EN İYİ BİLDİĞİMİZİ ZANNETTİĞİMİZ KISA SÛRELERLE İLGİLİ KÜÇÜK BİR MÜLAHAZA
NÂS SÛRESİ
Hiç kuşkusuz, Müslümanım diyen insanların ilk öğrendiği ve ezberlediği sûreler kısa sûrelerdir. Kısa sûreler içinden de en çok bilinen ve en çok ezberlenen sûrelerden biri de sıralamada Kur’an’ın en son sûresi olan NÂS sûresidir.
Nâs 114
قُلْ اَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِۙ ﴿١﴾ مَلِكِ النَّاسِۙ ﴿٢﴾ اِلٰهِ النَّاسِۙ ﴿٣﴾ مِنْ شَرِّ الْوَسْوَاسِ الْخَنَّاسِۙ ﴿٤﴾ اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ ﴿٥﴾ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ ﴿٦﴾
Kul e’ûżu birabbi-nnâs(i) meliki-nnâs(i) ilâhi-nnâs(i) min şerri-lvesvâsi-lḣannâs(i) elleżî yuvesvisu fî sudûri-nnâs(i) mine-lcinneti ve-nnâs(i)
Bu sûreye verilen meâller şu şekildedir:
1, 2, 3, 4, 5, 6. De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah’ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melîkine (mutlak sahip ve hâkimine) insanların İlâhına sığınırım!
Bu sûrenin i’râbı şu şekildedir:
Âyetin birinci i’râbı: En baştaki “qul“ (قُلْ) müfred-müzekker emir fiil, fâili müstetir “sen“ (انْتَ) (ente), sonrasındaki âyet sonuna kadar olan cümle ise “mefulü bih”tir.
Aslında NÂS sûresi kesinlikle nokta koyulması mümkün olmayacak şekilde tek bir cümledir. Yani 6 âyet değil 1 âyettir.
Hani diyorlar ya; namazda en az 3 âyet okunmalıdır diye… Meselâ; buna göre biri İLÂHİNNAS, MİN ŞERRİL VESVÂSİL HANNÂS, ELLEZÎ YUVESVİSU FÎ SUDÛRİNNÂS şeklinde 3 âyet okusa, aslında hiçbir şey dememiş olur. Çünkü bu âyetlerin öncesi ve devamı olmadan asla anlamı olan bir şey denmiş olmuyor.
Yani NAHİV açısından sûreyi âyetlere bölmenin imkânı yoktur. Zaten metne dikkatlice bakarsanız NÂS, HANNÂS kelimelerinin üzerinde minicik bir LÂ harfi vardır…Bu harfler “sakın durma, durmak caiz değil” anlamında secâvend harfleridir.
Madem ki kesinlikle durma, deniliyor, o hâlde neden âyet sonları belirleniyor?
Tabi ki ŞİİRE benzesin diye!
Bu âyetin yazı düzeni ile alâkalı bir durum: Önce metnin yazı düzenine hiçbir gramer kuralına uygun olmayan bir şekil veriliyor.
Yapılan iştikâkları doğru kabul etsek bile bu sefer o iştikâka göre belirlenen edatlar ve kelimeler başka mânâlara çekiliyor.
Meselâ; اَلَّذ۪ي يُوَسْوِسُ ف۪ي صُدُورِ النَّاسِۙ مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ (elleżî yuvesvisu fî sudûri-nnâs(i) mine-lcinneti ve-nnâs(i)) bu cümlede geçen ELLEZÎ ism-i mevsûlü ve FÎ harfi cerini ele alalım.
Bu iki edata ne mânâ verildiğini anlamak için birkaç meâle bakalım:
Edip Yüksel meâli – “Onlar halkın göğsüne fısıldarlar.”
Elmalılı Hamdi Yazır meâli – O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar.
Elmalılı meâli (Orijinal) – Ki vesvese verir sinelerinde nâsın
Erhan Aktaş meâli – O ki insanların göğüslerine vesvese verir,
Hasan Basri Çantay meâli – ki o, insanların göğüslerine dâima vesvese verendir.
Hayrat Neşriyat meâli – “O ki, insanların sînelerinde vesvese verir!”
İlyas Yorulmaz meâli – “O aldatıcılar ki insanların göğüslerine vesvese verirler
Mustafa İslamoğlu meâli – o ki, sürekli kalplerine fısıldıyor insanların;
Ömer Nasuhi Bilmen meâli – «Ki O, nâsın göğüslerinde vesvesede bulunur.»
Suat Yıldırım meâli – O ki insanların kalplerine vesvese verir,
Süleyman Ateş meâli – O ki insanların göğüslerine (kötü düşünceler) fısıldar.
Süleymaniye Vakfı meâli – Kötülüğü insanların içine fısıldayandan;
Şaban Piriş meâli – İnsanların gönüllerine vesvese sokan
Bu meâller içinde EDİP YÜKSEL meâli âyette tekil olarak geçen اَلَّذ۪ي (elleżî) ism-i mevsûlüne çoğul olarak ONLAR anlamı vermiş.
(Elinde 19 var ya, istediği kelimeye istediği mânâyı verme yetkisi elde etmiş galiba)
Diğer meâller âyette geçen FÎ harfi cerine ne mânâ vermişler?
ف۪ي صُدُورِ (fî sudûri)… İFADE BU.
