بسم الله الرحمنِ الرحيم

İŞ BAŞA DÜŞTÜ

Halkı Müslüman olan ülkeleri yönetenler, ülkeler arasındaki sınırların ekmeğini yemektedirler. Çünkü o sınırlar Müslüman halkı bölüp parçalamakta ve sınırlar içinde kalanların dışarı çıkmasını, dışarıda kalanların da içeri girmesini engellemektedir. Bu durum Müslüman halkı, her biri “Allah’ı görmezden gelme” temeline oturtulmuş devlet sistemlerine ve bu sistemleri yönetenlere mecbur hâle getirmektedir çünkü Müslüman halk kendi imkanlarını ve enerjisini, darda kalan, zorda kalan, başı dertte olan diğer Müslümanlara direkt ulaştıramamakta ve kendisi de devletten bağımsız olarak ulaşamamaktadır. İllegal yolları kullanarak bir şekilde ulaşsa bile bu meşru olmamaktadır.

İşte bu durumda olan Müslümanların tepesindeki devletler, halkın imkânlarını halkın isteği doğrultusunda kullandıklarında ya da halkın hislerine tercüman olan sözler ettiklerinde Müslüman halklar onlara değer vermektedirler. O devletler de Müslüman halkların kendilerine değer vermelerinin sebebinin kendilerinde olan ‘kerametten’ dolayı olduklarını sanmaktadırlar fakat şu an Gazze’de olduğu gibi tüm Müslüman halkların desteğini, yardımını, omuz vermesini bekleyen bir durum olduğunda ise Müslüman halkın değil, tamamı kafirler tarafından ve “dünya halklarını kendilerine köle edinme” temeli üzerinden belirlenmiş uluslararası siyasete kulak vermektedirler. Şu an Gazze’de Müslüman halkların ve devletlerin müdahalesini meşru kılacak uluslararası hukuka göre meşru bir zemin oluşmasına rağmen kendi halklarına karşı ‘keramet’ sahibi olan bu devletler ve devlet başkanları korkak tavuk gibi mitingler düzenlemekte, aciz ve ihtiyar bunaklar gibi sadece beddualar yağdırmaktadırlar.

Bu ahmak devlet ve devlet başkanları, sınırların kendilerine mecbur ettikleri bu halkı da kendileri gibi korkak tavuk zannetmektedirler. Bizi kandırmak ve vicdanımızın sesini bastırmak için MİTİNG düzenlemekte ve bizim de bu mitinglerle yetineceğimizi, susup kendi kabuğumuza çekilerek bu ahmak adamların sızlanmalarını dinleyeceğimizi zannetmektedirler.

Dünya siyasetini az biraz dikkatli okuyan biri şunu rahatlıkla görecektir: Artık oyun oynar gibi etrafına çember çizip “Burası benim, burası bizim…” diyerek yaşamak reel değildir çünkü dünyanın herhangi bir bölgesinde yaşanan savaş, kıtlık, açlık, bela, musibet yeryüzündeki sahte çemberlerin hepsinin içinde kalan halkları yakından etkilemektedir. Bu sahte çemberler artık dünya halklarının enerjisini zapt edememektedir ve her geçen gün daha da zayıflamaktadır.

Bu devletler ve devlet başkanları hâlâ ahmakça, sınırları temel almış dünya siyasetinin getirdiği zorunlulukları kendi halklarının enerjisini zapt edebileceğini zannederek siyaset geliştirmektedirler. Bu halkların bu ahmakça davranışlar karşısında “İŞ BAŞA DÜŞTÜ.” demelerinin vakti artık gelmiştir.

Yıllarca toplanıp toplanıp dağılan ve hiçbir şekilde dünya halklarının sorunlarına çözüm üretmeyen devlet başkanları ve onların siyaseti meşruiyetini yitirmiştir ve hiçbir bağlayıcılığı kalmamıştır.

Dünya siyasetine egemen olan batılı kapitalist canavarlar “uluslararası hukuk” diyerek kurdukları tuzakları meşru hâle getirmekte ve Müslüman ülkelerin devletleri ve devlet başkanları da bu oyuna hem de defalarca gelmektedirler. Sorunlara bu kapitalist canavarların oluşturduğu meşruiyetini yitirmiş zeminlerde çözüm aramaya kalkışan Müslüman halkların devlet başkanları ve siyasetçileri, içine düştükleri siyasi acziyeti Müslüman halklarına dayatmakta ve bir zorunluluk olarak halklarının önüne koymaktadırlar. Oysa halk, tamamı son derece lüks mekânlarda ve tamamen halkın imkânlarıyla yapılan toplantılarda onların birbirlerine ne dediklerine asla bakmamaktadır. Halkın tek derdi sorunların çözülmesidir.

