بسم الله الرحمنِ الرحيم

RİSALETİN DOĞASI

Yetki (sultan) denilen şeyin

  • Ya bir fetih
  • Ya bir miras
  • Ya bir seçim
  • Ya bir ittifak
  • Ya bir darbe
  • Ya bir devrim
  • Ya bir anlaşma
  • Ya bir tayin
  • Ya bir zorbalık
  • Ya bir gönüllülük
  • Ya bir genel kabul

üzerinden oluştuğu şu dünyaya bir gün yanında yöresinde hiç kimse olmadan, arkasında orduları, etrafında ona pervane olan mihmandarları, emrini yerine getirecek kurmayları, yaverleri bulunmadan, amacını gerçekleştirmesi için harcama yapacağı hazineleri olmadan “BEN ALLAH’IN RESULÜYÜM.” diyen adamların gelmesini herhangi bir devlet başkanı, bir ideolog, bir filozof gelmiş gibi görmek NE BÜYÜK YANILGI VE NE BÜYÜK İNDİRGEMECİ BİR BAKIŞTIR.

“Onların resul olduklarını nereden bilelim?” diye ahmakça soru soranlara verilecek en güzel cevap “GELİŞLERİNDEN ve GİDİŞLERİNDEN.” cümlesinden başka bir şey olmamalıdır.

Onların, hiçbir yeryüzü otoritesine dayanmadan, âlemlerin rabbinden gelmelerine rağmen âlemlerin rabbinin orduları olan meleklerin eskortluğuna başvurmadan, şaşalı törenlerle taç giymeden, resullüklerini insanlığa duyuracak kendileri dışında bir tek çığırtkanları olmadan, resullüklerine tek bir şahit bulma gereği bile duymadan gelmelerinden daha mütevazi bir geliş mi var ki risaletlerine kırk bin delil arayalım. Onlar gerçek olmasaydılar böyle gelemezlerdi çünkü ‘sahtelik’ mütevazi olmaz, olamaz.

İşte Kur’an ortada, hangi resulün gelişinde şaşaa ve gösteriş var, hangisinin gelişinde debdebe ve gösteriş var?

Resullerden başka hiç kimse bu kadar mütevazi gelemez.

Hele gidişleri… Gidişleri gelişlerinden daha mütevazi. İşte Kur’an… Hangi resulün gidişinden bahsedilir? Hangi resulün ölümünden, cenaze merasiminden, cenazelerine katılan kalabalığın muhteşemliğinden bahsedilir? Hiçbirinin.

Son resul Muhammed’in bile ölümünden hiç bahsetmez.

Haydi, rivayetlere güvenelim ve rivayetlerin resmettiği o güne giderek sanki oradaymış gibi son resulün son anlarına bakalım…

Çamurla sıvanmış mescide bitişik, kapısı sadece çuldan perde olan bir oda var orada. Odanın dışında ne olacağını bekleyen üzgün insanlar var. Son resul ölüyor ama etrafta melekler yok, gökyüzünden yeryüzüne inen bir ağıt yok.

Kimsenin ağzını bıçak açmıyor. Bekleyenler bir resulün ölümünü bekler gibi beklemiyorlar. Şuradaki adam (Ebu Bekir) kadim bir dostun ölümünü bekler gibi; şuradaki adam (Ali), sığınağının, babasının ölümünü bekler gibi; şuradaki kadın (Zeynep), çocukluk aşkının ölümünü bekler gibi; şuradaki adamlar (Ensar) düşmanlıklarını bitiren bilge kişinin ölümünü bekler gibi; köşedeki çocuk (Enes), çok sevgili öğretmeninin ölümünü bekler gibi; şuradaki kadınlar (Ensar-Muhacir) kendilerini haysiyetsiz bir yaşamdan kurtaran sığınaklarının ölümünü bekler gibi bekliyor. Hiç kimse ama hiç kimse bir resulün ölümünü bekler gibi beklemiyor. Her birine göre birazdan son nefesini verecek adam ya baba ya kardeş ya akraba ya dost.

Sanki birazdan tüm çocukları henüz bir yaşına basmamış bir baba ölecek ve herkes yetim kalacak gibi.

Yetim kalma korkusunun kapladığı üzgün bakışlar arasında odanın sadece çul olan perdesini aralıyoruz… Yarı karanlık odada birkaç adam ve birkaç kadın var. Adamın başı otuz yaşlarındaki bir kadının kucağında. Kadın bir kendi gözyaşlarını bir de kucağındaki adamın terlerini siliyor. Adam bir uyanıp bir uyanıyor. Uyanışlarının birinde gözü hemen yanı başında “Reyhanım!” dediği kızına (Fatıma) ilişiyor. Gözyaşları ve hıçkırıklarla bayılmak üzere olan kızının gözyaşları ile ıslanmış yanağını okşayarak zoraki bir gülümsemeyle “Üzülme kızım, baban bir daha hiç acı çekmeyecek.” diyor. Ah o kız ne yapsın şimdi? Saçlarını yolup, dizlerini dövüp, feryat figan ağıt mı yaksın? Bu nasıl bir teselli böyle! Bir kılıç darbesinden daha derin yara açan bir teselli. Susuyor kızcağız içinde kaynayan volkanı bastırarak.

Şimdi, meleklerin kendisine risalet taşıdığı, “Dağlar arkamdan yürüsün.” dediğinde yürüyecek olan o adam bu adam mı? Hani nerede ona öğretmen olan Cebrail? Bu ölmenin hiç mi hatırı yok da bir nebze görünmüyor.