ŞABAN PİRİŞ… gönüllerine… (اِلٰى anlamı)
SV… içine… (اِلٰى anlamı)
S.ATEŞ… göğüslerine… (اِلٰى anlamı)
S.YILDIRIM… Kalplerine… (اِلٰى anlamı)
Ö.N.BİLMEN… Göğüslerinde… ( ف۪ي anlamı)
M.İ (genetikçi)… kalplerine… (اِلٰى anlamı)
Diğerleri içinde, Hayrât Neşriyat meâli ve Elmalılı, Ömer Nasuhi Bilmen gibi harfi ceri kendi mânâsında alarak GÖĞÜSLER +İNDE anlamı vermiş, geri kalanları GÖĞÜSLER +İNE diyerek FÎ harfi cerine İLE anlamı vermişlerdir.
Küçücük bir harfi cer İNDE olsa ne olur İNE olsa ne olur? Genelde, “Müminim” diyenlerin gösterdiği tavır bu.
Aslında bu âyetlerle ilgili önce hayal ediliyor, daha sonra o hayalin üzerine âyet monte ediliyor.
Mesela FÎ harfi cerine hem İNDE hem de İNE anlamı verenlere şöyle bir soru soralım:
Göğüslerinde veya göğüslerine vesvese verir NE DEMEKTİR?
Cevabı Kurtubî’den arayalım:
![]() |
![]() |
ŞEYTAN, ÂDEM OĞLUNUN İÇİNDE KANININ AKTIĞI GİBİ AKAR.
Yani şeytan içimizde, o halde GÖĞÜSLERİNE VESVESE VERİR olmaz çünkü Kurtubî’ye göre şeytan zaten orada.
Peki GÖĞÜSLERİNDE olur mu? Hayır o da olmaz. Çünkü GÖĞÜSLERİNDE VESVESE VERİR denmesi durumunda KİME? veya NEREYE? diye bir soru çıkar karşımıza.
Hadi diyelim ki şeytan insanın içinde kanın akması gibi akmaktadır. İyi ama, sûre MİNEL CİNNETİ VEN NÂS diye bitiyor. Yani İNSAN denilen şeytanın da damarda kan gibi akması gerekmektedir!?
Sonra, nasıl olur da ELLEZÎ tekil olduğu halde minel cinneti vennâs o kelimeye dönen sıla cümlesi olur?
Hadi hepsini es geçtik, âyetin nahvinin mahvolmasına göz yumduk diyelim ama bu âyet ne diyor?
Diyelim ki şeytanın vesvese vermesi vahiy yoluyladır. (Enam 112’de şeytanın dostlarına(!) vahyetmesini de delil getirelim) Peki ama insan sudûrlara nasıl vesvese verir? O da mı vahyederek vesvese verir?
Kaldı ki Enam 112’de şeytan her insana değil, DOSTLARINA vahyeder deniliyor.
İnsanın bir diğer insana vesvese vermesi kesinlikle ve kesinlikle bilgiyi aktarma yollarından biriyle olmak zorundadır. İşaret yoluyla, konuşma yoluyla, yazı yoluyla… Bir insanın diğer insana başka bir yolla bilgi aktarabilmesi mümkün değildir ki.
İster işaret ister yazı, isterse söz şeklinde olsun, bu telkinler kişinin sudûruna değil, AKLINADIR!
MESELÂ, Âdem-İblis kıssasını ele alalım:
A’râf 7/20
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ
Fevesvese lehumâ-şşeytânu liyubdiye lehumâ mâ vûriye ‘anhumâ min sev-âtihimâ vekâle mâ nehâkumâ rabbukumâ ‘an hâżihi-şşecerati illâ en tekûnâ melekeyni ev tekûnâ mine-lḣâlidîn(e)
SV meâli – Sonra Şeytan her birinin bedeninin örtülü yerlerini açıp diğerine göstermek için şöyle vesvese verdi: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması sadece hükümdar (saltanat sahibi) olmanızı ya da ölümsüzleşmenizi engellemek içindir.”
Bu ve diğer meâllerde âyetin başında geçen; فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ (fevesvese lehumâ-şşeytânu) cümlesi “Şeytan ikisine vesvese verdi.” şeklinde çevrilmektedir. Bir kere; kelime zaten fiildir, ikincisi; kelimeye “vesvese vermek” gibi bir anlam vermek kelimeyi mastara çevirip bir de “vermek” fiili eklemek demektir. Meâldeki “vesvese vermek” ifadesini Türkçeden-Arapçaya çevirdiğinizde karşınıza ETA VESVESEN şeklinde bir cümle çıkacaktır ya da E’TA’L VEHME çıkacaktır.
Hadi diyelim ki buna da göz yumduk…
ŞEYTAN ÂDEM’E HANGİ YOLLA VESVESE VERMİŞTİR?
Konuşarak mı? Vahyederek mi?
“Şeytan ikisine vesvese verdi.”
Bu cümleden ne anlamalıyız?
Aslında hem meâl yazarları hem de meâlleri okuyanlar ne böyle bir soru sormuştur ne de fiil formunda gelen kelimenin nasıl olur da bir mastar ve bir de fiilden oluşan mânâya geldiğini merak etmiştir.
Her zaman karşımızdaki cümlenin ne dediği değil, bizim ne anladığımız konuşulmuş ve bunun üzerinden yorumlar yapılmıştır.
Eğer vesvese ve VAHİY aynı yolla Âdem’e (ya da insana) geliyorsa gelenin şeytanın vesvesesi mi yoksa vahiy mi olduğu nasıl anlaşılacaktır?
Kaldı ki zaten insanın damarlarında kan gibi dolaşabilen şeytanın VAHYETMESİ gereksizdir.
Çünkü vahiy kelimesi bir haberi kaynağından hedefine ulaştırmak anlamındadır. Haberin (vesvesenin) kaynağı -şeytan olan- zaten sudûrlardaysa zaten haberi ulaştırması gereken yerdedir demektir. Bu durumda vahiy etmesi saçmalık olacaktır.
Hakikaten, ne demektir ŞEYTAN İKİSİNE VESVESE VERDİ?
Ne yaptı? Kulağına eğilip fısıldadı mı? Bir haberi telepati yoluyla Âdem’in sudûruna şırınga mı etti? Âdem’in beyninin içine girip demek istediklerini bir şekilde beynine mi yerleştirdi? Ne yaptı?
İblis Âdem ile o kadar konuşuyor, bu konuşma aslında konuşma değil telepati mi? Vahiy mi? Yani hakiki bir konuşma değil mi? Nedir?
Araf 7/20
فَوَسْوَسَ لَهُمَا الشَّيْطَانُ لِيُبْدِيَ لَهُمَا مَا وُ۫رِيَ عَنْهُمَا مِنْ سَوْاٰتِهِمَا وَقَالَ مَا نَهٰيكُمَا رَبُّكُمَا عَنْ هٰذِهِ الشَّجَرَةِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَا مَلَكَيْنِ اَوْ تَكُونَا مِنَ الْخَالِد۪ينَ
Sonra Şeytan her birinin bedeninin örtülü yerlerini açıp diğerine göstermek için şöyle vesvese verdi: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması sadece hükümdar (saltanat sahibi) olmanızı ya da ölümsüzleşmenizi engellemek içindir.”
Araf 7/21
وَقَاسَمَهُمَٓا اِنّ۪ي لَكُمَا لَمِنَ النَّاصِح۪ينَۙ
Onlara yemin etti: “Ben ikinizin de iyiliğini istiyorum.”
Şeytan BU SÖZLERİ ÂDEM’E NASIL ULAŞTIRDI? HANGİ YOLLA ULAŞTIRDI? Söz olarak değil de mânâ olarak mı ulaştırdı?
Diyelim ki mânâ olarak ulaştırdı. Bunu nasıl yaptı?
O İKİSİNE; BEN İKİNİZ İÇİN NASİHUNLARDAN BİRİYİM, DİYE YEMİN ETTİ.
Bu yemini nasıl yaptı?
Aynı durum NÂS sûresi için de geçerlidir: İNSANIN SUDÛRUNA VESVESE VEREN CİNLERDEN VE İNSANLARDAN OLAN HANNAS.
Sûre EÛZU ile başlıyor.
KENDİSİNDEN KAÇIP İNSANLARIN RABBİNE, İLÂHINA, MELİKİNE SIĞINACAĞIMIZ O VESVESE NEDİR? HANGİ YOLLA YAPILIR?
Eğer vahiy yoluyla ise bundan nasıl kurtulacağız? Daha da önemlisi NASIL BİLECEĞİZ?
VESSELAM.
Katılımcı: “Ben siz ikiniz için o nasihunlardan biriyim.” Aslında nasihun olan birilerinin bilgisi var o ikisinde, şeytan onları onlardan biri olduğuna ikna ediyor. Tabi meâllerde bu şekilde değil de “ben sizin iyiliğinizi istiyorum” şeklinde mânâ verilince konu orada perdeleniyor zaten. Bu durumda; bilinmeyen beklenmedik bir şekilde değil, basbayağı bilinen, beklenen kişilerden biri gibi görünerek kandırıyor.
R.D.: O âyetin altını çizdiğimde en çok dikkat çekenin senin dediğin olacağını tahmin etmiştim… Şimdilik mesele bu değil… Bunu nasıl yapıyor? O konuşma hangi yolla Âdem’e ulaşıyor? ŞEYTAN; DEDİKLERİNİ ÂDEM’E NASIL ULAŞTIRDI? SÖZ, YAZI, İŞARET, TELAPATİ vs. ile mi?
Katılımcı: Vahyederek mi?
R.D.: Şeytan sadece dostlarına vahyeder:
Enam 6/112
وَكَذٰلِكَ جَعَلْنَا لِكُلِّ نَبِيٍّ عَدُوًّا شَيَاط۪ينَ الْاِنْسِ وَالْجِنِّ يُوح۪ي بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍ زُخْرُفَ الْقَوْلِ غُرُورًاۜ وَلَوْ شَٓاءَ رَبُّكَ مَا فَعَلُوهُ فَذَرْهُمْ وَمَا يَفْتَرُونَ
Vekeżâlike ce’alnâ likulli nebiyyin ‘aduvven şeyâtîne-l-insi velcinni yûhî ba’duhum ilâ ba’din zuḣrufe-lkavli ġurûrâ(an)(c) velev şâe rabbuke mâ fe’alûh(u)(s) feżerhum vemâ yefterûn(e)
İşte böyle. Her nebiye, insan ve cin şeytanlarını düşman ettik. Aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Gerekeni (onların tercihine bırakmasa da) Rabbin yapsa bunu yapamazlar. Sen onları iftiralarıyla baş başa bırak.
Hicr 15/42
اِنَّ عِبَاد۪ي لَيْسَ لَكَ عَلَيْهِمْ سُلْطَانٌ اِلَّا مَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْغَاو۪ينَ
İnne ‘ibâdî leyse leke ‘aleyhim sultânun illâ meni-ttebe’ake mine-lġâvîn(e)
SV meâli – “Kullarımın üzerinde senin bir üstünlüğün (gücün, yetkin) yoktur. Yanlışa saplanıp sana uyanlar başka.”
Katılımcı: Şeytan konuşuyor (قال dedi). Bu konuşma ile karşıdakinin içinde (فى) vesvese oluşuyor. Desek olur mu?
R.D.: Bu sadece yorum olur. Delil olmaz.
