بسم الله الرحمنِ الرحيم
ÖĞRENME AMAÇLI OKUMAK ve İYİ MÜMİN OLMAK
(Müzzemmil 73/20)
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ عَلِمَ اَنْ سَيَكُونُ مِنْكُمْ مَرْضٰىۙ وَاٰخَرُونَ يَضْرِبُونَ فِي الْاَرْضِ يَبْتَغُونَ مِنْ فَضْلِ اللّٰهِۙ وَاٰخَرُونَ يُقَاتِلُونَ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۘ فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنْهُۙ وَاَق۪يمُوا الصَّلٰوةَ وَاٰتُوا الزَّكٰوةَ وَاَقْرِضُوا اللّٰهَ قَرْضًا حَسَنًاۜ وَمَا تُقَدِّمُوا لِاَنْفُسِكُمْ مِنْ خَيْرٍ تَجِدُوهُ عِنْدَ اللّٰهِ هُوَ خَيْرًا وَاَعْظَمَ اَجْرًاۜ وَاسْتَغْفِرُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ
İnne rabbeke ya’lemu enneke tekûmu ednâ min śuluśeyi-lleyli ve nisfehu ve śuluśehu ve tâ-ifetun mine-lleżîne me’ak(e) va(A)llâhu yukaddiru-lleyle ve-nnehâr(a) ‘alime en len tuhsûhu fetâbe ‘aleykum fakraû mâ teyessera mine-lkur-ân(i) ‘alime en seyekûnu minkum merdâ ve âḣarûne yadribûne fî-l-ardi yebteġûne min fadli(A)llâhi ve âḣarûne yukâtilûne fî sebîli(A)llâh(i) fakraû mâ teyessera minh(u) ve ekîmû-ssalâte ve âtû-zzekâte ve akridû(A)llâhe kardan hasenâ(n) vemâ tukaddimû li-enfusikum min ḣayrin tecidûhu ‘inda(A)llâhi huve ḣayran ve a’zame ecrâ(n) vestaġfirû(A)llâh(e) inna(A)llâhe ġafûrun rahîm(un)
(Dünkü konuyla alâkalı olarak)
Bu ayette فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ (fakraû mâ teyessera mine-lkur-ân(i)) cümlesi iki defa geçmektedir. Bu cümle, Kur’an öğrenmenin yöntemini belirleyen ifadelerden biridir.
Cümlede geçen ‘KARAE’ (“sadece öğrenme amaçlı yapılması gereken okuma”) fiilinin içeriği boşaltıldığı için ne yazık ki “ses çıkarma” olarak algılanmıştır.
Yeryüzünde hiçbir metin sadece ses çıkarmak için okunmaz. Yahudilerin başlattığı bir metne kutsallık kazandırıp onu anlamadan seslendirmenin din sayılma, okumak sayılma geleneği Müslümanlara da sirayet etmiş, Kur’an, seslendirilmesi sevap olan bir metne dönüştürülmüştür.
Bu yüzden cümle önce “Namaz kılarken Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.” şekline, daha sonra ise “kolaylıktan kastedilenin en az üç ayet” şekline çevrilmiştir.
Eğer bu ayetten kastedilen “Kur’an’ı seslendirmek” ise Kur’an’ın hiçbir yerini seslendirmek zor değildir.
Bu cümlede geçen ‘FEKRAU’ emri kesinlikle “okuyun yani anlamadan, bilmeden seslendirin” anlamında değil “ÖĞRENİN” anlamındadır.
Yani “KUR’AN’DAN KOLAYINIZA GELENİ ÖĞRENİN.”
Bu cümle her mümin için rahmet cümlesidir. Çünkü eğer cümle sadece “KUR’AN ÖĞRENİN” şeklinde gelseydi her mümin Kur’an’ın her yerini öğrenmek zorunda kalırdı ve bu olmadan da Kur’an öğrenilmiş olmazdı.
Bu cümle bir müminin önce kendi kapasitesini tartması, daha sonra kapasitesine göre öğrenebileceklerini öğrenmesi gerektiği anlamına gelmektedir.
Ayette geçen “KOLAYINIZA GELEN” ifadesi her kişinin kapasitesine göre anlam kazandığı göreceli bir kavramdır. Bu tıpkı kişinin kendi kilosuna göre ağırlık kaldırması gibidir. 50 kg. olan bir adam için kolay kaldıracağı yük 25 kg. iken, 100 kg. olan bir adamın kolayca kaldıracağı yük 50 kg.dir.
Söz konusu olan şey bir yazıyı, bir metni öğrenmekse kişiye neyin kolay ve neyin zor olacağını söyleyecek olan şey kişinin kendi kapasitesidir.
Kolaylık kişiden kişiye değişir. Bunu da kişinin bilgi seviyesi, sosyal konumu, imk3anları, çevresi ve buna benzer faktörler belirler.
Falan kişiye çok kolay gelen şey diğerine çok zor, bir başkasına çok çok daha zor gelebilir.
Yüce Allah bu durumları gözetip bu ayeti sadece “KUR’AN ÖĞRENİN.” şeklinde gönderseydi herkesin aynı şeyi aynı şekilde yapması kesinlikle bir zorunluluk olurdu.
