‘HİKMET’in “YAZININ KURALLARI” YANİ “GRAMER” OLUP OLMADIĞINA DAİR 

‘Hikmet’ kelimesine “yazının kuralları” anlamı vermemizin delilleri sorulmuştu. Buna dair sunacağımız pek çok delil vardır ama ben şimdilik sadece bir ayeti getireceğim:

Bakara 2/129

رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ۟رَبَّنَا وَابْعَثْ ف۪يهِمْ رَسُولًا مِنْهُمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ اٰيَاتِكَ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَيُزَكّ۪يهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ …

Rabbenâ veb’aś fîhim rasûlen minhum yetlû ‘aleyhim âyâtike veyu’allimuhumu-lkitâbe velhikmete veyuzekkîhim(c) inneke ente-l’azîzu-lhakîm(u)

SV Meali – “Rabbimiz! Bunların içinden bir elçi çıkar da onlara senin âyetlerini okusun! Kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları geliştirsin! Üstün olan, doğru karar veren Sen’sin!”

Bu ayet İbrahim’in duasıdır. O, duasında Yüce Allah’tan şu evsafta olan bir resul göndermesini/yaratmasını istemektedir:

  1. RABBİN AYETLERİNİ ONLARA OKUYACAK.
  2. KİTABI VE HİKMETİ ÖĞRETECEK.
  3. ONLARI TEZKİYE EDECEK.

 

Bu evsaflarda gönderilmesi istenen şeylerin hepsinin bir karşılığı vardır ama ‘HİKMET’ kelimesinin karşılığı yoktur.

‘KİTAP’ = “YAZI”

‘AYET’LER = “YAZIYI OLUŞTURAN CÜMLELER”

‘TEZKİYE’ = “GELİŞTİRMEK”

‘HİKMET’ = ???

Ayetleri okumak gayet kolayca anlaşılabilecek bir şeydir. Ama burada önemli olan şey “okumak” kelimesinin nasıl yapılacağıdır. Her şeyden önce “ayetleri dillendirmek” okumak değildir. Çünkü kişi ayetleri okumadan da ayetleri dillendirebilir. Ayette ‘YETLU’ kelimesinin kullanılması sadece “YAZI”ya müteallik olarak anlaşılabilecek bir kelimedir. Bu kelimeye “adım adım takip ETTİRECEK, kendinden öncesinin yaptığının aynısını YAPTIRACAK, taklit ETTİRECEK, izini SÜRDÜRTECEK” gibi manalar da verilebilir. Ama bu mananın verilmesi ya ‘AN’ harf-i cer’i ile ya da kelimenin geçişli olması ile mümkündür. Kaldı ki ‘an’ harf-i cer’i ile bile olsa böyle bir mananın verilmesi son derece zorlama olacaktır. Bu noktada kelimeye kesinlikle “OKUYACAK” manasının verilmesi zorunlu hâle gelmektedir. “Okumak” fiili ise kesinlikle bir “YAZI”yı zorunlu hâle getirmektedir.  İşte bu durumda okunması istenen AYETLERİN yazı karakterinde olması gerekmektedir. Eğer sözlü olarak iletilmek kastediliyor olsaydı o zaman ‘EZZİNE’ (“duyurmak”) kelimesini kullanması gerekirdi. Burada bir parantez açalım. Genelde Kur’an’ın duyurulması, başkasına iletilmesi ile ilgili olarak “TEBLİĞ” kavramı kullanılır ama bu son derece yanlış bir kullanımdır. Çünkü “TEBLİĞ” kelimesi ‘YETLU’ kelimesinden bile daha kapsamlı bir kavramdır. “TEBLİĞ”, ulaştırılması gereken bir şeyi tam olarak her şeyiyle, karşı tarafın zihninde hiçbir şekilde kapalılığa imkân vermeyecek şekilde ulaştırmaktır. Bu noktada “TEBLİĞ” kelimesi “Ayetleri okumak, kitabı (yazıyı) öğretmek, yazının kurallarını öğretmek, tezkiye etmek” fiillerinin tamamını kapsayan şemsiye bir kavram olmaktadır. 

