahiretteki bir durumla alâkalı değildir. Bu ayet ‘zan’ ile “kesin bilgi” ilişkisini belirlemektedir.
Kur’an da kesin (YAQİN) bilgidir. Kur’an dışındaki her bilgi kesinlikle sadece ZANNİ bilgidir. Bir mümin için Kur’an, bilgi namına her ne varsa her şeyin değerini belirleyen değişmez tek hakikattir. Hiçbir zanni bilgi Kur’an’daki bir bilgiye şekil veremez, değer yükleyemez, yön veremez, içerik belirleyemez ama Kur’an her bilgiye şekil verir, değer de yükler, yön de verir.
Bir mümin için Kur’an böyle değilse o mümin inancını gözden geçirsin çünkü Kur’an’a bundan daha aşağıda değer vermek ona İNANMAMAKTIR.
Kur’an’ın bu müstesna durumu varken bulunabilen her zanni bilgi ile onu açıklamaya kalkışmak Kur’an’ı zanni bilginin peşine takmaktır.
Zanni bilgiler ile Kur’an’a anlam yüklenemez.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين