Bir önceki bölümün sonunda iki tane soru sormuştuk:

  • Enbiyâ 91. ve Mü’minûn 50. âyetler bağlamında “Meryem ve oğlu neye âyet kılındılar?”
  • Âl-i İmrân 59. âyetin Âdem ve İsa arasında kurduğu benzerlik ilişkisi üzerinden; “Âdem ve İsa’nın anneleri haricinde, herhangi bir cinsel ilişkiye girmeden hâmile kalan ve çocuk doğuran başka anneler de var mı?”

Bu sorulara cevap aramadan önce ‘âyet’ kelimesi üzerinde durmak gerekmektedir. Çünkü bu kelime bir şeyin kendisi değil başka bir şeyi gösteren işâret anlamındadır. Yani ‘âyet’ kelimesi, işâret ettiği şeyin bilinmesi ile anlamlı hâle gelmektedir. Neyi gösterdiği belli olmayan bir işâret anlamlı değildir. Gösterdiği şeyin ne olduğu bilinmeyen âyet, yol kenarında hiçbir yönü veya hiçbir şeyi göstermeyen ve ne için dikildiği belli olmayan işâret levhası gibidir.

Geleneksel ulemâ her şeyde olduğu gibi ‘âyet’ kelimesinin kök harflerinin ne olduğu hususunda da ihtilâf etmiştir. El-Müfredat’ta kelimenin kök harfleri olarak ا ي ي (elif+ya+ya) harfleri alınmıştır:

İstihbarda (haber alma istediğinde); herhangi bir hususta haber ya da bilgi bilgi, sormada veya istemede kullanılan اَيَّ (eyye) edatı, cinsin veya türün bir bölümünü ve tayinini araştırmak için vaz edilmiştir. Haber ve ceza cümlesinde kullanılır.

اَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْاَسْمَٓاءُ الْحُسْنٰى

…hangisini deseniz o en güzel isimler hep onundur (17/110).

اَيَّمَا الْاَجَلَيْنِ قَضَيْتُ فَلَا عُدْوَانَ عَلَيَّۜ

…iki mühletin hangisini ödersem demek aleyhime husumet yok (28/28).

Ayat (اَلْاَيَةُ) kelimesinin; açık, aşikâr alâmet anlamına geldiği söylenmiştir. Gerçekte bununla kastedilen şudur: اٰيَةٌ (ayatun) Kendisi kadar açık, aşikâr olmayan bir nesnenin ayrılmazı olan her türlü açık, aşikâr nesnedir. Bir kimse her zaman bu ikisinden açık, aşikâr olanı algılasa, bu durumda, bizâtihi algılayamamış olduğu diğerini de algılar. Çünkü her ikisinin hükmü de aynıdır. Bu, algının konusu olan hususlarda da aklın konusu olan hususlarda da açık ve aşikârdır. Bu bakımdan bir kimse yol işâretinin kendi gösterdiği yolu gösterdiğini bilse, sonra bu yol işâretini bulduğunda yolu da bulduğunu bilir. Benzer bir şekilde bir kimse bir nesnenin masnu, bir sanat ürünü olduğunu bilse, mutlaka onun bir sani’inin sanatkarının olması gerektiğini de bilir.

يَةٌ (ayatun) sözcüğü

  1. Ya اَيّ (eyyu – hangi) kökünden türemiştir. Zira hangisinden hangisi olacağını açıklayan odur.
  2. Ya da اوي اليْه (eveye ileyhi) kullanımından türemiştir. Yüksek binaya (yapıya) “ayat” denmiştir (26/128).

Kur’an’da, bir sure olsun veya bir sureden birkaç fasıl ya da tek bir fasıl olsun bir hükme delâlet eden her cümleye يَةٌ (ayatun) denir. Ayrıca bazen Kur’an’da lâfzî bir ayırımla ayırt edilmiş her söze de “ayat” denir.

Yüce Allah’ın جَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً (meryemin oğlunu ve annesini bir âyet kıldık / Mü’minûn 50) sözünde ikil (tesniye) olarak ايتين (eyeteyni) demeyip tekil olarak اٰيَة (ayaten) demesinin nedeni, bunlardan her birinin diğerine âyet hâline gelmiş olmasıdır.

(Râgıb el-İsfahânî / el-Müfredat / EYY md.)

İsfahânî’nin, âyet kelimesini açıklarken bizim de anlamaya çalıştığımız Mü’minûn 50. âyete değinmesi ve “Meryem ve İsa’nın, birinin diğerine âyet hâline gelmiş olduğunu” söylemesinin altını çizmek gerekmektedir. Çünkü her ikisinin birden tek âyet hâline getirilmesi demek ‘biri olmadan diğeri olmaz’ demektir.

Çalışmalarımızda sıklıkla başvurduğumuz Yrd. Doç. Dr. İlyas Karslı’nın te’lif ettiği Büyük Sözlük’ünde kelimenin kökeni, İsfahânî’den farklı olarak, اوي (elif+vav+ya) harfleri alınmıştır. Fakat Arif Erkan’ın El-Beyân sözlüğünde kelimenin kök harfleri, İsfahânî’de olduğu gibi ا ي ي (elif+ya+ya)’dır. Yine aynı şekilde, İbn-i Manzûr’un Lisânü’l Arab sözlüğünde kelimenin kökü ا ي ي (elif+ya+ya) olarak geçmektedir. Fakat her hâlükârda hepsi de kelimeye ‘işâret, alâmet, nişan, belirti, iz, delil, ibret, mûcize, şahıs, cemaat’ anlamlarını vermişlerdir.

‘Âyet’ kelimesinin kastettiği en önemli anlam İsfahânî’nin şu cümlesinde özetlenmiştir:

“Gerçekte bununla kastedilen şudur: اٰيَةٌ (ayatun) Kendisi kadar açık, aşikâr olmayan bir nesnenin ayrılmazı olan her türlü açık, aşikâr nesnedir. Bir kimse her zaman bu ikisinden açık, aşikâr olanı algılasa, bu durumda, bizâtihi algılayamamış olduğu diğerini de algılar. Çünkü her ikisinin hükmü de aynıdır.”

Bilinmeyen veya algılanamayan bir şeyi bilinir ve algılanabilir hâle getiren şey.

Mü’minûn 50. ve Enbiyâ 91. âyetlerde ifade edilen, Meryem ve oğlunun müştereken bir âyet kılınmasına sadece bu kelimenin sözlük mânâsı üzerinden baksak bile söz konusu olan şeyin ‘yaratılış’ olduğu rahatlıkla anlaşılır. Çünkü bir kadının cinsel ilişki etkisiyle hâmile kalıp çocuk doğurması bilinmeyen ve hiç rastlanılmayan bir durum değildir. Yeryüzünde yaşayıp cinsel ilişki etkisiyle hâmile kalan -hem Meryem’den önceki hem Meryem zamanındaki hem de Meryem sonrasındaki- tüm kadınlar âyettir. Doğan her çocuk ve doğuran her anne buna âyettir. Dolayısıyla Meryem ve oğlunun buna âyet kılınmasının hiçbir ayırıcı özelliği olmayacaktır. Meryem, cinsel ilişki olmadan hâmile kalıp çocuk doğuranların âyetidir.