Parantezi kapatarak konuya dönelim…

‘YETLU ALEYHİM AYETİKE’ cümlesinden ayetlerin yazılı olduğu ve resulün de o yazılı olan şeyi okumakla görevlendirileceği anlaşılmaktadır. Eğer resulün görevi sadece ‘YETLU ALEYHiM AYETİHİ’ denilerek bitirilmiş olsaydı “elindeki yazıyı başkasına da öğretmek gibi bir görevi yoktur” diyebilirdik.

Devamında ‘YUALLİMUHUML KİTAP’ deniliyor… Şimdi eğer ayetler zaten yazıysa, yazıdaki cümleleri okuması için de ‘YETLU’ deniliyorsa ve hatta KİTAP da işte okunan bu ayetlerden oluşuyorsa neden “AYETLERİ ÖĞRETECEK” denmiyor da “KİTABI ÖĞRETECEK” deniliyor?

Çünkü ‘YETLU AYETİKE’ ifadesi “öğrenme”nin konusu değil “ANLAMA”NIN KONUSUDUR. Çünkü her okuma, ANLAMAK veya muhatabın ANLAMASINI SAĞLAMAK içindir. Orada anlaşılması istenen şeyin fiziki durumu birinci planda değil ikinci plandadır. Karşıdaki kişiyi ayetlerin yazılı hâlini okuyamıyor olabilir ama onun bu durumu kendisine okunan ayetleri anlamasının önünde engel değildir.

Resulün ve hatta her öğreticinin karşısında her zaman okunan ayetleri okuyabilen kitle olmayacaktır ve olmamıştır da.

Ama her resulün ve hatta her öğreticinin karşısında -okuma bilsin ya da bilmesin- daima ANLAYABİLME KAPASİTESİ olan kişiler olacaktır. Zaten anlayabilme kapasitesi yoksa “aklı yerinde değil” demektir ve resulün bu kişiye ayet okuması da okumaması da bir şeyi değiştirmeyecektir hatta resulün böylesi kişiye ayet okuması son derece saçma olacaktır.

İşte bu yüzden -okuma bilsin ya da bilmesin- resullerin kendilerine yazılı halde gelen ayetleri muhataplarına anlasınlar diye okuması onun ilk görevidir.

“KİTABI ÖĞRETECEK.” … ULEMA bu kavramı nedense bağlamından koparıp “KİTABIN İÇİNDE NE OLDUĞUNDAN HABERDAR EDECEK.” gibi bir anlama taşımıştır… 

Şimdi dikkat edelim; ilk görev neydi? 

“AYETLERİ ONLARA OKUYACAK.” 

Ayetler nerededir? Ee, kitabın içindedir hatta kitabı oluşturan şey ayetlerdir. 

Öyleyse ayetleri okuması aslında kitabı okuması değil midir?

Kesinlikle öyledir. O halde zaten ayetleri okuyorsa ve her okumanın amacı da anlamak veya anlaşılmasını sağlamaksa “KİTABI ÖĞRETMEK” nedir? Zaten ayetleri okuyor, zaten ayetlerin anlaşılması için uğraşıyor… Ayetleri okuması kitabı okuması ise zaten öğrettiği şeyi bir daha mı öğretecek?

Yok eğer “KİTABI ÖĞRETMEK” zaten ayetleri öğretmekse o halde neden “AYETLERİ OKUYACAK VE KİTABI ÖĞRETECEK” denilmektedir? ‘Ayet’lerle ‘kitap’ ayrı ayrı şeyler midir ki birini okuyacak diğerini öğretecek?

Elbette ki aynı şeylerdir ama ‘YETLU AYETİKE’ cümlesi “ayetleri OKUYARAK ÖĞRETMEK”, ‘YUALLİMUHUML KİTAP’ ise “OKUMAYI ÖĞRETMEK”TİR.

“BU YAZIYI ÖĞRETECEK.” anlamına gelmektedir.

“Yazıyı öğretmek” demek herhalde “yazıdaki sözlerin ve kelimelerin anlamlarını öğretmek” değildir çünkü bunun için ‘YETLU AYATİKA’ ifadesi zaten yeterlidir.

Yani yazıyı okumayı bilmeyen biri de kelimelerin anlamlarını bilir.

“Yazıyı öğretmek” ile “yazının kurallarını öğretmek” AYNI ŞEYLER değildir. Günümüzde yazıyı okuyabilen hatta kelimelerin anlamlarını da bilen ama YAZININ KURALLARINI BİLMEYEN milyonlarca hatta milyarlarca insan vardır.