Bu ayet bir yandan “Kimse boyundan büyük olanlara gözünü dikmesin.” derken diğer yandan “Boyu yetenlerin de yan gelip yatmamasını” söylemektedir.
Hangi bilgi seviyesinde olursa olsun, hangi imkânlara sahip olursa olsun her mümin KUR’AN’DAN KOLAYCA ÖĞRENEBİLECEKLERİNİ ÖĞRENMEKLE YÜKÜMLÜDÜR.
Ama her mümin sarf, nahiv, iştikak, belagat öğrenmekle yükümlü değildir.
Meal ve tefsir yazarlarının “bildi” anlamını verdiği ‘ALİME’ (عَلِمَ) kelimesi “bildi” anlamında değil “ÖNGÖRDÜ” anlamındadır.
Bu ayet her mümine Kur’an’dan her şeyi öğrenmeyi değil, ÖĞRENEBİLECEKLERİNİ ÖĞRENMEYİ şart koşmaktadır.
Müzzemmil suresinin başında ‘VE RETTİLİL KURANE TERTİLE’ denmişti. Eğer aynı surenin sonunda فَاقْرَؤُ۫ا مَا تَيَسَّرَ مِنَ الْقُرْاٰنِۜ (fakraû mâ teyessera mine-lkur-ân(i)) böyle bir cümle gelmeseydi her mümin; seviyesi, kapasitesi, imkânı ne olursa olsun KUR’AN’I tıpkı resul gibi öğrenmek zorunda kalırdı.
Yüce Allah müminleri BİLMEDİKLERİ ile değil BİLDİKLERİ ile tanımlamaktadır. Yüce Allah müminleri ÖĞRENEMEDİKLERİ ile değil ÖĞRENDİKLERİ ile tanımlamaktadır. Yüce Allah ahirette müminlere bilmediklerini değil BİLDİKLERİNİ soracaktır.
Yüce Allah ahirette “NİYE BİLMİYORSUN?” demeyecektir, “NİYE ÖĞRENMEDİN?” diyecektir.
Yüce Allah ahirette “Neden Kur’an’ın tamamını öğrenmedin?” demeyecektir ama “İmkânın olduğu halde öğrenmen gerekenleri neden öğrenmedin?” diye soracaktır.
Arapça bilmeyenler ve öğrenmekte zorlananlar…
Azıcık Arapça bilenler ama sarf nahivi bilmek ve öğrenmek için imkân bulamayanlar…
Sarf nahiv bildiği halde belagat bilmeyenler…
Sarf nahiv ve belagat bildiği halde kapasitesi her şeyi anlamaya yetmeyenler…
Kur’an okumasını da sarf nahivi de ve de bu konularda hiçbir şeyi bilmeyenler…
Bilmediği halde Kur’an anlatanların ağzına bakıp Kur’an’dan haberdar olmak isteyenler…
Bilmediği halde Kur’an’a yakın olmak için elinden geleni yapanlar…
Eğer Allah’a, ahirete, kitabına, resullerine iman ediyorsanız, kendi nispetinizce O’nun yolunda olmayı seçmişseniz, kötülük ve günahlardan sadece onun rızasını gözeterek kaçınıyorsanız, iyiliği “O iyi gördü” diye yapıyorsanız Allah’ın tüm isimlerine sonsuz kere yemin ederim ki SİZ İYİ BİR MÜMİNSİNİZ demektir.
İyi mümin, çok bilen değil Allah’a sımsıkı sarılandır…
İyi mümin, imkânı çok olan değil, olan imkânını Allah için kullanandır…
İyi mümin, gece gündüz Kur’an çalışan değil, bildiğine sımsıkı sarılıp Allah’a boyun bükendir…
İyi mümin, Allah’ın emirleri karşısında gönülden gele gele itaat edendir…
İyi mümin, PATATES yetiştirirken Allah sevgisi ve korkusu ile yaptığı işe hile katmayandır…
İyi mümin, ÇÖP toplarken yaptığı işi Allah’ın gördüğü bilinci ile yapandır.
İyi mümin, “Allah sever” diye cebindeki sayılı paralardan Allah için harcayandır…
İyi mümin, çocuklarının çamaşırını yıkarken, evini süpürürken Allah’a sığınarak sabredendir…
İyi mümin, çocuklarının kursağından haram lokma geçmesin diye üç kuruş için inşaatlarda kum taşıyan, fayans döşeyen, duvar ören, sebze satan, fabrikada işçilik yapandır…
İyi mümin, sadece Allah’a hesap verme korkusundan dolayı imkânı olduğu halde dürüst kalmak için çabalayandır…
İyi mümin, Allah korkusuyla evlatlarına yarım yamalak bile olsa “ALLAH” diyendir.
Yoksa çok bilmek, saatlerce ders verebilecek kapasiteye sahip olmak asla İYİ MÜMİNLİĞİN ÖLÇÜSÜ DEĞİLDİR.
Bir tek kelime bile olsa sadece ALLAH İÇİN ÖĞRENEN VE ÖĞRETENDİR İYİ MÜMİN.