Hâliyle tam burada şöyle bir soru çıkacaktır. Bu konuda herhangi bilinmeyen bir durum, anlaşılmayan veya algılanamayan bir âyet mi var ki Meryem ve oğlu buna âyet kılınsın?

Meryem’in kıssası Kur’an’da oldukça tafsîlâtlı olarak anlatılmaktadır. Onun herhangi bir cinsel ilişki olmadan hâmile kaldığına ve sonucunda İsa’yı doğurduğuna dâir herhangi bir şüphe yoktur. Çünkü bu konudaki âyetler gâyet açıktır. Meryem ve oğlu, bir kadının herhangi bir cinsel ilişkiye girmeden hâmile kalmasına âyet kılındığına göre bu konuda bilinmeyen, anlaşılmayan, algılanamayan bir durum var demektir. Ve eğer herhangi bir cinsel ilişki olmadan hâmile kalıp çocuk doğurmak sadece Meryem’e has, yani sadece Meryem’in yaşadığı bir durum olmuş olsaydı Meryem ve oğlunun müştereken ‘bir âyet kılınmalarının’ hiçbir anlamı olmayacaktı. Çünkü âyet; bilinmeyenin, algılanamayanın kendisi üzerinden bilinir ve algılanabilir hâle geldiği şeydir. Yani âyetin mutlaka kendisi gibi ve kendisi üzerinden anlaşılacak, algılanacak bir başka şeyi göstermesi gerekmektedir. Yoksa o âyet hiçbir yönü veya hiçbir şeyi göstermeyen, ne için oraya dikildiği belli olmayan, hatta işâret olup olmadığı dahî anlaşılamayacak anlamsız bir yol tabelası gibi olacaktır. Levha gibi yola dikilmiş olan ama ne herhangi bir yönü işâret eden ne de üzerinde herhangi bir yazı bulunan böyle bir levhayı biraz empati yaparak gözümüzde canlandırırsak ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

Meryem ve oğlu müştereken bir âyet yapılmışsa -ki yapılmış- bu durumda Kur’an’da mutlaka onlar üzerinden anlaşılacak bir durum var demektir. İşte bu noktada devreye yine Âl-i İmrân sûresinin 59. âyeti girmektedir:

Âl-i İmrân 3/59

اِنَّ مَثَلَ ع۪يسٰى عِنْدَ اللّٰهِ كَمَثَلِ اٰدَمَۜ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ

İsa’nın ortaya çıkışı, tıpkı Âdem’in çıkışı gibi Allah’ın hükmüne göredir, onu da bir bâkireden yarattı, sonra “Ol!” dedi, o da bundan dolayı olmaya başladı.

Meryem ve oğlunun bir âyet olması üzerinden anlaşılacak tek mevzû Âdem’in nasıl doğduğu meselesi değildir. Âdem’in annesinden nasıl doğduğu konusu gibi Meryem ve İsa üzerinden anlaşılacak daha başka konular da vardır.[1]

Nisâ 4/1

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا

Ey İnsanlar! Sizi nefs-i vâhideden yaratan, her birinizin eşini de nefs-i vâhideden yaratan ve o ikisinden pek çok erkeği ve kadını yeryüzüne yayan Rabbinize karşı yanlış yapmaktan sakının! Birbirinizden bir şey istediğinizde

[1] Yazarın Notu: İçinde bulunduğumuz ‘anlatma zorluğu’nu ifade etmek için birkaç söz söyleme zorunluluğu vardır. Birazdan konuyu açmak için bazı âyetleri ve o âyetlere verilen meâlleri bölüşeceğiz. Elimizdeki meâllerin hemen hepsi rivâyet kültürünü temel alarak âyetlere mânâ veren tefsirleri temel almışlardır. Bu tefsirlerin hepsinde de kelimelerin anlamlarını belirleyen ya rivâyettir ya İsrâiliyat’tır ya da ulemânın indinden yorumlardır. Ne yazık ki böyle bir etkiyle yazılan tefsirler Arapça bilen meâl yazarlarının zihnine bu hâlleriyle nüfuz etmiş, bu meâl yazarlarının âyetlere verdikleri meâller de insanların kafasında bu bozulmayla yer etmiş ve sonuçta dinî gelenek de tamamen bu bozulma üzerinden oluşmuştur. İşte bu yüzden konuyu anlamak için getirdiğimiz her âyet meâlinin önce ‘ne demediğini’, daha sonra da Kur’an’ı Kur’an ile anlama ilkesi çerçevesinde ‘ne dediğini’ ortaya koymak zorunda kalıyoruz. Eğer bu tefsir ve meâl yazarlarının âyetlere verdikleri böylesi mânâlar insanların zihninde yer etmemiş ve buna göre bir dinî anlayış yerleşmemiş olsaydı böyle bir yönteme girme ihtiyacı hissetmezdik. Bu yüzden, zaman zaman anlatmak istediğimiz konudan bir miktar uzaklaşmak zorunda kalmaktayız. Sözün uzaması, lâfın çoğalması bizi de çok rahatsız etmektedir ama kimin meâlini okusak aynı sorunla karşılaşmaktayız. Bu yüzden zaman zaman asıl konuyu bırakıp yan konulara giriyoruz, umuyoruz ki okuyucularımız bizi anlayışla karşılar.

adını andığınız Allah’a ve akrabalık bağlarına karşı yanlış yapmaktan sakının! Allah sizi görüp gözetmektedir. (Süleymaniye Vakfı meâli)

İşte bu âyet Meryem ve oğlunun müştereken bir tek âyet olduğu konusunu işleyen âyetlerden biridir. Fakat bunu görebilmemiz için meâl yazarının meâline ‘nefs-i vâhide’ olarak hiç çevirmeden yazdığı, âyetin orijinal metninde نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) şeklinde geçen kelimenin ne ifade ettiğinin anlaşılması gerekmektedir. Yukarıdaki meâlin yazarı bu ifadeyle ilgili meâlinin altına şu dipnotu düşmüştür:

Nefis kelimesi hem beden hem de ruh anlamına gelir (Zümer 39/42). Bu âyetteki nefis, bedenin özelliklerini içeren döllenmiş yumurtadır. Nefsin oluşumu, üç karanlık bölgede tamamlanır (Zümer 39/6). Bunlar yumurtalık / karar-ı mekîn (Mü’minûn 23/13, Mürselât 77/21), rahim kanalı / müstekar ve rahim yani müstevda’dır (En’âm 6/98)

(Süleymaniye vakfı meâli resmî sitesi ‘nefs’ kelimesine düşülen dipnot)

Bu meâlin yazarı âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesine ‘bedenin özelliklerini içeren döllenmiş yumurta’ anlamı vermiştir. Daha önceki bölümlerde bir kadının yumurtalıklarındaki yumurtalardan birinin her regl döneminden sonra yumurta kesesinden serbest bırakıldığını, oradan -tıp dilinde adına fallopi tüpü de denen- üreme kanalına çekildiğini ve eğer cinsel ilişkiye girilmişse 400-700 milyon civarındaki erkek sperminden bu kanala ulaşanlar arasından sadece bir tanesinin bu yumurta tarafından içine alındığını anlatmıştık. İşte bu meâl yazarına göre âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesi ‘içine erkek spermi almış üreme kanalındaki yumurta’ anlamına gelmektedir. Bu durumda bu meâlin yazarına göre نَفْسٍ (nefs) kelimesi akılsız ve iradesiz olan ‘döllenmiş yumurtayı’ göstermektedir.

