بسم الله الرحمنِ الرحيم

‘HASBİYELLAHU VE Nİ’MEL VEKİL’

Sözün üstatları olan belagat uleması belagati açıklamaya fesahatten başlarlar. Fesahati de “Kelimenin Fesahati, Kelâmın (Cümlenin) Fesahati ve Mütekellimin (Sözü Söyleyenin) Fesahati” olarak üç ana başlığa ayırırlar. Bu başlıklar altında da her üçünün de fasih olabilmesi için şu kusurlardan arındırılmış olmaları gerektiğini söylerler:

  • Kelimenin Fesahati:

Belagat ulemasına göre kelimenin fasih olabilmesi için şu kusurlardan arındırılmış olması gerekmektedir:

  1. Tenafur-i huruf: Benzer harflerin yan yana ya da birbirine yakın gelmesinden dolayı doğan telaffuz güçlüğü ve ses uyumsuzluğu.
  2. Garabet: İşlek olmayan ve manası herkes tarafından bilinmeyen bir manada olması.
  3. Kıyasa Aykırılık: Kelimenin dil kurallarına ve kalem sahiplerinin kullanış tarzına aykırı bir şekilde kullanılmaması.
  4. Kulak Tırmalayıcı Olması: Anlatılmak istenen manayı ifade ederken kulağa hoş gelmeyen kelimeler seçilmesi.
  • Kelâmın Fesahati:

Kelâmın yani cümlenin fasih olabilmesi için şu kusurlardan arındırılmış olması gerekmektedir:

  1. Tenafur-i Kelimat: Kelimeler tek tek fasih olsalar bile, uygun olmayan bir şekilde bir araya getirilmesi.
  2. Za’fı Te’lif: Genel kabul görmüş nahiv kurallarına aykırılık bulunması.
  3. Lafzi Te’kid: Lafzı tekid eden lafızların yerinde kullanılmaması.
  4. Manevi Te’kid: Lafzın manaya delaletinin kapalı olması.
  5. Tetabu-i İzafat: İç içe girmiş dile ağır gelecek şekilde telaffuz güçlüğü meydana getirmesi.
  6. Kesret-i Tekrar: İster isim ister harf ister fiil olsun kelimelerin çok tekrarlanması.
  • Mütekellimin Fesahati:

Mütekellimin yani söz söyleyen kişinin fesahati, kişinin fasih bir sözle maksadını ifade edebilme yeteneğidir.

Fesahati bu şekilde açıklayan belagat uleması, ‘belagat’ için ise şu tarifi getirmektedirler: Sözlük anlamı: “Ulaştırmak, sona ermek, yaklaşmak, olgunlaşmak” olan بَلُغَ (beluğa) fiilinin mastarı olan ‘belagat’: Kişinin mekân ve zamanı gözeterek maksadını açık bir şekilde muhatabına ulaştırmasıdır. Başka bir ifadeyle belagat: Bir fikrin sözlü ya da yazılı olarak tam zamanında ve tam yerinde, manası en açık olacak şekilde ve akıcı bir dille ifade edilmesidir.

Belagat ulemasının belagat hakkında getirdikleri bu tanıma dikkat edilirse kelimenin, kelamın ve mütekellimin fasih olması bir sözün beliğ olmasına yetmediği, bunlarla birlikte sözün yerinde ve zamanında söylenmesi gerektiği de anlaşılmaktadır. Demek ki belagat için kelimelerin, cümlelerin ve konuşanın fasih olması yetmemekte bir de bunların tam yerinde ve tam zamanında söylenmesi gerekmektedir.

İşte bu tanıma göre şu söze bakalım: ‘Hasbiyellahu ve ni’mel vekil’

Bu cümleyi oluşturan kelimelerin hiçbirinde az önce saydığımız kelimenin kusurlarından hiçbiri bulunmamaktadır. İnci tanesi gibidir her bir kelimenin harfleri. Bu cümleyi oluşturan kuralların hiçbirinde az önce saydığımız kusurlardan hiçbiri yoktur. İpek gibidir cümle. Kelimenin ve kelâmın yani cümlenin fesahatinin yanında bir de mütekellimin fesahatinin yani sözü söyleyenin maksadını fasih bir şekilde açıklama yeteneğinin olması gerekmektedir.

‘Hasbiyellahu ve ni’mel vekil’

Bu sözün mütekellimi Gazzeli çocuklardır. Onlar büyük söz üstatlarının sözün beliğ olabilmesi için getirdikleri az önce saydığımız şartlarından haberdar değiller. Ne Cürcani okudular ne Sibeveyh ismini duydular. Ne sarf bilirler ne de nahiv.

Üstatlar sözün beliğ olabilmesi için ise fasih sözün fasih konuşmacı tarafından “tam yerinde ve tam zamanında” söylenmesi gerektiğini şart koşmuşlardı. O halde zamana ve sonra da mekâna bakalım.

ZAMAN:

Zamanı şöyle tarif edemem. Son resulün ölümünden 1401 güneş yılı sonrası. Kasım ayı. Çarşamba günü. Öğle vakti ya da hemen sonrası. Hayır, zamanı böyle tarif edersem Cürcani okumamış, Sibeveyh duymamış Gazzeli çocuğa ihanet etmiş olurum.

Zaman; ölüm kusan, cesetleri parça parça eden, evleri insanların başına yıkan, anneyi çocuksuz, babayı ailesiz, çocuğu yetim bırakan bir bombardımandan hemen sonrası. Belki bir dakika, belki bir saat geçmiş, Gazzeli çocuğu yetim bırakan bombanın düşmesinin üzerinden.

MEKÂN:

Mekânı şöyle tarif edemem. Kuzey yarım küredeki Ortadoğu’da Akdeniz sahilinde bulunan Gazze şehri. Hayır mekânı böyle tarif edersem o çocuğa ihanet etmiş olurum.

Mekân; 8 milyar insanın aciz ihtiyarlar gibi masum insanların ölümünü seyretmek zorunda kaldığı bir mekân. İslam’a inandığını iddia eden insanların, iradelerini kendilerine teslim ettiği liderlerinin sık sık kameralar karşısına geçip sadece “Derhal ateşkes, kınıyorum, insanlık ölüyor.” diyerek sorumluluklarını yerine getirdiklerini zannettikleri bir mekân. Çocukların öleceğini bile bile durmadan bomba yağdıran üç beş soysuz Yahudi’nin tüm insanlığı insanlığından ettiği bir mekân.

İşte bu zamanda ve bu mekânda, az önce yetim kaldığı bombardımanın tozlarıyla kaplı yüzünü hiç kimsenin bilemeyeceği bir yere dönmüş, minik aklından nelerin geçtiği onu yaratandan başka kimsenin bilemeyeceği bir çocuk ‘Hasbiyellahu ve ni’mel vekil’ dedi.

Kelimeyi, cümleyi, söz söyleyeni, yeri ve zamanı göz önünde bulundurarak siz karar verin. Bu söz BELİĞ bir söz müdür?

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler