بسم الله الرحمنِ الرحيم
YOKSA KİTABINIZ MI VAR?
Bir yandan ‘MAKSAT/MANA/HAKİKAT/LAFIZ’ kavramları arasındaki ilişkinin kurulamaması ya da kurulsa bile sabit bir referansa dayanmaması, diğer yandan ‘AKIL’ ve ‘DİL’ arasındaki ilişkinin hiçbir temele dayandırılmaması her şeyin anlamsızlaşmasına veya herkesin kendi anlamını diretmesine yol açmıştır.
Şu bir hakikattir ki Kur’an, sabit bir referansı olmayan aklı, geliştireceği akılların arasında görmemektedir. Aynı şekilde referansları ispatlanmamış olan aklı da geliştireceği akıllar arasına almamıştır.
Mesela;
(Kalem 68/35)
اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ
Efenec’alu-lmuslimîne kelmucrimîn(e)
(Kalem 68/36)
مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ
Mâ lekum keyfe tahkumûn(e)
(Kalem 68/37)
اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ
Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(e)
(Kalem 68/38)
اِنَّ لَكُمْ ف۪يهِ لَمَا تَخَيَّرُونَۚ
İnne lekum fîhi lemâ teḣayyerûn(e)
Bu ayetlere dikkat edilirse Kur’an bir aklı muhatap almıştır ama muhatap aldığı bu aklı, geliştireceği akıllar içinde değil, değiştirilmesi gereken akıllar içinde görmüştür.
Bu ayetlere aklın referansları açısından baktığımızda her zaman geçerli sabiteleri de elde etmek mümkündür.
Bu pasajda üstüne söz söylenen bir mesele vardır. 35. ayette اَفَنَجْعَلُ الْمُسْلِم۪ينَ كَالْمُجْرِم۪ينَۜ (Efenec’alu-lmuslimîne kelmucrimîn(e)) bu söylenmektedir. Genelde “Müslimleri mücrimlerle bir tutar mıyız?” şeklinde çevrilen bu ayetteki kelimeler üzerinde biraz çalışıldığında cümlenin “Müslimleri mücrimler gibi tanımlayalım mı?” şeklinde bir anlama sahip olduğu görülecektir.
Ayetin devamında ise مَا لَكُمْ۠ كَيْفَ تَحْكُمُونَۚ (Mâ lekum keyfe tahkumûn(e)) cümlesi geçmiştir. Bu cümledeki ‘tahkumun’ ifadesi Türkçeye “hüküm vermek” şeklinde çevrilmektedir. Oysa bu ifadeye bu manayı vermek okyanusu bardağa sığdırmak gibi bir şeydir. Evet, kelimenin anlamı “hüküm vermek”tir ama “hüküm vermek” Türkçe düşünenlerin kafasında şekillenen şey değildir.
“Hüküm vermek”; “-zanni olsun ya da olmasın- herhangi bir bilgiyi hiçbir açıklayıcıya ihtiyaç duymayacak şekilde açığa çıkarmak”tır.
Yani ‘TAHKUM’ ifadesi “Bir şeyi KESİN BİLGİ HALİNE GETİRMEK”tir.
Bir şeyi kesin bilgi haline getirmenin ise sadece bir yolu vardır: KESİN SABİTELER SAHİBİ OLMAK.
Bu yüzden ayetin hemen devamında اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ (Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(e)) işte bu cümle gelmiştir.
Hiç kimse annesinden bilgi ile doğmaz, her insan hangi tür olursa olsun bilgilerinin tamamını sonradan edinir. Sonradan edinilen bilgilerin kesinliği ise sadece sonradan edinilen kesin bir referans noktasına ihtiyaç duyar. Aslında her insan zaten bunu yaparak bilgi edinir.
Annesinin kesin annesi olduğunu kabul ederek kendi doğumuna şahit olmadığı halde etrafında bulduğu kadına “anne” der ve bunu değişmez kesin referans noktası olarak alıp ona göre düşünce ve eylem geliştirir. Bu bilgi hayat boyunca onun referansıdır ama her halükârda bu kesin bilgiyi yani annesinin anne olduğu ve ‘anne’ kelimesinin de ne anlama geldiğini sonradan edinir.