Ey insanlık! Sizi bir tek canlı varlıktan yaratan, ondan da eşini yaratan ve her ikisinden de birçok erkek ve kadın var eden Rabbinize karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun! Kendisi adına birbirinizden (hak) talebinde bulunduğunuz Zât’a ve bu insanlık bağına karşı sorumluluk duyun. Kuşkusuz Allah, üzerinizde daimî bir gözetleyicidir. (Mustafa İslamoğlu meâli)

Âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesine meâlinde ‘canlı varlık’ anlamı veren bu yazar, kelimeye düştüğü dipnotta şunları demektedir:

Buradaki “nefs-i vahide”, iki anlama gelebilir:

  • A’râf 11, Nisâ 1, Hucurât 13 ışığında, Âdem’in de kendisinden yaratıldığı ilk organik bileşiğe (hücre) delâlet eder. Kur’an’da nefs 16, nufûs 2 ve enfûs 153 yerde gelir. Hepsinde de anılan şeyin maddi ve manevi unsurlarıyla birlikte anılan şeyin maddi ve manevi unsurlarıyla birlikte “kendisi, zatı, özü” mânâsına gelir. Her can ölümü tadar, rıza, yalvarma, korku, yatışma, fedakârlık, haset, pişmanlık ve vesvese ile nitelenir. İman ve küfür, hidâyet ve dalalet, günah ve takva, ödül ve ceza ile alâkalı kullanılır. Kur’an cisim ve cesedi hiç ahiretle alâkalı kullanmazken nefsi ahiretle alâkalı olarak sık sık kullanır.
  • İnsanoğlunun kadın olsun erkek olsun bir tek özden yaratıldığına delâlet eder. (Ebu Müslim el-İsfahani’den nkl: Razi, Mefatih)

(Mustafa İslamoğlu / Hayat Kitabı Kur’an-Gerekçeli Meâl-Tefsir / s. 139)

Meâline düştüğü dipnotta ne dediği tam olarak anlaşılamayan bu yazarın da dediğine göre âyette geçen ‘nefsin vahidetin’ ifadesinin mânâsı “Âdem’in de kendisinden yaratıldığı ilk organik bileşik yani hücredir.” Tuhaf olan şu ki dipnotunda sadece akıllı ve iradeli varlıklar için kullanılan rızâ, yalvarma, korku, yatışma, fedâkârlık, haset, pişmanlık ve vesvesenin yanında imân ve küfür, hidâyet ve dalâlet, günah ve takvâ, ödül ve ceza gibi kavramları da işin içine katan ve dahası nefs kelimesinin Kur’an’da geçtiği tüm yerlerin istatistiğini de veren bu yazar, sonuç olarak nefsin vahidetin kelimesini akılsız ve iradesiz bir varlığa (ilk organik hücreye) isnat edebilmiştir. Sonuçta bu yazara göre de Nisâ 1. âyette geçen ‘nefsin vahidetin’ ifadesi ‘akılsız ve iradesiz’ bir varlıktır.

Nefs (نَفْس) kelimesi Kur’an’da türevleriyle birlikte 298 kez geçmektedir ve hiçbirinde herhangi akılsız ve iradesiz bir varlığa isnat edilmemiştir. Hatta En’âm 54. ve Mâide 116. âyette bizzat Yüce Allah’a isnat edilmiştir. Dahası yukarıdaki meâl yazarlarının نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) kelimesine verdikleri ‘döllenmiş yumurta veya organik hücre’ anlamı Kur’an’da ‘nutfe’ ve ‘alak’ kelimeleri ile zaten ifade edilmiştir. Öte yandan hem bu meâl yazarlarının hem de birazdan ele alacağımız müfessirlerin نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesindeki وَاحِدَةٍ (vahidetin) ifadesine verdikleri ‘bir’ (1), rakamı ifade eden bir sayı anlamında değil benzersiz, eşsiz, tek anlamında bir kelimedir. Gramerin sayılarla ilgili en basit ve en temel kurallarından biri, “eğer sayı ifade eden bir kelime, sayılandan sonra gelirse o kelime sayı değil sıfattır” kuralıdır. Yani eğer ifade âyette geçtiği şekliyle değil de kelimeler yer değiştirmiş olarak ‘vahidetin nefsin’ şeklinde gelseydi o zaman ‘bir (1) nefis’ olurdu. Bu durumda ‘vahidetin nefsin’ ifadesi ‘aded-madud’ olurdu. Ama öyle gelmemiş, نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) şeklinde ‘mevsuf-sıfat’ olarak gelmiştir. Birazdan daha detaylı ele alacağımız böylesine basit bir kurala rağmen akıllı ve iradeli varlıklardan başka hiçbir varlığa atfedilmeyen nefs kelimesini akılsız ve iradesiz varlık yapmak, ardından sıfat olan bir kelimeyi sayıya dönüştürerek ‘bir (1)’ rakamı yapmak Kur’an’ı anlama çabası değil Kur’an’a kendi anlayışına göre şekil verme çabasıdır.

Meâl müelliflerinin meâllerini üzerine temellendirdiği, geleneksel dinî anlayışın temel aktörleri olan ulemâ ise bu âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesi için şunları söylemiştir:

Tek (وَاحِدَةٍ) kelimesinin müennes “te” ile gelmesi “nefs” kelimesinin (semâî) müennesliği dolayısıyladır. Nefs kelimesi ise kendisiyle müzekker (eril) kast olunsa dahi, müennes gelir. Bununla birlikte günlük konuşmada نَفْسٍ وَاحِدٍ (nefsin vahidin) “tek bir nefis” şeklinde gelmesi de mümkündür. O takdirde mânâ kastedilerek bu şekilde (müenneslik “te”si olmaksızın) söylenmiş olur. Bunun böyle gelmesine sebep, nefs kelimesi ile Âdem’in kastedilmiş olmasıdır. Bunu Mücahid ve Katade söylemiştir. Aynı zamanda bu kelime İbn Ebi Able tarafından müenneslik “te”si olmaksızın وَاحِدٍ (vahidin) şeklinde okunmuştur.