Türkçe yazı yazmayı ve okumayı en fazla iki günde öğrenebilir ve öğretebilirsiniz… Kur’an’daki yazıyı en fazla bir haftada öğrenebilir ve öğretebilirsiniz ama bu, “Onlar aynı zamanda yazının kurallarını da öğrenmişler.” demek değildir.

Nitekim günümüzde milyonlarca Arap Arapçayı su gibi ve hatta yanlışsız yazmaktadır ama yazdığı yazının kurallarını ifade edememektedir. Bunun için de mutlaka bir öğrenme sürecine ihtiyaç duymaktadır.

Bir yazının kurallarını öğretmeden sadece harf karşılıklarını veya kelime bilgisini öğretmek asla öğretmek demek değildir. Evet bir şeydir ama “KİTABI ÖĞRETMEK” değildir.

Bu duruma bir de ÖĞRETİLEN YAZININ NOKTASIZ VE HAREKESİZ BİR YAZI OLDUĞUNU EKLEDİĞİNİZDE GRAMER KURALLARINI ÖĞRETMEK KAÇINILMAZ BİR HÂL ALMAKTADIR.

Noktasız ve harekesiz metinde hangi kelimenin müpteda hangi kelimenin haber hangisinin fiil hangisinin isim olduğu dahası hangisinin müzekker hangisinin müennes olduğu sadece ve sadece gramer kurallarının -ki buna iştikak da dahildir- bilinmesi ile bilinebilir… 

MESELÂ bu metni okuyabilmek için kişide şunların olması şarttır:

  1. İŞTİKAK BİLGİSİ
  2. KELİME BİLGİSİ
  3. SARF BİLGİSİ
  4. NAHİV BİLGİSİ

 

İŞTE “gramer” dediğimiz şey bunların toplamıdır.

Günümüzde Kur’an noktalı ve harekeli olduğu için bırakın iştikak bilgisini sarf-nahiv bilmeyenler bile Kur’an’ı okumaktadırlar ama okumanın tek gayesi olan “ANLAMA”yı dışlayarak.

Resullerin öğretmekle yükümlü oldukları yazı BU YAZI DEĞİLDİR:

BU YAZIDIR:

Bu yazı anlamadan okunabilecek bir yazı değildir. Bu yazı, kuralları bilinmeden okunabilecek bir yazı değildir. Bu yazı herkesin kafasına göre hareke ve nokta koyabileceği bir yazı değildir. Bu yazı her okuyanın kendi kafasına göre anlayacağı ve hepsinin de doğru olacağı bir yazı değildir.

Günümüz Arapça yazısı noktalı, Kur’an’daki yazı da noktalı ve harekeli olduğu için aslında gramerin ana temeli olan İŞTİKAK ilmi nerdeyse yok olmuştur.

İştikak olmadan gramer olmaz.

“Bir yazının noktalı ve harekeli hâle getirilmesi” demek “o yazının okunmasını kolaylaştırmak ve hatta anlamadan okunabilir hâle getirmek” demektir.

Aynı zamanda yazıya nokta koyan kişinin de “BEN SİZİN YERİNİZE İŞTİKAKI UYGULADIM, SİZİN YAPMANIZA GEREK YOK.” DEMEKTİR.

Eğer yazı kişinin kendi kafasının ürünüyse kendi kelimelerine nokta ve hatta harekeler koymasının önünde hiçbir engel yoktur. Ama yazı tüm insanlığınsa ve Yüce Allah’tan gelmişse kimsenin o yazıya bir tane dahî olsa nokta koymaya hakkı yoktur.

İşte bu yazı kişiyi belli kurallara bağlanmak zorunda bırakmaktadır. Çünkü yazının okunması o bağlarla mümkündür.

Çok basit olarak söyleyelim… Eğer kişi müptedanın merfuluğunun nedenini bilmiyorsa hâl cümlesinin mansub olduğunu, car-mecrur ilişkisini müzekkerlik, müenneslik hâlini, iç ve dış irabı, sarfı ve nahivi bilmiyorsa İSNAT-MÜSNED ilişkisini de yapamaz demektir.

İşte bunların hepsi “yazıyı kurallara bağlayan BAĞ” yani “HİKMET”TİR. Bu olmadan ne ayetler anlaşılır ne yazı anlaşılır ne de ayetlerin ne dediği anlaşılır.

