(En’âm 25. âyet örneği)
Tüm meâl ve tefsir yazarları Kur’an’a meâl yazma gerekçelerini Kur’an’a hizmet etmek, Arapça bilmeyen insanlara Kur’an’ı sevdirmek, daha iyi anlamalarını sağlamak temeline oturturlar.
Hepsinin iyi niyetli olduğunu kabul etsek bile bu gerekçeler tek başlarına Kur’an’ın doğru anlaşılmasına yetmemektedir.
Meselâ, meâl yazarlarının şu âyete verdikleri meâle bakalım… İnsanlar Kur’an’ı daha iyi anlasın diye Kur’an’a hizmet ettiğini iddia edenler hakîkaten de Kur’an’ın anlaşılmasına mı yoksa tam tersi anlaşılmamasına mı hizmet etmektedirler?
En’âm 6/25
وَمِنْهُمْ مَنْ يَسْتَمِعُ اِلَيْكَۚ وَجَعَلْنَا عَلٰى قُلُوبِهِمْ اَكِنَّةً اَنْ يَفْقَهُوهُ وَف۪ٓي اٰذَانِهِمْ وَقْرًاۜ وَاِنْ يَرَوْا كُلَّ اٰيَةٍ لَا يُؤْمِنُوا بِهَاۜ حَتّٰٓى اِذَا جَٓاؤُ۫كَ يُجَادِلُونَكَ يَقُولُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اِنْ هٰذَٓا اِلَّٓا اَسَاط۪يرُ الْاَوَّل۪ينَ
(Veminhum men yestemi’u ileyk(e) vece’alnâ ‘alâ kulûbihim ekinneten en yefkahûhu vefî âżânihim vakrâ(an) ve-in yerav kulle âyetin lâ yu/minû bihâ hattâ iżâ câûke yucâdilûneke yekûlu-lleżîne keferû in hâżâ illâ esâtîru-l-evvelîn(e))
Bu âyete verilen meâllerin sadece bir kısmını alıntılayacağım:
Bayraktar Bayraklı Meâli – İçlerinden seni dinleyenler vardır; fakat biz onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne kılıflar, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar her mucizeyi görseler de yine ona inanmazlar. Hatta sana geldiklerinde, seninle tartışırlar. O kâfirler, “Bu, eskilerin masallarından başka bir şey değildir” derler.
Diyanet Vakfı Meâli – Onlardan seni (okuduğun Kur’an’ı) dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne perdeler, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: «Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir» diyerek seninle tartışırlar.
Edip Yüksel Meâli – Onların bir kısmı seni dinler. Fakat, kalpleri üzerine anlamalarına engel olacak örtüler, kulaklarına da ağırlık koyarız. Her bir mucizeyi görseler de ona inanmazlar. Bundan ötürü sana geldiklerinde seninle tartışır ve inkarcılar, “Bu ancak bir efsanedir,” der.
Mustafa İslamoğlu Meâli – Onlar arasında öyleleri var ki, sana kulak verir(miş gibi yapar). Fakat kalplerinin üzerine, onları hakikati kavramaktan âciz bırakan örtüler yerleştirdik, kulaklarına da kurşun. Ve hakikatin bütün delillerini görseler dahi artık imân etmezler. Öyle ki, tartışmak için sana geldiklerinde inkâra saplanmış olanlar derler ki: “Bu eskilerin masallarından başka bir şey değildir.”
Erhan Aktaş Meâli – Onlardan seni dinleyenler vardır; oysa onu anlamalarına engel olmak için kalplerine perde, kulaklarına ağırlık koyduk. Onlar her türlü âyeti³ görseler de yine de ona imân etmezler. Gerçeği yalanlayan nankörler sana geldiklerinde, “Bunlar ancak geçmişin masallarıdır.” diye seninle tartışırlar.
Hiç Arapça bilmeyenler için ve Kur’an daha iyi anlaşılsın diye çeviri yapan bu yazarların âyete verdiği meâllere göre Yüce Allah, Allah resûlünü dinleyen bir kısım insanların Kur’an’ı ANLAMALARINA ENGEL OLMAK için kalplerini perdelemiş, kulaklarına da ağırlık koymuştur.
Arapça bilmeyen kardeşlerimiz bu meâlleri okuduklarında “Nasıl olur da Yüce Allah, insanlar Kur’an’ı anlamasın diye onlara engel olur? Hadi engel oldu diyelim, nasıl olur da onları hâlâ kâfir diye suçlar? Hadi suçladı diyelim, nasıl olur da onları cezalandırır?” gibi sorular sormaktadırlar.
Rahmeti sonsuz olan ve hiç ayrım yapmadan tüm kullarına kılavuz olsun diye Kitap gönderen Allah, nasıl olur da bazı insanları o kitabı AN-LA-MA-YA-CAK hâle getirir?
Azıcık vicdânı olan bir insan gökler üstüne yıkılsa bile Yüce Allah’ın böyle bir şey yapma ihtimâline dahî inanmaz, inanamaz.