İşte bu yüzden edinilen şeylerin bir aslının olması için onun tekil bilgi halinde değil, her bir şeyi diğerine referans olabilecek organize şekilde olması gerekmektedir çünkü hangi türde olursa olsun varlıkta birinin diğeri ile anlam kazanmadığı hiçbir bilgi yoktur.
Her bir varlık ve her bir varlığa ait bilgiler ‘EVREN’ denen ORGANİZASYONUN tamamında anlamlıdır. Yoksa tek başına ne var olabilir ne de anlamlı olabilir.
Bilgilerin bir kural ile birbirine bağlı bir organizasyon içinde olması şarttır, değilse hiçbir bilgi anlamlı olamaz. İşte bu yüzden sonraki cümle اَمْ لَكُمْ كِتَابٌ ف۪يهِ تَدْرُسُونَۙ (Em lekum kitâbun fîhi tedrusûn(e)) bu şekilde gelmiştir.
‘KİTAP’ kelimesi her şeyden önce sesin muğlaklığından kurtulmuş sözdür.
Ses bin kere tekrar edilse bile sözü asla muğlaklıktan kurtarmaz. Çünkü ses halinde söylenen her söz mekâna ve zamana mukayyet olarak anlaşılmak zorundadır ve hiçbir ses zamanın ve mekânın mukayyetliğini yansıtamaz.
Ama yazı öyle değildir. Eğer ortada bir yazı varsa o sözün zaman ve mekân ile bağını kurmak yazarın boynunun borcudur, tabi eğer yazar anlaşılmak istiyorsa.
Yazı bin kere hatta bir kere bile tekrara muhtaç olmayan sözdür, nakle de muhtaç değildir, tam tersi her tekrar ve her nakil yazıya muhtaçtır.
Sesli yapılan tekrar ve nakillerde söz her tekrar edişte ve her nakil edişte anlamından bir şey kaybeder. Tabiri caizse kulaktan kulağa anlamı eriyerek geçer ama yazı öyle değildir. Yazı hiçbir nakilde ne nesnel değerinden ne de anlamından bir şey kaybeder.
Yazı, varlık anlayışındaki sabitelerin (var veya yok) “organize bir şekilde kayıt altına alınmasıdır.” Bu yüzden “KİTABINIZ MI VAR?” denmiştir. “KAVLİNİZ Mİ VAR? KELAMINIZ MI VAR?” denmemiştir.
Ses halinde söylenen sözlerin ne referans değerini ne de rehber değerini tespit etmek mümkündür ama eğer söz söyleyen, söz söyleme yöntemi olarak “yazıyı” tercih etmişse sözünün referans değerini de rehber değerini de yazıda belirtmek zorundadır. Bu yüzden “KİTABINIZ MI VAR?” denmiştir.
Yazıda ‘akıl’ ile ‘dil’ arasında sabit bir ilişki kurmak mümkündür çünkü karşınızda asla değişmeyecek bir metin vardır. ‘Akıl’ zaten sadece sabiteler ile bilgi sahibi olabilir. Nesnel değeri sabit olan bir yazının geri kalan her değeri de artık sabittir.
“Yoksa KİTABINIZ MI VAR?” sorusunu Aristoculara, Platonculara, Hermescilere sorarsak ve buradaki ‘kitap’ kelimesinden de nesnel değeri kitap olan bir şey kastediliyorsa EL-CEVAP; “Evet, kitapları var hem de binlerce, milyonlarca.”
Ve evet, ondan ders görüyorlar…
Ve evet, onda tercih ettikleri var…
Hayır, burada kastedilen şey nesnel manada kütüphane sahibi olmak değildir. Burada kastedilen şey, madem ki hüküm veriyorsunuz o halde her hükmün bağlı bulunduğu zaman ve mekânı gözeterek oluşturulan bir varlık organizasyonu ve bu organizasyonun a) çelişkisiz b) biri diğerine referans olan sabit bir yazısı olması gerekmektedir.
Eğer bunu yapabilen bir kitabınız veya oluşmuş sabit bir bilginiz varsa evet, işte o zaman Kur’an’dan başkasına bakabilirsiniz.
‘YAZI’ ise bünyesinde
REFERANS DEĞERİ
REHBER DEĞERİ
AMAÇLILIĞI
MANAYI
LAFZI
barındırmak zorundadır.
PEKİ ‘HAKİKAT’?
İşte o da aklın işidir.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين