بسم الله الرحمنِ الرحيم

  • Yapılan ve yayımlanan çalışmalar sadece Kur’an’dan belli bir yöntemle elde edilen çıkarımlardır. Kesinlikle tartışmaya açıktır. Hiç kimse için değişmez ‘nas’ değildir.
  • Bahsedilen yöntem bir “anlama yöntemi” değil “anlamlı olma” yöntemidir ve bu “Kur’an ile Anlamlı Olma” yöntemi olarak adlandırılabilir. Kur’an, anlamanın nesnesi değil, onunla anlamlı olmak isteyenlerin teslim olduğu rehberdir.
  • Yapılan çalışmalar elbette ‘nas’ değildir ama çerçevesi olmayan, herhangi bir şekilde izi sürülemeyen, herhangi bir emek sarf edilmeden, çalışılmadan ortaya konulan rastgele şeyler de değildir. Bu çalışmalarda ortaya konan her şeyle ilgili delil talep etmek herkesin hakkıdır ve bu çalışmaları yapanlar da o delilleri ortaya koymak zorundadır.
  • Çalışmaların hiçbiri mevcut dini anlayışı restore eden, kısmi düzeltmeler yapan, iyileştiren şeyler değildir. Çalışmaların hepsi ilk başta ‘LA’ temeli üzerine oturtulmuştur. Bu temel sadece inanılacak şeylerle alakalı değil, öğrenilecek her şeyle alakalıdır. Bir şeyin ‘ne olduğunu’ söylemeden önce o şeyin neden diğer alternatiflerden biri olmadığını söylemek temel prensiptir.
  • Temelinde ‘LA’ prensibi bulunan bu yöntemi uygulamak zahmetli ve sancılıdır çünkü her şeyden önce bilgi edinmek istenilen şeyle alakalı bütün kombinasyonların, bütün söylenmişlerin, bütün alternatiflerin değerlendirilmesinden sonra karar kılınan şeyin neden alternatiflerinden biri olamayacağının delillendirilmesi, delillendirilen şeyin KUR’AN ÖĞRETİSİnin herhangi bir yeriyle uyumsuzluğunun ve tenakuzunun olup olmadığının kontrol edilmesi ve ondan sonra ‘LA’ denmesi aşamalarını içermektedir.
  • Bu yüzden bugüne kadar bu metot izlenerek varılan sonuçların tümü gelenekselcisinden radikaline, Kur’an’cısından tarikatçısına, ondokuzcusundan tarihselcisine, evrenselcisinden bilimcisine vs. kadar tüm dini anlayışlarla asla uyuşmamakta, onlardan taban tabana ayrışmaktadır.
  • Bu durum, Kur’an’daki resullerin kıssalarının mevcut, bilinen resul kıssalarından çok farklı yapıda olduklarını, bazı noktalarda kısmi benzeşmeler olsa bile temel kavramların içeriğinin bilinenlere hiç benzemediğini ortaya çıkarmaktadır. Yani çalışmalarda “Musa” olarak ortaya konulan resul ile diğerlerinin “Musa” dediği resul arasında isim benzerliğinden başka hiçbir şey yoktur hatta “Musa” isminin anlamı bile farklıdır. Yani sadece “Musa” telaffuzu benzeşmektedir. Elbette ki bu sadece Musa için değil, diğer resullerin hepsi için geçerlidir. Çalışmalarda anlatılan ‘din’ ile diğer ‘dinler’in benzeşen yanları sadece telaffuzdadır; çalışmalardaki kavramlar da isimler de hiçbir benzerlik taşımamaktadır.
  • Her ne olursa olsun aranılan şeyi Kur’an’da aramak, akla gelen sorulara sadece Kur’an’dan cevaplar bulmak, Kur’an kavramlarını Kur’an’dan başka ve Kur’an’ın dışında bir şeyle anlamlandırmamak asla vazgeçilemeyecek prensiplerdir.
  • Kişinin kendi fikrini, kendi görüşünü ifade etmesi kesinlikle olmazsa olmazdır fakat kişinin ifade etmek istediği şeyin ‘fikir’ olabilmesi ancak ve ancak sağlam temeller üzerine (ki bu temel Kur’an’dan başkası asla olamaz) oturması ile mümkündür. Devşirilmiş, o an akla gelen, cevap vermiş olmak için söylenen, derinliği olmayan yorum ve çıkarımla ortaya koyulan bilginin ‘fikir’ olarak kabul edilmesi söz konusu bile değildir.
  • Hiç kimse kimsenin hocası değildir. Hiç kimse birine bir şey öğretmekle yükümlü olmadığı gibi hiç kimsenin de öğrenme zorunluluğu yoktur. Bunlar zorunluluk temeli üzerine oturduğu zaman ‘inanç’ olmaktan çıkar. Bu dinin temeli olan ‘gönüllülük’ esası kaybolup gider.
  • Bu din tebliğ edilmiş bir dindir.  Kur’an’ın, dünyanın her köşesinde ulaşılması en kolay kitap olması, Allah tarafından risaletle görevlendirilen resullerin tebliğ vazifelerini tastamam ve eksiksiz yaptıklarının delilidir. Allah resulü tarafından tebliğ edilmiş Kur’an’ı tebliğ edilmemiş gibi tekrar tebliğ etmeye kalkışmak, kendi söylediği sözlerin tebliğ olduğunu ilan etmek ya da öyle tanımlamak resullere yapılacak en büyük iftira olacaktır.
  • Bu sebeple insanların birbirine bir şeyler öğretmesi, zaten tebliğ edilmiş bir şeyi tebliğ etme temeli üzerine değil, tebliğ edilmiş şeyin anlaşılmamış olması üzerine olmalıdır.
  • Bir şeyi anlamamak asla eksiklik olmayacağı gibi bir şeyi anlamış insanların ‘hoca’ adı altında en ufak bir statü elde etmesi sömürünün dik âlâsıdır. Ne bilmeyen eksiktir ne de bilen diğerlerinden üstündür. Üstünlüğün tek ölçüsü vardır; ALLAH’A KARŞI SORUMLU DAVRANMAK.
  • Mü’min insanların küçük ya da büyük gruplar oluşturmalarının temelinde ‘Din’ öğrenimi değil, Kur’an öğretisinin öğrettiği ‘İnsani İlişkiler’ olmalıdır.
  • Arkasında delil olmayan, yorum ve çıkarımla elde edilmiş bilginin değeri, denize olta atmış birinin yakaladığı balık kadardır. Doğru balık yakalansa bile bunun doğruların oturduğu zemin ile alakasının olmayacağı unutulmamalıdır.

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir

الحمد الله رب العلمين