Katılımcı: Şeytan meleklerdense ve bahçe de bu dünyada ise melekler dünyaya insan sûretinde geldiklerine göre bire bir konuşarak yani sözle…
R.D.: CENNET kelimesinin bahçe olması durumunda الْجَنَّةَ (el-cennete) kelimesinin MARİFE oluşunu açıklayamazsınız. Hatta هٰذِهِ الشَّجَرَةَ (hâżihi-şşecerate) bu ifadeyi de açıklayamazsınız.
Katılımcı: Şeytan Âdem’in karşısına insan sûretinde gelmiş olmalı, dolayısıyla diyalog da söz ile olmalı. Zira daha önce insan ile melekler sürekli insan kılığında karşı karşıya gelmiş. Dillerin öğretilmesi konuşmanın öğretilmesi vs.
R.D.: Bu dediğinizi delillendirebilirseniz kanaatimce doğru bir istikamet yakaladınız, demektir. Meselâ; şöyle bir soru soralım: ŞEYTAN ÂDEM’İN KONUŞTUĞU DİLİ NERDEN BİLİYORDU?
Şeytanın yanlış telkinini değil, BU TELKİNİ HANGİ YOLLA YAPTIĞINI SORUYORUM.
Katılımcı: İnsana konuşmayı melekler öğretti. Şeytan da meleklerden bir varlık. Şeytan öğrettiği dili nasıl bilmez.
R.D.: Devam edin lütfen, iyi gidiyorsunuz.
Katılımcı: Âdem’e konuşan şeytan ile bize -olası- vesvese verebilen şeytanı aynı varlık gibi mi düşünmeliyiz?
R.D.: VAHİY; bir haberi ulaştırma şeklidir… Haberin sözlü, işaret ya da yazılı olması önemli değildir.
Konu açılsın ve anlamaya doğru yönelsin diye bir soru daha sorayım:
MELEKLER İNSAN İLE İZİNSİZ İRTİBATA GEÇER Mİ? CİNLER İSTEDİKLERİ ZAMAN İNSAN İLE İRTİBATA GEÇEBİLİR Mİ?
Konu sıralaması olarak önce melekler ve cinler, daha sonra iblis ve şeytana geliriz. Mesele biraz daha anlama yönüne aksın diye bir soru daha sorayım:
MELEK, CİN, İBLİS, ŞEYTAN. Bunlar farklı farklı varlık türü müdür? Yoksa bu kelimeler SIFÂTÎ kelimeler midir?
Katılımcı: Melekler insanlara konuşmayı, yazmayı ve diğer şeyleri öğretti. İnsanlar onların melek olduğunu anlamadı. İbrahim (as) Lut (as) bile gelenlerin melek olduğunu anlamadı. Çünkü insan gibi görünüp aynı dili konuşuyorlardı. Aynı şekilde şeytan da Âdem’in karşısına insan kılığında geçti, aynı dili konuştu. Âdem karşısındakinin şeytan olduğunu anlamadı bile. Tıpkı; ilk insanlar gibi, İbrahim gibi, Lut gibi diye düşünüyorum.
R.D.: 👍
Katılımcı: Şu olabilir mi; Allah şeytanı Âdem’e melek olarak gönderdi. Ama şeytan Allah’ın mesajı yerine kendi sözlerini söyledi.
R.D.: Sadece yorum olur.
Katılımcı: Hepsi de cin türü varlıklar. Melek, şeytan, iblis… Bunlar sıfatları.
R.D.: Güzel, ama delil verseniz çok daha iyi olur.
Katılımcı: “Ben insanları ve Cinleri Bana ibadet etsinler diye yarattım.” âyeti.
R.D.: Güzel, SADECE İKİ VARLIK TÜRÜ SAYILIYOR. Üçüncü bir tür yok.
Katılımcı: Hicr 42’de “Takvâ sahipleri üzerinde yaptırım gücün yok deniyor.” “Onlara vahyedemezsin, izin vermem” demiyor.
R.D.: Doğru düşünüyorsunuz. SENİN SULTANIN YOK (لَيْسَ لَكَ سُلْطَانٌ) (leyse leke sultânun) demek, YETKİN YOK demektir. Sultan kelimesi tam da YETKİ anlamına gelmektedir.
İster söz ister telepati ister işaret yoluyla olsun, ŞEYTAN VE ÂDEM KONUŞUYORLAR ve birbirlerini anlıyorlar.
Her ikisi de birbirlerini anlamayı sağlayan o şeyi nerden biliyorlar? Cevap şimdilik ‘Allah öğretti’ diyelim. Peki, Allah bir şeyi nasıl öğretir? Şûrâ sûresi 51.âyette “Yüce Allah’ın bir beşerle karşılıklı konuşması olamaz.” diyor. O hâlde; ‘(hâşâ) Yüce Allah duvardaki tahtaya yazarak bir sınıfta öğretmedi’, demektir.
“Allah beşerle karşılıklı konuşmaz diyorsa” ve dendiği gibi eğer Musa ile ister perde gerisinden ister başka yolla karşılıklı konuşulmuş ise ya bu ŞÛRÂ 51. ÂYETİ YANLIŞ ANLAŞILIYOR YA DA Â’RÂF SÛRESİNDEKİ O KONUŞMA YANLIŞ ANLAŞILIYOR demektir, değil mi?