(Kurtubî /  El-Camiu Li-Ahkamî’l-Kur’ân / C. 4 S. 546)

Arapça bilmeyen okurlar bu yazılanları okuyunca bu müfessirin önemli bir şey dediğini ve hiçbir ilkeye dayanmadan yaptığı bu açıklamaları gerçek sanacaktır. Birazcık gramer bilenler bu müfessirin söylediği “nefs kelimesi ise kendisiyle müzekker (eril) kast olunsa dahî, müennes gelir” ifadesinin nasıl bir saçmalık olduğunu bilirler. Çünkü ‘nefs’ kelimesi semâî müennes bir kelimedir, istense bile bu kelimeyi müzekker yapmak imkânsızdır. Bu kelime her zaman müennestir ve hem eril hem dişil için kullanılır. Kelimenin eril için mi yoksa dişil için mi kullanıldığı cümlenin diğer kelimelerinden veya bu kelimeye isnat edilen fiil, zamir, sıfat gibi diğer kelimelerden anlaşılacaktır. Eğer cümlede bu kelimeye müzekker zamir, sıfat veya fiiller atfediliyorsa veya kelime eril kökenli bir cümlenin içinde geçiyorsa o taktirde müzekker; bunun tersi durum varsa o zaman müennes kastediliyor demektir. Âyette geçen bu kelimenin müennes bir varlığı kastettiği نَفْسٍ (nefs) kelimesinden değil bu kelimeye sıfat olan müennes وَاحِدَة (vahidetin) kelimesinden ve cümlenin devamında ‘nefs’ kelimesine dönen iki tane müennes ها (ha) zamirinden anlaşılmaktadır.

Konu daha iyi anlaşılsın diye Arapçadaki müzekkerlik ve müennesliğin ne olduğunu biraz daha açmaya çalışalım. Çünkü Türkçede kelimelerin eril-dişil şeklinde bir ayrımı yoktur. Türkçede, kurulan cümlenin eril için mi yoksa dişil için mi olduğu ayrıca belirtilmek zorundadır. Değilse kim için söylendiği belli olmayan cümleler ortaya çıkar. Meselâ; Türkçede “O gitti.” dediğimizde gidenin eril kişi mi yoksa dişil kişi mi olduğu anlaşılmamaktadır. Kim için kullanıldığının bilinmesi için mutlaka (kadın) veya (erkek) şeklinde parantez içi açıklamalara gerek vardır. Ama aynı cümle Arapçada sadece ذَهَبَتْ (zehebet – o gitti) kelimesi ile ifade edildiğinde hiçbir açıklamaya ihtiyaç duymadan bu kelimenin dişil birinden bahsettiğini beş yaşındaki çocuk bile anlayacaktır. Çünkü eğer söz konusu kişi eril olsaydı kelime ذَهَبَ (zehebe) şeklinde kullanılmak zorundaydı. Ne yazık ki Türkçede böyle bir kolaylığın olmaması aynı zamanda Kur’an’ı anlama zorluğu da oluşturmaktadır.

MÜENNESLİK-MÜZEKKERLİK

Arapçadaki tüm kelimeler müennes (dişil) ve müzekker (eril) şeklinde ayrılmıştır. Müennes varlıklar için kullanılan zamirler, ism-i işâretler, fiiller ve isimlerle; müzekker varlıklar için kullanılan zamirler, ism-i işâretler, fiiller ve zamirler aynı değildir. Bu ayrım cinsiyeti de kapsamakla birlikte sadece cinsiyet temelli bir ayrım değildir. Nitekim cinsiyetle alâkası olmayan birçok varlık müennes (meselâ, güneş anlamındaki ‘şems’ kelimesi), yine cinsiyetle alâkası olmayan birçok varlık müzekker kelimelerle ifade edilmişlerdir (meselâ, ay anlamındaki ‘kamer’ kelimesi). Müzekker-müennes ayrımı, cinsiyet ayrımı değil konuşulan lisânın bir imkânıdır.

Müenneslik Alâmetleri

Arapçadaki müennes kelimelerin birçoğunda onların müennes olduğunu belirtecek alâmetler vardır. Şekline bakılarak müennes olduğu anlaşılan kelimeler ve o kelimelerin alâmetleri şunlardır:

  • Sonunda Kapalı te bulunan kelimeler – التاء المربوطة

Yuvarlak veya kapalı te olarak ya da Tâ-i merbûta olarak isimlendirilir. İsmin asıl harflerinden sonra kapalı te harfi (ة) olarak isme eklenir; eklendiği ismin dişi-müennes olduğuna işâret eder.

Örnek:

Büyük (dişil)       كبيرة     –     Büyük (eril)         كبير

Fakir (dişil)         فَقِيـرَةٌ     –     Fakir (eril)           فَقِيـرٌ

NOT: yuvarlak tâ (ة) muttasıl zamirle birleştiği zaman ‘açık tâ’ (ت) şeklinde yazılır:

Okulum  مكتبتي   –   مكتبة

  • Sonunda uzun elif olan kelimeler – الألِفُ الممدودة

Elif-i memdûde olarak da isimlendirilir. İsmin sonunda (َاء) şeklinde yazılır. Kelimenin asıl harflerinden değildir.

Örnek:

Kırmızı (dişil)  حمراء      –     Kırmızı (eril)  أحمرُ

Güzel (dişil)     حَسْناءُ      –     Güzel (eril)    أحْسَنُ

  • Sonunda kısa elif olan kelimeler – الألِفُ المَقْصورة

Elif-i maksûre olarak da isimlendirilir. İsmin sonunda (َى) veya (َ ا) şeklinde yazılır. Kelimenin asıl harflerinden değildir.

Örnek:

Susuz (dişil)           عَطْشى    –     Susuz (eril)       عَطْشان

Daha büyük (dişil)  كُبرى     –     Daha büyük (eril) أكْبَرُ

Müenneslik Alâmeti Taşımayan Müennes Kelimeler

  • Kadınlara verilen özel isimler

Örnek:

مَرْيمُ          زَيْنَبُ          هِنْدُ          سُعادُ

  • Dişi varlıklara delâlet eden cins isimler

Örnek:

Anne  أُمٌّ         dişi eşek  أتَانٌ            Kız kardeş  أُخْتٌ

  • Vücudun çift organlarının isimleri

Örnek:

Göz  عَينٌ              Ayak  رِجْلٌ              Kulak  أُذُنٌ

  • Ülke, şehir ve kabile isimleri

Örnek:

Gatafan kabilesi  غَطَفانُ           Şam  الشّامُ                Mısır مِصْرُ

  • Rüzgâr ve ateş isimleri ve diğer bazı isimler

Örnek:

Ateş     نَارٌ            Kuvvetli ateş  سَعِرٌ           Batı rüzgârı  دَبُرٌ

Ev        دارٌ            Güneş           الشَّمْسُ           Savaş   الحَرْبُ
Kuyu  البِئْرُ            Yeryüzü       الأرْضُ

NOT: Gayr-ı âkil (akılsız) varlıkların çoğulları da müfred (tekil) müennes (dişi) olarak kabul edilir.

Semâî Müennes Kelimeler

Üzerinde dişilik alâmeti olmayıp, dişi sayılan isimlerdir. Bu isimlerin neden dişi kabul edildiklerine dâir bir kural yoktur. Geleneksel olarak dişi kabul edilmiş kelimelerdir. Bu nedenle bu dişi kelimeler sözlüğe bakılarak ve/veya işitilerek öğrenilir.

اَلْحَاجَبُ

اَلْفَأْسُ

اَلأُذْنُ

Arapçada Dişi (müennes) kelimeler, taşıdıkları bu dişilik özelliğinin gerçek veya mecâzî olması durumuna göre gerçek dişiler (hakîkî müennesler) ve mecâzî dişiler (mecâzî müennesler) olmak üzere ikiye ayrılırlar.

Hakiki Müennes Kelimeler

Yaradılışları bakımından fıtratlarında müenneslik yani dişilik bulunan kelimeler üzerlerinde dişilik alâmeti taşısalar da taşımasalar da gerçek dişi (hakîkî müennes) kategorisinde değerlendirilirler. Bunlardan, üzerinde dişilik alâmeti taşıyanlara gerçek sözde dişiler (hakîkî lâfzî müennesler); üzerinde dişilik alâmeti taşımayanlara gerçek işitsel dişiler (hakîkî semâî müennesler) denir.

Örnek:

أُمٌّ   –  Anne (Hakîkî Semâî)

دجاجة   –  Tavuk (Hakîkî Lâfzî)

Mecâzî Müennes Kelimeler

Yaradılışları itibariyle fıtratlarında müenneslik yani dişilik bulunmayan kelimeler, üzerlerinde dişilik alâmeti taşısalar da taşımasalar da mecâzî dişi kategorisinde değerlendirilirler. Bunlardan üzerinde dişilik alâmeti taşıyanlara mecâzî sözde dişiler (mecâzî lâfzî müennesler); üzerinde dişilik alâmeti taşımayanlara mecâzî işitsel dişiler (mecâzî semâî müennesler) denir.

Örnek:

طاولة – Masa (Mecâzî Lâfzî)

شمس – Güneş (Mecâzî Semâî)

Bu açıklamalardan sonra Nisâ 1. âyette geçen nefs kelimesine dönecek olursak bu kelime de ‘semâî müennes’ bir kelimedir, müzekkeri yoktur. Bu kelimenin müennes olması eril kişiler için kullanılmasına engel değildir. Fakat mutlaka başka kelimelerle eril için kullanıldığı belirtilmelidir. Çünkü bu kelime doğal hâliyle semâî müennestir. Nisâ 1. âyette kelimenin akıllı ve iradeli müennes (dişil) bir varlığı işâret ettiği hem kelimeye sıfat olup sonunda müenneslik alâmeti bulunan وَاحِدَة (vahidetin) kelimesinden hem de cümlenin devamında ‘nefs’ kelimesine dönen iki tane müennes ها (ha) zamirinden anlaşılmaktadır. Yani âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) kelimesinden kastedilen kesinlikle ‘akıllı ve iradeli dişil bir varlıktır.’

Bir başka müfessir نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesi için şunları söylemiştir:

Buna göre eğer, “bu kadar çok insanın hepsinin, o küçücük tek bir nefisten yaratılması nasıl mümkün olabilir?” denilirse, biz deriz ki: Allah Teala bununla neyi murad ettiğini beyan etmiştir. Çünkü Hz. Âdem’in zevcesi, onun bir parçasından yaratılmış sonra onların çocukları onların her ikisinin nutfesinden meydana gelmiş daha sonra da bu iş daima böyle olduğu için, insanların hepsinin yaratılmasını Hz. Âdem’e nispet etmek caiz olmuştur.

Müslümanlar, buradaki tek bir nefisten muradın, Hz. Âdem olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ancak ne var ki, نَفْسٍ (nefs) kelimesinden dolayı (yani semâî müennes olduğundan) onun sıfatı da وَاحِدَةٍ (vahidetin) müennes kılınmıştır. Bunun bir benzeri de Cenab-ı Hakk’ın اَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ “tertemiz bir canı, bir can karşılığı olmaksızın öldürdün ha…” (Kehf 74) âyetidir.

(F. er-Razi / Tefsir-i Kebir s.7.s309)

Ne hazindir ki kafalarındaki mânâyı yüklemek için her türlü tahrîfatı göze almış böylesi müfessirler, bir de kalkıp başka âyetleri de güyâ hakîkaten delil getiriyormuş gibi görüşlerinin vitrinine koyarlar. Bu müfessirin delil getirdiği Kehf 74. âyete bakalım:

Kehf 18/74

فَانْطَلَقَا۠ حَتّٰٓى اِذَا لَقِيَا غُلَامًا فَقَتَلَهُۙ قَالَ اَقَتَلْتَ نَفْسًا زَكِيَّةً بِغَيْرِ نَفْسٍۜ لَقَدْ جِئْتَ شَيْـًٔا نُكْرًا

Eğer bu âyette geçen nefs kelimesi sıfatıyla birlikte âyetten çekip alınarak sadece نَفْسًا زَكِيَّةً (nefsen zekiyyeten) şeklinde bir kenara yazılsaydı ve tüm ulemâya “Bu ifade müzekker midir, yoksa müennes midir?” diye sorulsaydı tek bir istisnâsı olmadan hepsi de ittifakla “müennes” derdi. Çünkü zaten müennes olan bir kelimenin sıfatı da müennes geliyorsa ve cümlede başka hiçbir kelime yoksa o ifadenin müennes olduğunu ispat etmeye gerek yoktur. Tam tersi müzekker oluşu ispat ister. Âyete bakıldığında o sıfat tamlamasının müzekker (eril) birini gösterdiğine dâir iki tane delil vardır:

  • Âyette geçen غُلَامًا (gulam) kelimesi sadece müzekkerler (eril) için kullanılan bir kelimedir. Bu kelime dişiler için asla kullanılmaz.
  • Âyette geçen فَقَتَلَهُ (fe katelehu) kelimesinin sonundaki هُ (hu) zamiri sadece eril varlıklar için kullanılan bir zamirdir.

İşte bu şekilde âyette kastedilenin eril mi yoksa dişil mi olduğu, tek başına yazıldığında kesinlikle dişil olan نَفْسًا زَكِيَّةً (nefsen zekiyyeten) kelimesinden değil diğer kelimelerden (gulam kelimesi ve hu zamirinden) anlaşılmaktadır. Şimdi aynı yöntemle Nisâ 1. âyete bakalım:

Nisâ 4/1

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا

Tıpkı Kehf 74. âyetinde olduğu gibi bu âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesini tek başına bir kenara yazsak azıcık Arapça bilenler dahî bu ifadenin müennes (dişil) olduğunu söyler. Zaten müennes (dişil) olan bir kelimenin müennesliği ispata ihtiyaç duymaz. Eğer aksi bir duruma delâlet eden bir durum yoksa ifade kesinlikle müennestir. Bu âyetteki; zaten müennes olan نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesinin bırakın müzekker olduğuna dâir bir delil olmasını tam tersi kelimenin müennes olduğu devamında gelen مِنْهَا زَوْجَهَا (min+ha ve zevce+ha) kelimelerinin sonundaki iki müennes zamir (هَا) ile pekiştirilmiştir. Bu kadar delilden sonra zaten müennes olan, yetmemiş iki tane zamirle de müennes oluşunun altı çizilmiş bir ifade nasıl olur da müzekker (eril) olan Âdem’i gösterir? Dahası sıfat olarak gelen وَاحِدَةٍ (vahidetin) kelimesi nasıl olur da ‘bir’ (1) rakamına dönüşür? Hepsinden daha da önemlisi nasıl olur da Kur’an’da 292 kere geçen ve hiçbir şekilde akılsız ve iradesiz varlıklara isnat edilmeyen ‘nefs’ kelimesi Âdem’in spermine dönüşür?