Hani nerede “Eğer siz ona destek olmazsanız olmayın, onun desteği Allah, Cebrail, Melekler ve Müminlerin salih olanlarıdır.” denmişti ya ona, işte salih müminler burada. Haydi diyelim ki Yüce Allah kendisi nesne değil, gelmez. Peki ya Cebrail, peki ya melekler? Onlar da mı gelemez?

Niye yoklar?

Bu ölen SON RESUL. Bir daha resul gelmeyecek, bunun da mı hatırı yok?

Kadın kucağında son kez tuttuğunu bildiği o başı sıkı sıkı göğsüne yaslıyor, “Vermem size onu!” der gibi.

Ah o Cebrail! Ah o Cebrail! Olur olmaz şeyler için çıkagelirsin de son resulün ölümü için niçin gelmezsin? Gelsene ‘Dihyetü’l Kelbi’ kılığında geldiğin gibi kimseye “Ben Cebrail’im!” demeden. İnsanların içine gelerek dizini dizine değdirip “İslam nedir, ihsan nedir?” diye sorduğun resul ölüyor, gelsene!

Hani hep anlatırlar ya, doğumunda Şam’daki kulelerin yıkıldığı, iki bin yıllık Mecusi ateşinin söndüğü, Amine’den gökyüzüne bir ışığın çıktığı o çocuk ölüyor işte. Ama ne bir şaşaa ne bir debdebe ne bir çıt var.

Resul ölüyor ama ölüşü herkes gibi.

Ah o melekler! Ah o melekler! Siz değil miydiniz Eyyüb’ün çaresi olmayan derdine çare getiren? Siz değil miydiniz Lokman’a ölümsüzlüğün ilacını veren? Yok muydu acılar içinde kıvranarak ölen resulüne vereceğiniz bir ilaç?

Baksanıza resuller perdesi kapanıyor. Bu perde bir daha açılmayacak. Yahu bir Jübileyi hak etmiyor mu?

En anlaşılmazı de nedir bilir misiniz? Bizzat ölmek üzere olan resulün bile o mübarek ağzından çıkmıyor bizim dediklerimiz. “Ben resulüm ey melekler! Yardıma gelin, acımı dindirin, hastalığımı giderin!” demiyor. Siz ki meleklersiniz, dünyanın tüm şifacılarından daha şifalısınızdır. Bir anda yeryüzünün tüm ormanlarını, vadilerini, dağlarını dolaşıp en nadide otlardan, ağaçlardan, otlardan bir şurup kaynatamaz mıydınız?

Taşları altına çeviren dokunuşlarınızla dokunup hastalığı şifaya çeviremez miydiniz?

Demiyor, demiyor, demiyor işte…

Gelişinden daha mütevazi gidiyor. Başını çok sevdiği eşinin göğsüne yaslıyor, “Vatansızım işte başımı yasladığım kucağındır vatanım, sevdiceğim!” dercesine.

Kendisinden kırk yaş küçük kızına; “Yetimim, bakışların benim annemdir, babasının annesi.” dercesine.

Gidişi gelişinden daha mütevazi. Gelirken “Ben resulüm!” diye geldi, giderken “Ben resulüm!” demeden gidiyor. “Ben sadece bir beşerim!” dercesine.

Başı bir kadının başına düşmüş bu adam mıydı, dünyanın tüm istikbarlarına meydan okuyan, tüm insanlara kol kanat geren, tüm acıları böğründe taşıyan, o adam bu adam mıydı? Orduların başında yalın kılıç korkmadan haykıran adam bu adam mıydı? Bir daha eskisi gibi olamayacak şekilde dünyayı değiştiren adam bu adam mıydı? Eşinin kucağı yastığı, yırtık bir kilim yatağı olan bu adam o adam mıydı?

Ah gidişleri gelişlerinden daha mütevazi olan resuller, hepiniz çok güzel adamlarsınız. Hacet yok resul olduğunuzu ispata, biz size inanıyoruz. İspat mı? O, kalbi taşlaşmış olanlara gerek.

Cebrail’i unutmadık. O bize “İnsanlara ‘Ben resulüm.’ derken ben görünerek onun yanında saf tuttum mu ki de giderken cenazesinde bulunayım? Gelirken şaşaa ve debdebe var mıydı ki de giderken melekler eskortluk yapsın?” diyerek cevap verir herhalde.

En sonunda “Başı vatanım.” dediği eşinin kucağında olan adam parmağını çamurdan odanın tavanına uzatarak ‘İLE REFİQİ ALA’ der ve son sözü bu olur. Kimi kastetti acaba, her biri kendisiyle yakın akraba olan diğer resulleri mi yoksa dostu Cebrail’i mi?

Kimi kastederse etsin. Bir resul işte böyle gelir ve böyle gider. Ne tören ne şaşaa ve ne debdebe.

Sadece bu, evet sadece bu bile yeter. Hele bir de gelişleri ve gidişleri arasındaki hayatlarına baksak, resullerin resul olduğuna delil arayanların yerin dibine batması lazım.

Resullerin resul olduklarına, Kur’an’ın onların ölümünden hiç bahsetmemiş olması yeter delildir çünkü bir resul gelişinden daha debdebeli gidemez; çünkü onlar gelirken İslam’ı getirdiler, İslam ise onları sade bir kelime ile özetler: “Allah’ın kulu.” Böylesi bir dini getiren resulün gelişi de gidişi de mütevazi olur, gidişi gelişinden daha mütevazi olmak kaydıyla.

 

Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.

الحمد لله رب العلمين

Önerilen İçerikler