Meselâ;
Maide 5/110
اِذْ قَالَ اللّٰهُ يَا ع۪يسَى ابْنَ مَرْيَمَ اذْكُرْ نِعْمَت۪ي عَلَيْكَ وَعَلٰى وَالِدَتِكَۢ اِذْ اَيَّدْتُكَ بِرُوحِ الْقُدُسِ تُكَلِّمُ النَّاسَ فِي الْمَهْدِ وَكَهْلًاۚ وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ وَاِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطّ۪ينِ كَهَيْـَٔةِ الطَّيْرِ بِاِذْن۪ي فَتَنْفُخُ ف۪يهَا فَتَكُونُ طَيْرًا بِاِذْن۪ي وَتُبْرِئُ الْاَكْمَهَ وَالْاَبْرَصَ بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ تُخْرِجُ الْمَوْتٰى بِاِذْن۪يۚ وَاِذْ كَفَفْتُ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَنْكَ اِذْ جِئْتَهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ اِنْ هٰذَٓا اِلَّا سِحْرٌ مُب۪ينٌ
SV meâli – Bir gün Allah şöyle diyecektir: “Meryem oğlu İsa! Sana ve annene yaptığım iyilikleri hatırla! Hani seni Kutsal Ruh’la (Cebrail ile) destekliyordum; beşikteyken de yetişkinken de insanlarla konuşuyordun. Sana kitabı ve hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretmiştim. İznimle balçıktan kuş şeklinde bir şey yaratır, sonra ona üflerdin de yine iznimle kuş olurdu. Anadan doğma körleri ve alaca hastalarını iznimle iyileştirirdin. Yine iznimle ölüyü (mezardan diri olarak) çıkartırdın. İsrailoğullarına senden el çektirmiştim, çünkü onlara açık mucizelerle geldiğin halde içlerinden bunu görmek istemeyenler ‘Bu açık büyüdür!’ demişlerdi.”
Bu âyette وَاِذْ عَلَّمْتُكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَالتَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۚ (ve-iż ‘allemtuke-lkitâbe velhikmete ve-ttevrâte vel-incîl(e)) “SANA KİTABI, HİKMETİ, TEVRAT’I, İNİCİL’İ ÖĞRETMİŞTİM…” deniliyor. Şimdi soru şu: İsa’ya Kitap, hikmet, Tevrat ve İncil hangi yolla öğretiliyor?
Katılımcı: İblis enerjik bir varlıksa bu bizatihi insanın kendi aklı olamaz mı? Ayrıca şeytanın vesvesesi bizim anlamamız için bir sahne gösterisi olabilir mi?
R.D.: Bu sadece yorum olur, kaldı ki iblisin enerjik veya fiziki bir varlık olması başka bir şey, bir haberi ulaştırması başka bir şeydir. Dahası; dediğiniz gibi anlarsak, mesele; aslında öyle bir konuşmanın olmadığı, aslında kimsenin kimseye bu sözleri söylemediği SANAL bir gösteri şekline bürünür.
Kesinlikle FİZİKÎ’dir.
MELEK, CİN, İBLİS, ŞEYTAN kafalarına göre takılabilirler mi?
Kadr/4
تَنَزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ
S.ATEŞ meâli – O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar.
İzin olmadan ne melek ne ruh ne Cebrail ne de başka biri hareket edemez. İçinde İZİN kelimesinin geçtiği bütün âyetlere bakıldığında YAPRAK bile izinsiz düşmüyor. İZİN; ‘bir şeyi yapma yetkisi vermek’ demektir. Verilen iznin faaliyetin içeriği ile direkt bir alâkası yok. İzin bir yetki kullanmak için istenir. O yetkiyi alan iyiye de kullanır kötüye de kullanır. Bu onun seçimidir.
Katılımcı: Demek ki kendi inisiyatifi ile yapıyor İblis.
R.D.: İyi ama BU NASIL OLUR?
Katılımcı: Â’râf 15 ve Sâd 80’deki enzirni/munzarin bir tür izin sayılır mı?
Kâle inneke mine-lmunzarîn(e)
“Sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin”, buyurdu.
R.D.: MUNZARİN veya ENZİRNİ ifadeleri tam olarak izin değil, ‘BENİ OLDUĞUM HAL ÜZERE BIRAK’ demektir. Yani aslında bu izin ona daha önceden verilmiş, o, “Bu izni benden alma.” diyor.
“KONUŞAN KİM?” sorusu çıkıyor ortaya.
Konuyu derli toplu bir arada tutmak ne kadar zor, değil mi? İnsanın kafası yoruluyor.
NÂS sûresine dönecek olursak;
VESVESE kelimesi, muhatabını daha önceden çok iyi bildiği ve hatta inandığı bir şeyde İKİLEME DÜŞÜRMEK, o konudaki eminliğini ortadan kaldırmak, anlamındadır. Vesvese sadece ve sadece SÖZLE yapılabilen bir şeydir.
Meâller FÎ SUDÛRİNNÂS ifadesine “göğüslerine” veya “göğüslerinde” mânâlarını vermişlerdi.
Katılımcı: İnsanları ve cinleri bana kulluk etsinler diye yarattım derken irade sahibi olanlar sadece bunlar demek istiyor. Diğerlerinin kulluk etmeme gibi bir seçeneği yok. Nâs’da da cinneti vennâs geçiyor. Vesvese de bu iradeli varlıkların bir özelliği.
R.D.: Zaten Kur’an diğer varlıklar için KUL tabirini kullanmıyor. İBAD tabirini de kullanmıyor. SAHHARA diyor. Çünkü ABD sadece akıllı ve iradeli varlıkların olabileceği bir şeydir. İçinde akıl ve iradenin olmadığı bir şey ABD olmaz. Güneş, ay, yıldızlar, dağlar, kuşlar, ırmaklar, çiçekler, ağaçlar ABD değildir, olamazlar da çünkü ABD olmak akıl ve iradeli olmanın gereğidir.
KÂLE, bir sözün söylenmesidir. İçerikle alâkalı değildir. VESVESE ise sözün içeriğinden haber veren bir kelimedir.
Meselâ; Hicr, Â’râf, İsrâ ve diğer sûrelerde İblisin Yüce Allah ile konuşmalarından bahsedilir ve orada hep KÂLE der. Âdem-şeytan konuşmasında vahiy kelimesi geçmiyor.
Meselâ; NECVA kelimesi de ‘karşılıklı konuşmak’ mânâsındadır. Burada sözün içeriği önemlidir çünkü NECVA kelimesi sıradan bir konuşma değil, ‘plân yapmak için diğerlerinden gizli bir şekilde toplantı yapmak’ demektir, dahası Nedaye kelimesi de konuşmaktır, burada da konuşmanın şekline dikkat çekilmektedir. KÂLE ise sözün hangi yöntemle söylendiğine değil, sadece söylendiğine dikkat çeker. Yani kâle geçen yerlerde ‘sözün kendisi’ ön plandadır ama VESVESE kelimesinde ‘sözün söylenme amacı’ önemlidir.
VESVESE’nin amacı muhatabını inandığı hususlarda ikileme düşürmek olan konuşma.
Tâ-Hâ sûresi 120’de Vesvese ve Kâle aynı cümlede geçmiş.
Tâ-Hâ 20/120
فَوَسْوَسَ اِلَيْهِ الشَّيْطَانُ قَالَ يَٓا اٰدَمُ هَلْ اَدُلُّكَ عَلٰى شَجَرَةِ الْخُلْدِ وَمُلْكٍ لَا يَبْلٰى
Fevesvese ileyhi-şşeytânu kâle yâ âdemu hel edulluke ‘alâ şecerati-lḣuldi vemulkin lâ yeblâ
Diyanet meâli (Yeni) – Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: “Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?”
Burada vesvese de fiil, kâle de fiil. DEMEK Kİ şeytan vesvese işini SÖZ söyleyerek yapmış.
VESVESE VERDİ ifadesine dikkat ediniz. ‘Vesvese + vermek’
Kelime VESVESE zaten, yapılan tek şey. Vesvese kelimesini fiilden mastara dönüştürmek ve ona vermek fiilini eklemek.
Tâ-Hâ sûresindeki kıssa nasıl başlıyor?
Tâ-Hâ 20/116
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى
Ve-iż kulnâ lilmelâ-iketi-scudû li-âdeme fesecedû illâ iblîse ebâ
SV meâli – Bir gün meleklere “Âdem’e secde edin!” demiştik, hemen secdeye kapanmışlardı ama İblis secde etmedi, direndi.
Bakın; bu âyette secde etmeyen İBLİS.
Tâ-Hâ 20/117
فَقُلْنَا يَٓا اٰدَمُ اِنَّ هٰذَا عَدُوٌّ لَكَ وَلِزَوْجِكَ فَلَا يُخْرِجَنَّكُمَا مِنَ الْجَنَّةِ فَتَشْقٰى
Fekulnâ yâ âdemu inne hâżâ ‘aduvvun leke velizevcike felâ yuḣricennekumâ mine-lcenneti feteşkâ
SV meâli – Dedik ki “Bak Âdem! Bu sana da eşine de düşmandır. Sakın sizi bu bahçeden çıkarmasın yoksa mutsuz olursun.
Bu âyetteki HÂZÂ ise bir önceki âyette geçen İBLİS kelimesine bedel olan bir kelime değil mi? ama 120. âyette İBLİS değil ŞEYTAN deniliyor.
Şeytan ile İblis aynı kişi midir? Lütfen bu soruyu aklınızda tutarak bir de şuna bakın:
İsrâ 17/61
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ قَالَ ءَاَسْجُدُ لِمَنْ خَلَقْتَ ط۪ينًاۚ
Bir gün meleklere: “Âdem’e secde edin” dedik; hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı. “Çamur olarak yarattığına secde mi ederim?” dedi.
İsrâ 17/62
قَالَ اَرَاَيْتَكَ هٰذَا الَّذ۪ي كَرَّمْتَ عَلَيَّۘ لَئِنْ اَخَّرْتَنِ اِلٰى يَوْمِ الْقِيٰمَةِ لَاَحْتَنِكَنَّ ذُرِّيَّتَهُٓ اِلَّا قَل۪يلًا
Sonra ekledi: “Kendine baktın mı! Bana tercih ettiğin bu mu? Beni (mezardan) kalkış gününe kadar yaşatırsan birazı dışında onun bütün soyunu kendime bağlarım” dedi.
Â’râf 7/16
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
Şeytan dedi ki “Madem beni aşırılığa sen sevk ettin, ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim.
Bu meâlde ŞEYTAN olarak geçen kelime şeytan değil, İBLİS.
Â’râf 7/17
ثُمَّ لَاٰتِيَنَّهُمْ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ وَعَنْ اَيْمَانِهِمْ وَعَنْ شَمَٓائِلِهِمْۜ وَلَا تَجِدُ اَكْثَرَهُمْ شَاكِر۪ينَ
Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Göreceksin, onların çoğu sana karşı görevlerini yerine getirmeyecektir.
BUNLAR VE BURAYA ALDIĞIM ÂYETLERDE TEHDİTLER SAVURAN, “ŞÖYLE YAPACAĞIM, BÖYLE YAPACAĞIM” DİYEN KİŞİ İBLİS.
Hicr sûresinde de bu tehditleri savuran, “şöyle yapacağım, böyle yapacağım” diyen İblis.
Ama Âdem’e gelen iblis değil ŞEYTAN.