Bu müfessirler gibi Âdem’i ilk insan yapma sevdâsı -ki bu sevdâ Yahûdilerden geçmedir- ve daha önceki meâl yazarları gibi âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesini akılsız ve iradesiz ‘ilk biyolojik hücre’ yapma sevdâsı en basit gramer kurallarının bile hiçe sayılmasını beraberinde getirmiştir. Bu müfessirler ve meâl yazarları Kur’an ile anlamlı olmayı değil Kur’an’ı kendi anlayışlarına göre anlamlandırmayı seçmiştir. Ne yazık ki günümüz Kur’an algısı ve Kur’an’ın anlattığı olayların içeriği işte bu tür müfessir ve meâl yazarları tarafından oluşturmuştur. Sanılmasın ki sadece bunlar böyledir; tam tersi hem geçmişte hem de günümüzde Kur’an adına söz söyleyen ulemânın hemen hepsi böyledir (istisnâları Allah bilir). Konumuza dönecek olursak;

Nisâ 4/1

يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذ۪ي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَ الَّذ۪ي تَسَٓاءَلُونَ بِه۪ وَالْاَرْحَامَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَق۪يبًا

Bu âyet en başta يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ (ya eyyühe’n nas) hitâbıyla başlayarak tüm insanlığı muhâtap almıştır. Hemen devamında خَلَقَكُمْ (hâlaqakum) diyerek insanın yaratılışına dikkat çekmiş ve harf-i cerli bir kullanımla yaratılışın kökenine işâret etmiştir: مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (min nefsin vahidetin). Bu ifade insan türünün kökenini göstermektedir. Ne olmadığını biraz önce söylediğimiz bu ifadedeki ‘nefs’ kelimesinin ne olduğunu söylersek; “Bu kesinlikle akıllı ve iradeli olan dişil bir varlıktır.” Bu varlığa cinsiyet üzerinden ‘kadın’ diyebilir miyiz?

Hayır diyemeyiz. Çünkü âyetin devamında وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَث۪يرًا وَنِسَٓاءًۚ (Ondan zevcesini ve o ikisinden de birçok rical ve nisâ yarattı) denmektedir. Yani rical (erkek) ve nisâ (kadın) şeklindeki isimlendirme ve ayrım çok daha sonralarıdır. O hâlde ‘akıllı ve iradeli’ olduğu kesin olan bu varlık, kendisinden kendisi gibi bir varlığı çıkarabilen yani doğurabilen bir varlıktır. Âyette geçen وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا (ondan zevcesini yarattı) ifadesi şunu göstermektedir ki nefsin vahidetin şeklinde isimlendirilen bu akıllı ve iradeli varlık bizzat kendisinden ‘zevç’ çıkana kadar tek tür yani zevcesi olmayan, karşı cinsi olmayan türdür. Tek ayaklı olan birisinin ayakkabısı ne sağdır ne de soldur. Gecesi olmayan gündüz ne gündüzdür ne de gündür, karşı türe ihtiyaç duymadan kendisinden zevcesini çıkaran nefsin vahidetin ne kadındır ne de erkektir. Sadece ve sadece akıllı ve iradeli ama aynı zamanda tek başına üreyebilen bir varlık yani nefsin vahidetin (tek tür nefis / karşı cinsi olmayan nefs)’dir.

İşte, bu durum bize anlaşılmaz, kapalı ve algılanamaz gelmektedir. Anlaşılmaz, algılanamaz ve kapalı olan bu durumu bizim için açıp anlaşılır ve algılanabilir hâle getirecek apaçık bir âyete ihtiyacımız vardır ve o âyet Meryem ve oğludur:

Enbiyâ 21/91

وَالَّت۪ٓي اَحْصَنَتْ فَرْجَهَا فَنَفَخْنَا ف۪يهَا مِنْ رُوحِنَا وَجَعَلْنَاهَا وَابْنَهَٓا اٰيَةً لِلْعَالَم۪ينَ

Irzını iffetle korumuş olanı (Meryem’i de an.) Biz ona ruhumuzdan üfledik; onu ve oğlunu âlemler için bir âyet kıldık. (TDV meâli)

Mü’minûn 23/50

وَجَعَلْنَا ابْنَ مَرْيَمَ وَاُمَّهُٓ اٰيَةً وَاٰوَيْنَاهُمَٓا اِلٰى رَبْوَةٍ ذَاتِ قَرَارٍ وَمَع۪ينٍ۟

Meryem’in oğlu’nu ve annesini bir âyet kıldık. Onları, düzlüğü ve suyu olan bir tepeye yerleştirdik. (Süleymaniye Vakfı meâli)

İnsan türünün bir erkekten türeyebileceği anlayışı Yahûdilerin insanları düşürdüğü pislik çukurundan başka bir şey değildir. Ne yazık ki bu hastalıklı anlayış -hem de varlıklar arasında hayvanlarda ve hatta bitkilerde bile ‘bir erkeğin’ üreyebildiğinin tek bir karşılığı yokken- zihinlerde yer edebilmiş, en hazini de ‘inanç’ olarak Müslümanın kalbinin içine girebilmiştir. Üstelik yüzlerce, binlerce kere şu âyeti okumalarına rağmen:

Rûm 30/30

فَاَقِمْ وَجْهَكَ لِلدّ۪ينِ حَن۪يفًاۜ فِطْرَتَ اللّٰهِ الَّت۪ي فَطَرَ النَّاسَ عَلَيْهَاۜ لَا تَبْد۪يلَ لِخَلْقِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُالْقَيِّمُۗ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَۗ

(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler. (TDV meâli)

“Allah’ın yaratışında değişme yoktur.” cümlesi anlatılmak istenen her şeyi özetleyecek bir cümledir. Yüce Allah’ın Kur’an’ında, bir kadının cinsel ilişki etkisiyle hâmile kalıp çocuk doğurabileceği de uzun uzun anlatılmış, Meryem gibi bir kadının herhangi bir cinsel ilişki etkisi olmadan hâmile kalıp çocuk doğurabileceği de uzun uzun anlatılmıştır. Cinsel ilişki etkisiyle hâmile kalan kadınlar için ‘özel’ bir âyet belirlemesine gerek yoktur çünkü bu duruma her kadın âyettir. Ama cinsel ilişki etkisi olmadan hâmile kalabilen kadınlar için tüm kapalılığı giderecek, açık ve anlaşılır hâle getirecek, algılanamayanı algılanabilir kılacak ‘özel’ bir âyete ihtiyaç vardır ve o âyet MERYEM VE OĞLUDUR.