Yüce Allah’ın böyle bir şeyi yapmış olma ihtimali bile O’NA İNANILMASINI İMKÂNSIZ HÂLE GETİRİR…
Nasıl imân edebiliriz ki bir yandan tüm insanlığa kılavuz olsun diye resûl ve kitap gönderecek diğer yandan kalplere örtü, kulaklara ağırlık koyarak anlamamıza engel olacak?
Şimdi ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır. Bu meâlleri okuduktan sonra Ya Yüce Allah’ın kullarını Kur’an’ı anlamaktan ENGELLEYEN bir İlâh olduğuna imân edeceksiniz ve hayatınız boyunca Yüce Allah’a güven duymayacaksanız… Ya da Kur’an’a imân etmekten vazgeçeceksiniz.
Kullarını, gönderdiği kitabı anlamaktan alıkoyan bir Allah’a ne yaparsanız yapın, istediğiniz çabayı gösterin asla GÜVENEMEZSİNİZ.
OYSA eğer bu meâl yazarları karşılarındaki kelimelere AZICIK sâdık kalsalardı âyetin böyle bir şeyden bahsetmediğini çok rahatlıkla görürlerdi. Yüce Allah’ın kelimelerine vicdanları altüst eden böyle meâller verdikten sonra insanların karşısına geçip UTANMADAN, ARLANMADAN, KÜSTAHÇA Kur’an dersleri yapamazlardı.
Âyetteki kelimelerin GRAMER yapılarına karşı gösterdikleri körlüğü ve sağırlığı görmezden gelsek bile böylesi meâllerin Kur’an’ın ruhuna aykırı olduğunu anlamamak için karanlığın en koyusuna dalmalarını nasıl görmezden gelebiliriz ki?
Nasıl olur da âyette اَنْ يَفْقَهُوهُ (en yefkahûhu) olarak geçen bir kelime, “ANLAMAMALARI İÇİN” olarak çevrilir?
Bu kelime “an-la-ma-sın-lar diye” anlamında değil “AN-LA-SIN-LAR DİYE” anlamındadır.
Hiç Arapça ve Kur’an bilmeyenlerin bile aklının almadığı anlamların HEPSİ de “Kur’an YETER!” iddiasında bulunan bu adamların zihnine sığmış, gönülleri buna yatmıştır.
Bu meâl yazarları, kibirleri ve üstten bakan tavırlarıyla insanların karşısına geçip Kur’an güzellemeleri yapmayı Allah’ın dinine hizmet saymakta ve bu FEDÂKÂRCA çabalarından dolayı da insanların kendilerine KIYMET vermelerini beklemektedirler… Dâima kendilerine yeteri kadar kıymet verilmemesinden şikâyet edip dert yanarlar!
Onlar kendilerini GECELERİNİ GÜNDÜZLERİNE KATMIŞ KUR’AN HİZMETKÂRI veya KUR’AN TALEBESİ sayarlar.
Bu nasıl bir talebelikse HOCA (Yani Kur’an) اَنْ يَفْقَهُوهُ (en yefkahûhu) (Anlasınlar diye) şeklinde kelime sarf ediyor, Kur’an talebesi ise ona “Hayır hocam, اَنْ يَفْقَهُوهُ (en yefkahûhu) değil, EN LA YEFKAHUHU demeniz lazım” diyor… Devamında da “Tamam hocam siz yanlış yaptınız, ben sizi düzelttim!” diyor.
Adam hocasının sözünü değiştiriyor ama her yerde kendisini KUR’AN TALEBESİ olarak tanımlıyor!
OYSA bu meâl yazarları azıcık, minnacık, mini minnacık bir SADÂKAT taşısalardı âyetin şunu dediğini 10 dakikalık bir çalışmayla görürlerdi:
SENİNLE ALÂKALI BİLGİ SAHİBİ OLMAK İÇİN ÇABALAYANLAR DA ONLARIN İÇİNDEDİR. DOĞRU ANLAMA YETENEKLERİ KAPALI OLMASINA VE KULAKLARININ İÇİNDEKİ SAĞIRLIĞA RAĞMEN ONU(?) ÇOK İYİ KAVRAYACAKLARI HÂLE GETİRMİŞTİK AMA EĞER ÂYETLERİN HEPSİNİ ANLAYACAK OLSALAR YİNE DE ONLARA İMÂN ETMEYECEKLER. NİHÂYET EĞER SANA GELİRLERSE (ONLARIN) KÂFİRLİK ETMİŞ OLANLARI “BU ESATİRUL EVVELİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR” DİYEREK SENİNLE MÜCADELE EDECEKLER.