Şimdi tekrar soralım: İBLİS VE ŞEYTAN AYNI KİŞİ MİDİR?
Şahsen, bugüne kadar, Kur’an’ın hiçbir yerinde İBLİS’in şeytana dönüşmesine bir delil bulamadım. (“Yok.” demiyorum, “ben bulamadım.” diyorum.)
Bu âyette MİNEL MUNZARİN deniliyor:
Hicr 15/37
قَالَ فَاِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَۙ
(Allah) Dedi ki “Sen kendisine süre verilenlerdensin.”
Bu âyette SECDE ETMEYEN SADECE İBLİS DEĞİL:
Â’râf 7/11
وَلَقَدْ خَلَقْنَاكُمْ ثُمَّ صَوَّرْنَاكُمْ ثُمَّ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَۗ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ لَمْ يَكُنْ مِنَ السَّاجِد۪ينَ
Atanızı yarattık, sonra biçim verdik. Daha sonra meleklere “Âdem’e secde edin!” dedik. Hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı. O, secde edenlere katılmadı.
İblis yalnız değil:
Â’râf 7/15
قَالَ اِنَّكَ مِنَ الْمُنْظَر۪ينَ
Allah dedi ki “Sen de yaşatılacaklardansın.
Bu âyette de İblis tek değil:
Bakara 2/34
وَاِذْ قُلْنَا لِلْمَلٰٓئِكَةِ اسْجُدُوا لِاٰدَمَ فَسَجَدُٓوا اِلَّٓا اِبْل۪يسَۜ اَبٰى وَاسْتَكْبَرَ وَكَانَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ
Meleklere “Âdem’e secde edin!” dediğimizde hemen secdeye kapandılar ama İblis öyle yapmadı, büyüklenerek direndi ve kâfirlerden oldu.
Sonuçta MİNE-L MUNZARİN, KÂNE MİNE-L KÂFİRÎN ifadelerinden İBLİS’in İLK olmadığı, ondan önce de MUNZARİN olanların ve ondan önce de KÂFİRÎN olanların olduğu anlaşılıyor, değil mi?
Katılımcı: İblis daha bu ayak diremeyi yapmadan önce kafirler var, o da onlara katılıyor.
R.D.: Evet, burada üzerinde durmamız gereken şey HEM DE EL TAKISIYLA GELEN el-kâfirîn ve el-munzarin KİMLER?
Bir soru daha soralım: EĞER ORTADA ALLAH’IN BELİRLENMİŞ BİR DİNİ YOKSA, İBLİS VE ONDAN ÖNCEKİLER NASIL KÂFİR OLARAK ADLANDIRILABİLİNİR?
NÂS sûresindeki FİS SUDÛR kelimesinde SUDÛR nedir?
Cümle; SUDÛRLAR +INDA mı, yoksa SUDÛRLAR+INA mı, yoksa daha başka bir şey mi?
Meâl ve tefsirlerde FÎ SUDÛRİNNÂS ifadesine İNSANLARIN GÖĞÜSLER+İNE veya İNSANLARIN GÖĞÜSLER+İNDE mânâlarının verildiği görmüştük.
‘Fî sudûrinnâs’ ifadesine ‘göğüslerine’ mânâsı verilmesi âyette geçen FÎ harfi cerinin İLE harfi cerine dönüştürülmesi anlamına gelmektedir. Evet, harfi cerlerin birbirlerinin yerine kullanılması nahiv açısından mümkündür. Fakat her zaman asıl olan, harfi cerlerin kendi anlamlarında kullanılmasıdır.
Diyelim ki ‘göğüslerine’ mânâsı verilmesi doğrudur. Bu durumda şu soruyu sormak durumundayız: İNSANLARIN GÖĞÜSLERİNE VESVESE VERİLMESİ NE DEMEKTİR?
Bu ifade hep ‘şeytanların -bilinmeyen bir şekilde- insanları vesveseye düşürmesi’ şeklinde anlaşılmıştır. Şeytanın insanın içine bir şekilde sızdığı hatta beyninin içine girip insana bazı şeyleri unutturduğu bile söylenmiştir. Kaldı ki bunun için KEHF 63 ve YUSUF 42. âyetleri de delil getirilmektedir.
Fakat NÂS sûresinde insanın sudûrlarına vesvese verenlerin sadece ‘cinlerden’ olan ‘hannas’ların değil, insanlardan olan hannasların da olduğu söylenmektedir.
Hadi, diyelim ki cinlerden olan şeytanlar bir şekilde insanların sudûrlarına sızdı ve orada vesvese verdi, peki insanların vesvese vermesi nasıldır?
Vesvese kelimesi, muhatabını çok iyi bildiği ve hatta inandığı bir hususta bir şekilde ikileme düşürmek demektir, o inancı veya bilgisi hususunda onda ‘acabalar’ oluşturmak anlamına gelmektedir. Bu vesvese ister söz ister yazı isterse işaret yoluyla olsun, fark etmez, üzerinden anlaşılan bir dil ile olmak zorundadır.
Meselâ; diyelim ki “vesvese işaret yoluyla yapıldı”… Hem vesvese verenin hem de vesveseye muhatap olanın kesinlikle o işaretlerin anlamları üzerinde anlaşmış olmaları gerekmektedir.
Örnek vereyim: 😀👍🤣🌺🤷🏻♂️😅😁😉🤨☺️
Bunların hepsi işarettir. Eğer insanlar bu işaretlerin neyi ifade ettiği hususunda aynı şeyleri kabul etmemiş olsalardı hiçbir şekilde bu işaretleri kullanamaz, birbirleriyle bu işaretler yoluyla anlaşamazlardı.