Nisâ 1. âyette bahsedilen konu Meryem üzerinden anlaşılacaktır. Çünkü orada “akıllı ve iradeli, doğurabilen” bir nefsin vahidetin’den bahsedilmektedir. Âyetin metninden çıkarabildiklerimiz, o nefsin vahidetinin akıllı ve iradeli olduğu, tek tür olduğu, doğurabildiğidir. Âyet bu hâliyle bize tam anlaşılır değildir ve meseleyi çok sarih bir şekilde açmamıştır. İşte o âyet Meryem ve oğlu ile açılacaktır. Çünkü Meryem kadın olduğu hâlde ve herhangi bir erkekle cinsel ilişkiye girmediği hâlde ‘bir erkek’ doğurmuştur. Tıpkı nefsin vahidetinin zevcesini doğurduğu gibi.

Günümüzde anne karnındaki bebeğin cinsiyetini belirleyen etkenin erkekteki XY kromozomları olduğu tespit edilebilmiştir. Kadın cinsinde sadece XX kromozomları vardır. Eğer bir kadın dışarıdan bir XY kromozomu almamışsa onun kendi bünyesinde bu kromozom olmadığı için doğuracağı çocuğun da XX kromozomuna sahip, kendisi gibi biri olması gerekmektedir. Fakat bu durum, Allah’ın imkânları devre dışı bırakılırsa böyledir. Nasıl ki Yüce Allah Meryem’den XY kromozomuna sahip İsa çıkarmışsa, nefsin vahidetinden de ‘zevcesini’ çıkarmıştır.

Burada açıklığa kavuşması gereken bir husus daha vardır. Nisâ 1. âyette geçen نَفْسٍ وَاحِدَةٍ (nefsin vahidetin) ifadesindeki ‘nefs’ kelimesi sayı olarak ‘bir’ (1) şeklinde değildir. Bu bir kişinin sayısı değil bir türün sıfatıdır. Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde ‘nefs’ kelimesi ‘akıllı ve iradeli tür’ anlamında kullanılmıştır.

Âl-i İmrân 3/164
لَقَدْ مَنَّ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ اِذْ بَعَثَ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْ اَنْفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِه۪ وَيُزَكّ۪يهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَۚ وَاِنْ كَانُوا مِنْ قَبْلُ لَف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ

Andolsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, (kötülüklerden ve inkârdan) kendilerini temizleyen, kendilerine Kitap ve hikmeti öğreten bir Peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lütufta bulunmuştur. Hâlbuki daha önce onlar apaçık bir sapıklık içinde idiler. (TDV meâli)

Bu meâl yazarlarının ‘içlerinden’ anlamını verdikleri kelime âyetin kendi metninde geçen اَنْفُسِهِمْ (enfusihim) kelimesidir ve kastettiği anlam ‘içlerinden’ değil ‘kendi türlerinden’ olmalıdır. Nefs kelimesinin ‘tür’ anlamına geldiğine dair birçok âyet vardır, az sonra bunlara değinilecektir.  Buna göre Nisâ 1. âyette geçen ‘nefsin vahidetin’ ifadesi tek bir kişiden değil; eşi olmayan, zevci olmayan, karşı cinsi olmayan, doğurabilen akıllı ve iradeli varlık türü anlamındadır. Bu varlık türünün bir tane olması onu tür yapmaz. Tür olabilmesi için Kur’an’da belirlenen akrabâlık ilişkilerini ortaya çıkaracak sayıda olmaları gerekmektedir. Elbette ki Kur’an’da bunların sayısı ile ilgili açıklamalar vardır ama o, bu çalışmanın konusu değildir.

İnsan türü iki tane akıllı ve iradeli nefs’ten oluşmuştur. Erkek ve kadın nefsi. Hermaphrodita (Türkçesi Hermafroditlik) yani çift cinsiyetlilik hem bir hastalık değildir hem de ayrı bir nefs türü değildir. Homoseksüellik ise tam bir sapkınlıktır ve bunun “erkeğim ama kendimi kadın gibi hissediyorum” cümleleriyle paklanacak bir tarafı yoktur. Hislerini değiştireceğine cinsiyetini değiştirmeye kalkışmak (ki ne yaparlarsa yapsınlar değiştirmezler) tam bir garâbettir. Kaldı ki kişinin yapay bir cinsel organa sahip olması onu ne kadın yapar ne de erkek. Çünkü cinsiyet sadece cinsel organla alâkalı bir şey değildir. Bir erkek sadece cinsel organıyla değil saçından ayak tırnağına, organların yapısından hücre yapısına kadar her şeyiyle erkektir. Aynı şekilde kadın da sadece cinsel organıyla kadın değildir. Tepeden tırnağa her şeyiyle kadındır ve erkekten farklıdır. Bir kişinin cinsiyet değiştirmesi için tüm hücrelerini ve organlarını değiştirmesi gerekmektedir. Çünkü kadın ve erkek nefsinin dizaynı farklıdır. Birçok organın çalışma şekli aynıdır ama bu yüzde yüz benzerlik şeklinde değildir.

Aslına bakılırsa nefs kelimesinin sözlük anlamları içinde de ‘doğuran’ anlamı zaten vardır. Kök olarak ‘kıskanmak, haset etmek, göz değdirmek’ anlamlarına gelen kelime, ‘nefiseti’l mer’etü’ şeklinde ‘kadının doğum yapması’ anlamında kullanılır. Aynı şekilde ‘menfus’ kelimesi ‘doğan, doğmuş’ anlamında kullanılır. Lohusalık durumuna da lohusa olan kadına da ‘nifas’ denir.

Elbette ki kelimenin anlamları bununla sınırlı değildir ama mâdem ki kelime âyette müennes olarak geçmektedir ve âyetin devamında ifadeye hep müennes zamirler dönmektedir, o hâlde kelimenin sözlük anlamlarının da buna yönelik olarak tespit edilmesi gerekmektedir. Yoksa kelime tek başına müennes için de müzekker için de kullanılabilir.

Tıpkı nefs kelimesi gibi âyette geçen ‘zevce’ kelimesi de hem eril hem de dişil için kullanılan bir kelimedir. Asıl itibariyle ‘kışkırtmak, insanları birbirine düşürmek, aralarını açmak’ gibi kök anlama sahip bu kelime, ‘ezvace’ şeklinde if’âl bâbından bir fiil olarak kullanıldığında ‘çiftleştirmek, çift yapmak, ikili yapmak, birbirine yaklaştırmak’ anlamında kullanılmaktadır. Zevvece şeklinde tef’îl bâbından bir fiil olarak kullanıldığında ise ‘evlendirmek, evermek’ anlamında kullanılır. İfti’âl bâbının mastarı olarak ‘izdivaç’ şeklinde kullanıldığında ise ‘eşlenmek, evlenmek, çiftleşmek, çift olmak’ anlamına gelmektedir. Yine ‘zevç’ şeklinde mastar olarak geldiğinde, kelime ‘eş, koca, çift’ anlamına geldiği gibi ‘benzer, grup, sınıf’ anlamına da gelmektedir. Nitekim kelime Vâkı’a sûresinin 7. âyetinde bu anlamda kullanılmıştır.