SENİ BİLMEK/TANIMAK İÇİN ÇABA GÖSTERENLER ONLARIN İÇİNDEDİR. DOĞRU ANLAMA YETENEKLERİ KAPALI OLMASINA VE KULAKLARININ İÇİNDEKİ SAĞIRLIĞA RAĞMEN ONU (Kitabı) ÇOK İYİ BİLSİNLER DİYE GÖNDERMİŞTİK AMA EĞER ÂYETLERİN HEPSİNİ ANLAYACAK OLSALAR YİNE DE ONLARA ÎTİMAT ETMEYECEKLER. NİHÂYET EĞER SANA GELİRLERSE (ONLARIN, ÖNCEKİNE DE) KÂFİRLİK ETMİŞ OLANLARI “BU ESATİRUL EVVELİNDEN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR” DİYEREK SENİNLE MÜCADELE EDECEKLER.
Bu iki meâl sadece 20 dakikalık bir çalışmanın sonucudur… Bu meâlin düzeltilecek çok tarafı olabilir, itiraz edilecek yanları da olabilir FAKAT ne olursa olsun âyetin metninden ASLA meâl yazarlarının meâl diyerek âyetin altına yazdıkları çıkmaz.
Kur’an’da EN’ÂM 25. âyetinin benzeri 2 tane daha âyet vardır… KEHF 57, İSRÂ 46…
Kelimelere sâdık kalınarak bu âyetlere mânâ verilmesi durumunda sorularımız “BU ÂYET NASIL BUNU SÖYLER?” şeklinde değil “Bu ne demek?” şekline dönüşüyor…
Bu sorular anlamanın yolunu açan sorulardır. Bu sorular âyetin öncesine ve sonrasına bakmayı zorunlu hâle getiren sorulardır. AMA o meâl yazarlarının zihinlerde oluşturduğu sorular anlamanın değil ANLAMAMANIN yolunu açan sorulardır.
Kur’an’ın her âyetinde olduğu gibi En’âm 25. âyet de kesinlikle bağlamıyla yani genel isnâdı ile anlaşılması gereken bir âyettir.
Âyetle ilgili ilk tespit edilmesi gereken şey cümlede HUM zamiri kullanılarak “ONLAR” denilen kişilerin tespitidir.
Bir zamirin kime döndüğünü tespit etmek gramerin en basit konularından biridir.
Âyetin devam cümlesi de ancak o zamirin MERCÎSİ (kime döndüğü) tespit edilince anlamlı hâle gelecektir. Değilse söz, muhâtabı belli olmayan boşluğa söylenmiş bir söze dönüşecektir ki nitekim öyle olmuştur.
İkinci tespit edilmesi gereken zamir ise اَنْ يَفْقَهُوهُ (en yefkahûhu) kelimesinin sonundaki zamirdir.
“ONU ANLASINLAR DİYE” Türkçeye çevrilen bu kelimedeki ONU nedir?
İşte bu iki zamirin mercîsini tespit etmek için geriye doğru gittiğimizde “ONLAR” diye çevrilen zamirin kendinden önceki âyette geçen YEFTERUN kelimesindeki kişilere döndüğü anlaşılmaktadır. Fakat burada da zamir kullanıldığı için yine açık bir kimlik tespiti yoktur…
Daha geriye gittiğimizde 23. âyette MÜŞRİKUN kelimesi geçmektedir, zamir onu da kapsamaktadır ama MÜŞRİKUN kelimesi de SIFAT anlamlı bir kelimedir, bu kelimeler o HUM zamirinin bizzat kendisinden değil özelliklerinden bahsetmektedir.
Daha geriye gittiğimizde 22. âyette yine bu HUM zamiri ile ifade edilen kişilerin birtakım olaylarından bahsedilmektedir. Yani hâla açık bir isim yoktur.
İşte 20. âyete geldiğimizde o hum zamirinin kimlere döndüğü açıkça belli olmaktadır.
En’âm 6/20
…اَلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ اَبْنَٓاءَهُمْۢ اَلَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ
(Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe ya’rifûnehu kemâ ya’rifûne ebnâehum elleżîne ḣasirû enfusehum fehum lâ yu/minûn(e))
Bu âyetin başında geçen َلَّذ۪ينَ اٰتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ (Elleżîne âteynâhumu-lkitâbe) cümlesi işte o HUM zamirinin karşılığıdır. Ama hemen belirtelim ki bu âyet bizi tüm Kur’an’a bağlamaktadır.
Bu âyet bize 21, 22, 23, 24, 25. âyetlerin kimden bahsettiğini bildiriyor ama o en baştaki ism-i mevsûl bahse konu olan kişilerin bahsinin başka yerlerde de geçmiş olduğunu bildiriyor.
Dolayısıyla ilk yapılması gereken şey bu pasajda bahse konu olan kişilikleri anlatımlar üzerinden iyice tanımak, tanıdıktan sonra ism-i mevsûlün nereye bağlandığını tespit etmek.
Bahse konu olanlar bellidir… KENDİLERİNE KİTAP VERDİKLERİMİZ…
O hâlde 25. âyette HUM denilen kişiler kendilerine kitap verilip, ONU kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanıyanlardır.
İşte En’âm 25. âyet bu örgü içindeki bir pasajın âyetidir.
Vesselâm.