Diyelim ki ben 🤨 bu işareti bölüştüm. Eğer karşımdaki insan bu işarete başka bir anlam yüklemişse (mesela küfreden adam) anlaşmamız mümkün değildir.
Meselâ; Türkiye’de ve dünyada konuşamayan insanlar birbirleriyle ve hatta konuşan insanlarla elleriyle geliştirdikleri işaret dili üzerinden konuşurlar ama bu işaret dili ile anlaşmanın tek yolu işaret dilini kullananla muhatabın o işaretlerden aynı şeyi anlaması ile mümkündür.
Vesvesenin hangi yolla yapıldığı değil, hangi amaçla yapıldığı önemlidir. Çünkü bir yazı da insanı vesveseye (yani ikileme) düşürebilir.
Vesvese sadece DOĞRU OLAN BİR BİLGİYİ VEYA İNANCI BOZMAK İÇİN YAPILIR.
Meselâ; kişiye zina yapmayı, içki içmeyi, hırsızlık yapmayı veya başka kötülükleri bir şekilde telkin etmek vesvese değildir ama kişinin bunların yapılmasının haram olduğu inancı hakkında ikilime düşürülmesi vesvesedir.
Vesvesenin herhangi bir yaptırım gücü yoktur. Bir insan kesin doğru olduğuna inandığı bir şey hususunda ‘acaba’ diyerek ikileme düştükten sonra, daha önceki inancının tersine hareket etmesi tamamen kendi seçimidir.
SUDÛR nedir?…
SUDÛR kelimesi sülâsî mücerred SADERA kelimesinden mastardır. Mânâları şu şekildedir:
![]() |
![]() |
Parmağımla işaret ettiğim yerden sonrası sülâsî mücerred değil, sülâsî mezîd anlamlardır. Kelime; sülâsî mücerred kök fiilinin mastarı olduğu için anlamları da bunlardan biri olmak zorundadır. NAHİV’de çokça kullanılan MASDAR kelimesi de bu kökün İSM-İ MEFÛLÜDÜR. Anlamı KÖKEN demektir.
Tekrar FÎ harfi cerine dönecek olursak; âyette geçen FÎ SUDÛRİNNÂS ifadesine İNSANLARIN GÖĞÜSLERİNE anlamını vermek de İNSANLARIN GÖĞÜSLERİNDE anlamını vermek de tam bir karmaşa oluşturmaktadır. İnsanların göğüslerinde anlamı verilmesi durumunda FÎ SUDÛR kelimesi MEFUL FİH yani mekân zarfı olacaktır. Bu durumda HANNAS’ın insanın bizatihi göğsünde olması zorunlu hâle gelecektir.
Kurtûbi, şeytanın insanın damarlarında akan kan gibi içinde dolaştığını söylemektedir. Buna “tamam” desek bile insanlardan olan HANNAS’lar göğüslerin içine nasıl girecektir?
FÎ HARFİ CERİnin bir başka anlamı daha vardır… Bir arkadaşımız şu âyeti bölüşmüştü:
Yusuf 12/7
لَقَدْ كَانَ ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ لِلسَّٓائِل۪ينَ
SV meâli – Şurası bir gerçek ki Yusuf’ta ve kardeşlerinde, araştırmak isteyen herkesin çıkaracağı dersler vardır.
Bu âyette FÎ harfi ceri ف۪ي يُوسُفَ وَاِخْوَتِه۪ٓ اٰيَاتٌ (î yûsufe ve-iḣvetihi âyâtun) bu cümlede gelmiştir.
Bu cümleye yukarıdaki meâlde olduğu gibi YUSUF’TA VE KARDEŞLERİNDE ÂYETLER VARDIR şeklinde mânâ verilmesi durumunda o âyetlerin ne olduğu ancak ve ancak YUSUF VE KARDEŞLERİNİN GÖRÜLMESİ DURUMUNDA MÜMKÜNDÜR çünkü âyet “Yusuf ve kardeşleri üzerine anlatılan bu kıssada âyetler vardır.” demiyor. Nasıl ki şu âyetlerde olduğu gibi “âyetler vardır” denilen şeyler görülmek zorundaysa bu âyette de aynı durum söz konusu olacaktır.
Ra’d/3
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
S.Ateş meâli – Yeri döşeyen, onda oturaklı dağlar ve ırmaklar yaratan ve orada bütün meyvelerden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O örtüyor. Şüphesiz bütün bunlarda düşünen bir toplum için ibretler vardır.
Şimdi bu âyet اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ (inne fî żâlike leâyâtin likavmin yetefekkerûn(e)) şeklinde bitmektedir. Bu âyetlerin görülmesi ancak ve ancak daha öncesinde anlatılan şeylere bakmakla mümkündür.
Eğer Yusuf sûresindeki FÎ harfi cerine bu mânâyı verirsek -ki vermişler; bu durumda YUSUF’TA VE KARDEŞLERİNDE ÂYETLER VARDIR cümlesinden bakılması gereken şey; ‘Yusuf ve kardeşleri’ olmak zorundadır. FÎ harfi cerinin ASLÎ mânâlarından biri de kendisinden sonraki şeye ‘hakkında’ mânâsı vermesidir.
![]() |
![]() |
İşte bu anlamlara göre NÂS sûresinde geçen ELLEZÎ YUVESVİSU FÎ SUDÛRİNNÂS ifadesine Kİ O (HANNAS) İNSANLARIN KÖKENİ (OLUŞU) HAKKINDA İKİLEM OLUŞTURUR mânâsı verilmesi daha doğru bir anlam olacaktır. (Tabi ki bizim çalışmalarımızdan elde ettiğimiz sonuca göre)
VESSELAM.