Nisâ 1. âyetteki zevç kelimesi de tekil anlamlı bir kelime değildir. Kelimeye tekil anlam vermek mümkündür ama bir cümlede kelimelere anlam verilirken cümlede oluşan duruma göre anlam verilir. Bu noktada âyetin öncesinde geçen ‘nefsin vahidetin’ kelimesi tür ismi olarak geçmektedir. Bundan dolayı ‘zevç’ kelimesine de bu yönde anlam verilmesi gerekmektedir. Yani nefsin vahidetin ile eş olacak tür.

Zaten âyete dikkat edilirse önce nefsin vahidetin ortaya çıkıyor, sonra ondan zevç çıkıyor, rical ve Nisâ ise bu ikisinin ortaya çıkmasından sonra ortaya çıkıyor. Yani ne nefs kelimesine ‘kadın’ ne de zevç kelimesine ‘erkek’ denmiştir. O hâlde zevç kelimesine ‘koca’ anlamına gelebilecek bir mânâ verilmesi doğru olmayacaktır. Üstelik hiç kimse ‘koca’ olarak yaratılmaz. Oysa âyette gâyet açık bir şekilde وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا “Ondan zevcesini yarattı.” denmektedir. Bu ifadede geçen ‘zevç’ kelimesine ‘koca’ anlamı verilmesi durumunda cümle “Ondan kocasını yarattı.” şeklinde olacaktır ki böyle bir mânâ saçma bir mânâ olacaktır. Çünkü ‘koca’, bir yaratığın adı değil bir durumun adıdır.

Peki neden hem âyette geçen ‘nefs’ kelimesine ‘kadın’ ve hem de ‘zevç’ kelimesine ‘erkek’ denmemiştir?

Tıbbî olarak kadını kadın yapan şey XX kromozomlarına sahip olmasıdır. Yine tıbbi olarak erkeği erkek yapan şey XY kromozomlarına sahip olmasıdır. Normal olarak bir çocuğun cinsiyeti erkekteki kromozomlar üzerinden belirlenir. En başta anlaşılsın diye “dişi” diyeceğimiz nefsin vahidetin dişi olduğu için XX kromozomlarına sahiptir. Herhangi bir cinsel ilişki olmadan doğacak çocuğun da XX kromozomuna göre olması lâzımdır. Çünkü kadında XY kromozomu yoktur. Fakat nasıl ki Meryem XX kromozomuna sahip olmasına rağmen ve herhangi bir cinsel ilişki olmadan hâmile kalıp XY kromozomuna sahip İsa’yı doğurmuşsa en baştaki nefsin vahidetin de XX kromozomuna sahip olmasına rağmen karşı cinsini doğurmuştur. Bu olaylarda cinsiyeti belirleyen ne XX kromozomudur ne de XY kromozomudur; Yüce Allah’tır. Oysa Yüce Allah’ın koyduğu genel ilke, cinsiyetin erkekten geçmesi yönündedir. İşte bu yolla cinsiyeti belirlenene ‘erkek’ ve ‘kadın’ denir. Nisâ 1. âyette anlatılan olay ‘genel ilkelerin’ değil Meryem ve oğlunun âyet kılındığı ‘özel ilkelerin’ geçerli olduğu bir durumdur.

Türkçede ‘ata’ kelimesi kişinin soy olarak kendisini dayandırdığı ilk şahıstır. Fakat bu her zaman erkektir. Nisâ 1. Âyet ise insanlığın ilk atalarının bir erkek değil tıpkı Meryem gibi herhangi bir erkek etkisi olmadan üreyebilen bir tür olduğunu söylemektedir.

Çok sık kullandığımız ‘tür’ kelimesi ‘nefsin vahidetin’in sanki insandan başka bir şeymiş gibi algılanmasına sebep olabilir. Bu doğru bir anlayış olmayacaktır. Bir kere ‘nefs’ kelimesi zaten ‘insan’ için kullanılan bir kelimedir. Fakat tek başına nefs dendiğinde ‘hem erkek hem de kadın cinsi’ ifade edilmektedir. Yani aslında ‘nefs’ kelimesi cinsiyet üzerinden tanımlanması mümkün olmayan bir kelimedir.

 

Mâide 5/45

وَكَتَبْنَا عَلَيْهِمْ ف۪يهَٓا اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ وَالْعَيْنَ بِالْعَيْنِ وَالْاَنْفَ بِالْاَنْفِ وَالْاُذُنَ بِالْاُذُنِ وَالسِّنَّبِالسِّنِّۙ وَالْجُرُوحَ قِصَاصٌۜ فَمَنْ تَصَدَّقَ بِه۪ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَهُۜ وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ فَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُالظَّالِمُونَ

Tevrat’ta onlara şöyle yazdık: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş (karşılık ve cezadır). Yaralar da kısastır (Her yaralama misli ile cezalandırılır). Kim bunu (kısası) bağışlarsa kendisi için o keffâret olur. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir. (TDV meâli)

Hemen herkes tarafından bilinen bu âyette اَنَّ النَّفْسَ بِالنَّفْسِۙ “nefse karşılık nefs” denmiş, herhangi bir cinsiyet zikredilmemiştir. Erkek denilecek kişilerin olmadığı bir ortamda yaşayan insanların cinsel ilişki olmadan doğurmaları onları ‘kadın’ olarak adlandırmamıza engeldir. Çünkü ‘kadın’ kelimesi ancak ‘erkek’ ile birlikte olunca anlamlı olmaktadır. Yoksa tek türü olan insana ‘kadın’ denemez. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi bu türe verilecek en güzel ismi Yüce Allah vermiş ve onlara “nefsin vahidetin” demiştir. Bize kapalı kalan bu olay ise Meryem ve İsa âyeti ile açıklığa kavuşturulmuştur. Meryem’in Kur’an’da, diğer birçok isimden daha fazla anılmasının ve hiçbir resûlde olmayan detayla annesinin karnına düştüğü ândan itibaren kıssasının anlatılmasının sebebi de budur. Yani Meryem ve oğlu YARATILIŞIN ÂYETİDİR.

Böylelikle en başından beri Meryem ve oğlunun kime, ne zaman ve hangi şeye âyet kılındıklarının cevaplarını elimizden geldiğince sadece Kur’an’dan bulmaya çalıştık. Bilerek yanlış yapmaktan Allah’a sığınır, bilmeyerek yaptıklarımızdan ise bağışlanma ve merhameti yine Yüce Allah’tan dileniriz.

Önerilen İçerikler