İşte bunun için “KİTABI VE HİKMETİ ÖĞRETECEK.” denilmekte, ‘hikmet’ ile ‘kitap’ iki ayrı şey olarak ifade edilmektedir.

Biraz önce “Kişinin ‘yazı’yı okumayı bilmesi ‘o yazı’nın kurallarını bilmesi anlamına gelmemektedir.” şeklinde bir cümle kurduk. Bu cümledeki yargı sadece NOKTALI VE HAREKELİ metinler içindir. Eğer kişi noktasız ve harekesiz metni kendi başına okumak istiyorsa GRAMERİ kesinlikle bilmek zorundadır, değilse okuması mümkün değildir.

Bunun için “KİTABI VE HİKMETİ…” denilmektedir. Çünkü ‘hikmet’ yani “yazının kuralları” yazının içindedir ama biri onu öğretmez ise bilinebilecek şeyler değildir.

Fakat şunu hiç gözden kaçırmamak lazımdır. Günümüzde “gramer” denince akla sadece SARF ve NAHİV gelmektedir. Oysa yeryüzündeki tüm dillerin gramerlerinin temeli İŞTİKAK ile başlar.

İngilizceden bir örnek vereyim:

Meselâ, ‘CUT’ yazılır ama ağızdan “KAT” sesi çıkar… İngilizlere bunu böyle okutturan şey iştikaktır.

‘CAT’ yazılır ama “KET” sesi çıkarılır.

‘SHE’ yazılır ama “Şİ” sesi çıkarılır.

‘NATİON’ yazılır ama “NEYŞIN” sesi çıkar.

İşte İngilizlere bu kelimeleri böyle okutturan şey İŞTİKAKTIR.

Bir İngiliz için ‘S…H…E’ işaretlerinin ayrı ayrı yazılması ile başka ses, bunların bir araya gelerek ‘SHE’ şeklinde birleşmesi başka ses verdiren şey iştikaktır. ‘SHE’ ifadesinden “Şİ” sesi çıkaran İngiliz, aynı harflerin ‘HES’ şeklinde yazılmasında başka ses, ‘SEH’ şeklinde yazılmasından başka ses, ‘HSE’ şeklinde yazılmasından başka ses çıkarır… İŞTE İŞTİKAK BUDUR.

‘S…H…E’ harflerini tek başına öğrenen ve bunların farklı şekillerde bir araya gelmesiyle farklı sesler verdiğini bilmeyen biri asla İngilizce okuyamaz.

İşte resullerin öğrettiği “HİKMET” de noktasız ve harekesiz yazıdaki işaretlerin bir araya geldiklerinde oluşturdukları kelime bilgisinden o kelimelerin hangi sese göre harekeleneceğine kadar olan süreçtir.

‘Hikmet’i “ayetlerden hüküm çıkarmak” gibi tanımlayanlar vardır. Ama bu son derece saçma bir şeydir. Çünkü Kur’an’daki her ayet hüküm bildirmez… ‘Hikmet’i basitçe “CÜMLELERDEN YARGI ÇIKARMAK” olarak tarif edebiliriz ama zaten yargı çıkarmak yazının anlaşılması ile alâkalıdır.

İşte Bakara suresinin 129. ayeti, bir resulün, elindeki yazılı belgeyi öğretmenin tüm yollarını kullanarak öğretmesi ile alâkalıdır. OKUYARAK VE OKUTARAK ÖĞRETMEK…

Hatırlanacağı üzere ‘KUR’AN’ kelimesi için şu tanımı getirmiştim:

‘KUR’AN’ = “OKUMA YOLUYLA ÖĞRENİLEN VE ÖĞRETİLEN ÖĞRETİ”

İşte Bakara 129. ayet tam da bu tanımın açılımıdır.

‘YETLU ALEYHİM AYATİKE’ … “OKUMA YOLUYLA ÖĞRETMEK”

‘YUALLİMUHUMUL KİTABE VEL HİKMETE’ … “O-K-U-T-M-A YOLUYLA ÖĞRETMEK”

Umarım bu açıklamalar benim “HİKMET, YAZILI BELGE OLAN KUR’AN’IN GRAMER KURALLARIDIR.” söylemim için yeteri kadar delil olmuştur. 

Kaldı ki yazının başında da söyledim, “Tek delil bu değildir ama bu bile yeterli delildir.”

VESSELÂM.



Önerilen İçerikler