Türkiye’nin Müslüman halkı, devlet başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın hangi devlet başkanıyla hangi şeyi konuştuğunu asla umursamamaktadır. Türkiye’nin halkı onu, onun toplantılarının paparazzi haberlerini dinlemek için seçmemiştir. Vergilerini bunun için vermemekte, çocuklarını bunun için askere göndermemektedir. Bu halk sorunları çözsün diye onu ve diğerlerini seçmiştir. Bu seçimlerin Yüce Allah’ın indindeki meşruiyetini tartışmak ve bu seçimlerin hesabını vermek ayrı bir şeydir, sorunları çözmemek ayrı bir şeydir.

Hiçbir devlet başkanının “Seçimler İslam’a uygun değil, ben bu yüzden sizin problemlerinizi çözemedim.” demeye hakkı yoktur. Seçim sisteminin yanlış ya da doğru olması başka bir şeydir, seçilenlerin halkın sorunlarını çözmesi başka bir şeydir. Bu ülkede yaşayan hiçbir Müslüman “Seçimler İslamî olmadı, demokratik oldu bu yüzden onlardan çözüm beklemek yanlıştır.” diyemez, buna hakkı yoktur.

İster zorla başa gelmiş olsunlar ister demokratik seçimle, her devlet meşruiyetini halktan alır. Halkı yok sayan bir devlet meşruiyetini yitirmiştir.

Halkı yok saymaktadırlar çünkü bir devlet meşruiyetini halkının can, mal, nesil, din ve akıl emniyetini sağlamasından almaktadır. Bunları korumanın referans değeri demokrasi bile olsa bu böyledir. Demokratik bir akıl kullansalar bile zulüm, haksızlık, vahşet, katliam asla meşru değildir. “Biz demokratik değerlere inanıyoruz bu yüzden zavallı bebelerin, kadınların, ihtiyarların, çocukların öldürüldüğü bu zulmü seyredebiliriz, bize göre bu makul bir durumdur.” diyemezler.

Hiçbir dünya görüşü, hiçbir inanç, hiçbir ideoloji ve hiçbir uluslararası hukuk bu zulmü seyredemez.

Şimdi bu ahmak devlet başkanları, 1,5 milyon kişinin çözüm arayışında desteğini sunmak için bir araya geldiği bir mitingde aciz ihtiyar kadınlar gibi slogan atmayı, yerini bulmayan tehditler savurmayı soruna çözüm olarak görüyorlar. Oysa tavır ve davranışları dikkatli incelendiğinde bu durumu bile yakında olacak seçime yatırım olarak kullandıkları görülecektir.

Sanıyorlar ki her durumda biz onlara mecburuz. Sanıyorlar ki onları ahmak yerine koyan uluslararası hukuk dedikleri şeye biz de ahmakça inanıyoruz.

AMA Nasıl ki müktesebatın sorunlarımıza sorun ekleyen davranışına “İş başa düştü.” diyerek Kur’an’ımıza sarılmış ve o ahmakça dinden kurtulmuşsak (Yüce Allah’a hamdu senalar olsun), bu ahmak siyasetçilerin sorunlarımıza sorun ekleyen davranışlarına da “İŞ BAŞA DÜŞTÜ.” diyerek kendi kaderimizi çizeriz.

İşte Hamas’ın yaptığı tam da budur. Hamas, dünya siyasetinin yıllardır çözemediği kendi problemini “İŞ BAŞA DÜŞTÜ.” diyerek kendi kaderini ele almıştır ve ASLANLAR gibi kaderinin kendisine hazırladığı iki sondan birine (zafer veya şehadet) razı olarak savaşmaktadır.

“Uluslararası hukuk” diyerek, “diplomasi” diyerek kendi halkını ‘sınır’ denen zincire mahkûm eden devlet başkanları bilsinler ki “İŞ BAŞA DÜŞTÜ.” dememize ramak kalmıştır.

Bu söz bir Telegram grubunda, marjinal bir adamın hepi topu birkaç kişiye söylediği bir söz olarak görülebilir. Bu yüzden “Bu sözün muhatapları bunu duymuyor.” denilerek “İŞ BAŞA DÜŞTÜ.” söyleminin güdük kalacağı sanılabilir. Evet ben de eminim ki duymayacaklar, duysalar da anlamayacaklar anlasalar da gereğini yerine getirmeyecekler. Zaten ben de onlar duysun diye söylemedim. Ben, HER ŞEYİ DUYAN DİKKATE ALSIN DA BİZE YOL GÖSTERSİN diye söyledim.

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler