بسم الله الرحمنِ الرحيم
İNSANLIĞA
Ey insanlar! Şunu bilin ve asla unutmayın:
Varlığın tamamını her şeye gücü yettiği halde hiçbir akıllı varlığa zorla boyun eğdirmeyen, onlardan kendisine gönüllüce ve içten gelerek inanmalarını, güvenmelerini isteyen, ilkelerinin en başına rahmeti koyarak her daim ilkeli iş yapan, her bir şeyi kendi sonsuz ilmine göre tek başına yönetip yönlendiren Allah yarattı.
Yarattıklarının tamamının bilgisi bizzat kendi ilminde vardır. Çünkü O’nun ilmi başkasından alınmış veya tecrübe yoluyla edinilmiş veya kendisinden öncekiler tarafından O’na tevarüs ettirilmiş bir ilim değildir. Siz O’nun farkına varsanız da varmasanız da varlıkları yaratırken kullandığı ilmini her bir varlığın içine koyarak gözü, kulağı, burnu, dili, hissi ve aklı olan her akıllı varlığın erişimine açık hâle getirmiştir. Bu ilimle yaratılmış ve bu ilimle varlığını devam ettiren her bir varlık, zerresinde de kürresinde de kül’ünde de cüz’ünde de birlikte veya tek başına O’nu gösteren işaret levhalarıdır (ayetlerdir). Tamamı O’nu gösteren ayetlerden ibaret olan şu varlığa bakıp O’nu görmezden gelen her akıllı varlık kördür, sağırdır, dilsizdir, taştan daha katı, hissizdir demektir.
Ey İnsanlık!
Şimdi sen O’nun yarattığı zavallı bir yaratıkken O’nun yarattığı evrende, O’nun yarattığı gezegende yaşarken O’nun yarattığı havayı soluyup O’nun yarattığı suyu içerken O’nun yarattığı otları, hayvanları, meyveleri yerken sen O’nu umursamıyor, dikkate almıyor, görmezden geliyorsun diye O’nun da seni görmediğini, dikkate almadığını ve umursamaz davrandığını ve davranacağını mı zannediyorsun?
Bozmaktan, yok etmekten, fesat çıkarmaktan, güzelim gezegeni cehenneme çevirmekten, kendini beğenmişlikten, küstahlıktan, acımasızlıktan, merhametsizlikten başka bir işe yaramayan o ahmak aklınla O’nu aciz bırakacağını, O’nu atlatabileceğini mi zannediyorsun? Sen O’nu umursamıyorsun diye O’nun da senin yaşam biçimine karışmayacağını, ahlaksızlığına, adaletsizliğine, zalimliğine, vurdumduymazlığına, O’nu yok saymana, kitabını mahcur bırakmana, resulleri küçümsemene ve hatta onları görmezden gelmene ses çıkarmayacağını, öylece seyirci kalacağını, buna bir karşılık vermeyeceğini mi zannediyorsun?
O’nun sana önerdiği onurlu, şerefli, haysiyetli ve hepsinden de önemlisi bizzat senin yaratılış gayene uygun yaşam biçimini hiç umursamadan ahmak aklınla uydurduğun yaşam biçimlerine yer açmak, sürdürmek ve daha da kuvvetli hâle getirmek için tek bir yaprağını yaratamayacağın, üzerinde kurdun, kuşun, böceğin, vahşisiyle, evciliyle her tür hayvanın hakkı olan bitkileri kesmene, parçalamana, yakmana, yıkmana, türlerini tüketmene sessiz kalacağını, umursamaz davranacağını, görmezden geleceğini ve bu ahlaksız davranışına bir karşılık vermeyeceğini mi zannediyorsun?
O’nun yarattığı yer altındaki madenleri, sıvıları, gazları ve elementleri çıkararak, üstüne binip hızlıca bir yerden bir yere giden araçlar yaptın diye, koskoca evrende sinek bile olmayacak aletlerle uzaya çıktın diye, demirden aletlerle denizin dibine indin diye, kulağına dayadığın aletlerle birbirine vahyeden şeytanlar gibi sesini uzak mesafelere taşıdın diye, kendi türünü yok etmek için mermiler, silahlar, bombalar ürettin diye Allah’ın sana güç yetiremeyeceğini mi zannediyorsun, O’nu âciz bırakacağını mı zannediyorsun?
Şu gezegenin ovasında, bozkırında, çölünde, dağ başlarında, ormanında, çayırlığında senden hiçbir şey istemeyen, Allah’ın kendilerine koyduğu yaşam gayesini zerre bozmadan yaşayan ve varlıkları tamamen senin hayat döngüne hizmet eden, senin yaşamını kolaylaştıran, uçan, sürünen, iki veya dört ayağı üzerinde yürüyen zavallı hayvanları hiç umursamadan bu gezegende sanki senden başka hiç kimse ve hiçbir şey yokmuş gibi yaşamana, o zavallı hayvanların yaşam alanlarını gasp edip kendi ahmakça yaşam biçimine alan haline getirmene, onların yaşamalarını her geçen gün daha da zorlaştırmana ses çıkarmıyor, şikayet etmiyor, dertlerini dile getiremiyor, sana karşı çıkamıyor diye onları ha bire öldürmene O’nun ses çıkarmayacağını, öylece seyredeceğini, sana bir karşılık vermeyeceğini, yaptığının acısını sana tattırmayacağını mı zannediyorsun?
O’nun yarattığı yer altı ve yer üstü kaynakları gözü dönmüş bir şekilde tüketerek ürettiğin çöp yığınlarını ormanlara, denizlere, dağlara, ovalara atmana, şu güzelim gezegeni devasa bir çöp yığınına çevirmene, o çöplerinle O’nun kurduğu ıslahı fesada çevirmene ses çıkarmayacağını, umursamayacağını ve sana yaptığının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun?
Varlığın tamamının sahibi O olduğu halde gözüne çarpan her bir varlık sana “Bak, benim bir sahibim var.” dediği halde eşyadaki muhteşem düzeni görüp “Bunları yapan biri var, bunların bir sahibi var, hatta benim de bir sahibim var, öyleyse ben şu varlığın bir sahibi yokmuş gibi her şeyi yiyemem, her şeyi giyemem, her şeyi içemem, sahip neye ne şekilde izin verirse ancak onu yemem lazım.” demen gerekirken eşyada asıl olan mübahlıktır diyerek yaratılan her bir varlığı hiçbir sınır gözetmeden vurarak, keserek, öldürerek, parçalayarak soyları tükenene kadar yemene, bundan dolayı havayı, denizi ve karayı fesada boğmana O’nun seyirci kalacağını, sana yaptığının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun?
Yan yana gelmiş iki insan görsen bile bunlar arasında ilkeli davranış kalıpları olması gerektiği, birbirlerine ilkeler bazında ahlak geliştirmeleri gerektiğini hemen anlıyorsun, özellikle bu konuda sanki O seni başıboş bırakmış, kendi kaderine terk etmiş, seni umursamamış, sana yol göstermemiş, en güzel ilkeleri sana öğretsinler, iyice belletsinler diye resuller görevlendirmemiş ve en güzel ilkelerle dolu kitap göndermemiş gibi demokrasi, komünizm, sosyalizm, faşizm, liberalizm, ulus temelli, ırk temelli ve hepsinin tek amacı da O’nu görmezden gelmek olan her türlü ahmakça yaşam biçimlerini değerli ilkelermiş gibi pazarlamana ve Yüce Allah’ın ilkelerini edinilmesi, uygulanması ve yaşanması imkansız hayat biçimiymiş gibi göstermene O’nun seyirci kalacağını, umursamayacağını, sana yaptıklarının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun?
Ey Yahudi!
Yüce Allah’ın insanlığa “rehberler olsunlar” diye görevlendirdiği, şu gezegende yaşamış ve yaşayan akıllı varlık türünün en iyilerinden, en kahraman, en cesur, en erkek, en yiğit, en merhametli, en vefalı, en hisli, en vicdanlı, en fedakarlarından olan resulleri ahmakça uydurduğun “İbranilik”e bulaştırmana, onlar arasındaki yakın akrabalık bağlarını koparmana, onların getirdiği ilahi belgeleri yok ederek yerine içine her türlü saçmalığı karıştırarak uydurduğun kitapları “Allah’ın kitabı” diyerek pazarlamana, bununla yüzyıllardır insanları kandırmana, resullere karşı acımasız vefasızlığına, “Biz seçkin kullarız.” diyerek risâlete yön vermene O’nun sessiz kalacağını, sana fırsat vereceğini, ölünce seni baş tacı edeceğini, sana güç yetiremeyeceğini, sana yaptığının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun? Şunu bil ki ilah gibi tapındığın, “rabbi” dediğin, her emrini Allah’ın emri gördüğün geçmişteki ulemân seni aldattı ve şimdiki ulemân da onların izinden giderek seni kandırmaya devam ediyor. Şunu bil ki onların uydurduğu “Yahudilik” Musa’nın izinden gidenlerin dini değil, gitmeyenlerin uydurduğu sahte bir dindir. Musa’nın getirdiği tek din İslam’dır ve Yüce Allah katında bu dinden başkası asla kabul görmemiş, görmüyor ve görmeyecektir. Şimdi sen iki elini iki yanına çaresizce açarak “Ben kandırıldım, mazlumum, zavallıyım.” diyebilir ve böyle olmanın beraat ettirici bir durum olduğunu ve tüm suçu geçmişteki ve şimdiki sahtekâr ulemânın sırtına yükleyebileceğini zannedebilirsin. Zannetme, çünkü suçun ulemânın peşinden gitmek değil, etrafını saran ve hem zerresinde hem kürresinde “Allah’tan başka İlah yoktur!” diyen varlığı duymamak, görmemek, umursamamaktır. Senin suçun şu varlığa gören gözlerle bir defa sadece bir defa baksan görebileceğin gerçekleri görmemek için gözlerini sımsıkı kapamak, kulaklarını tıkamaktır. Şimdi sen bu körlükle ağlama duvarının kenarında başını sallayarak, ağlayarak hakikate ulaştığını zannediyorsun diye ağlama duvarının seni duymadığı, seni görmediği gibi O’nun da seni görmediğini, duymadığını sahtekarca büründüğün ahlaksızlığı görmezden geleceğini, umursamayacağını, her istediğine ulaşabileceğini, sana yaptığının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun? Şimdi, sen çok iyi bildiğin halde “Kur’an’ı resul getirmedi.” diyorsun ya bunun gerçek olduğunu, bu söylediğin yalana sen inandın diye Allah’ın da inandığını mı zannediyorsun? Bundan dolayı çirkefleştikçe çirkefleşerek oluşturduğun dünya düzenlerine O’nun bir karşılık vermeyeceğini, elindeki iktisadi güçten ve dünyadaki insanların ahmaklığından faydalanarak elde ettiğin güce O’nun güç yetiremeyeceğini, O’nu aciz ve çaresiz bırakacağını hep yaptığın gibi “Tanrıyı kıyamete zorlayacağını” mı zannediyorsun?
Ey Hristiyan!
Aslında ayrıldığını söylediğin, yeni bir ahitle onlardan ayrı yepyeni bir yol çizdiğini söylediğin Yahudi ile ikiz kardeşsin, bunu sen de çok iyi biliyorsun. Sen ki yaratılışın ayeti olan Meryem ve İsa’yı “yaratılmış” olmaktan koparıp “yaratan” hâline getirensin. Sen ki İsa’dan önce taptığın putlarına İsa elbisesi giydirip o putları İsa yerine koyansın, sen ki Yüce Allah’ın insanlığa kılavuz olsun diye görevlendirdiği İsa’yı insanlıktan çalansın, sen ki sahte olanı gerçeğinin yerine koyarak gerçeğine “sahte”, sahtesine “gerçek” diyensin ve bunu bile bile yapansın. Şimdi sen yüzünü İsa’ya benzeterek, üzerine İsa elbisesi giydirerek insanlığı putlar önünde el pençe divan durdurmana, insanları gerçek ve tek ilah olan Yüce Allah’tan başkalarına boyun eğdirmene, bundan beslenerek dünyayı kan gölüne çevirmene, küstah bir egoyla kendin dışındakileri aşağılamana O’nun seyirci kalacağını mı zannediyorsun? Sen de bir önceki ikiz kardeşin gibi suçunun ulema peşinde gitmek ve onlar ne diyorsa onu yapman olduğunu mu zannediyorsun? Bu durumun senin suçunda bir indirim sebebi olacağını mı zannediyorsun? İkiz kardeşine dediğim gibi sana da diyorum: Senin suçun katedrallerin, kiliselerin, şapellerin görkemli salonlarında engizisyon mahkemeleri kurmak değildir. Evet bu da ahmaklığındır ama bu sebep değil sonuçtur. Bir önceki ikiz kardeşin gibi senin de suçun etrafını saran her bir varlığın “La ilahe İllallah” diye haykırışını duymamak, kulakları sağır eden bu sesi duymamak için kulaklarını tıkamak, gözleri kör eden bu ışığı görmemek için gözlerini sımsıkı kapatmaktır. Şimdi sen kulaklarını tıkayarak gözlerini sımsıkı kapatmış olmana rağmen “insanlığa ışık getireceğim” diye sarıldığın her türlü pislik uğruna yeryüzünü kana bulamana, insanların boyunlarına esaret zincirleri taktıktan sonra bu zincirleri kutsamana, gece gündüz hiç durmadan yarış atları gibi kan ter içinde fesada koşmana, kan dökmene, insanlığın ortak değerlerini çalmak için ona buna tuzak kurmana O’nun sessiz kalacağını, kurduğun bu tuzakları umursamayacağını, sana yaptıklarının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun? Yüce Allah’ın “Hristiyanlık” diye bir din göndermediğini, putperestliğe buladığın bu dini İsa’nın izinden gidenlerin değil gitmeyenlerin uydurduğunu bildiğin halde bu din uğruna yazdığın yalancı ve sahte tarihe O’nun ses çıkarmayacağını ve sen ne dilersen onu sana vereceğini mi zannediyorsun? Kurduğun paktlara, ürettiğin silahlara, biriktirdiğin ve adına “bilim” dediğin putuna güvenerek Yüce Allah’ı âciz bırakacağını ve sana güç yetiremeyeceğini mi zannediyorsun?
Ey Müslüman!
Sana ne demeli, ah sana ne demeli? Adını bile doğru koymadığın bir isimle çağrıldığın halde Allah sana “Müslim” demişken kalkıp kendine ne Türkçe ne Arapça ne de Farsça olan uydurduğun bir isimle kendini “Müslüman” diye isimlendiriyorsun; ah sana ne demeli? Senden önce saydıklarım onulmaz bir ahmaklığın içinde, bu kesin ama senin ahmaklığının bir tarifi yok. Elinde ilmi sonsuz Yüce Allah’ın indinden gelen Kur’an varken nasıl oldu da adım adım Yahudi ve Hıristiyan’ın izinden gitmeyi maharet sayıyorsun?
Her türlü derdinin ilacı o elinde tuttuğun Kur’an’ın içindeyken, sen
Yolunu şaşırmıştan yol,
İnsafsızdan insaf,
Ahlaksızdan ahlak,
Allah’ı yok sayandan iman,
Körden ışık
Sağırdan ses
Taş kalpliden duygu
Putperestten tevhit
Zalimden adalet
Kibirleri dağları aşmışlardan tevazu
Cahilden ilim
Vahşi hayvanlardan daha vahşi olanlardan medeniyet
Onursuzdan onur
Namussuzdan namus
Şerefsizden şeref
dileniyorsun.
Hem de öyle bir dileniyorsun ki yeri gelse el pençe divan duruyorsun, yeri gelse kirli pis ayakları yalıyorsun; ah sana ne demeli? Kur’an seni hangi konuda aç bıraktı da sen doymak için zalime el avuç açıyorsun, Kur’an sana hangi konuda kol kanat germedi de celladına sığınıyorsun, Kur’an sana hangi karanlığı aydınlatmadı da sen ışığa düşman olanlardan ışık dileniyorsun? Ah! Behey taş kalpli! Kur’an senin neyine yetmedi de onu mahcur bırakıp şeytanın izinden gidiyorsun? Şu insanlık tarihinde, şimdi şu anda acaba kendi kitabını senin kadar küçümseyen başka biri var mı diye gözünü açıp etrafına baksan ahmaklığından yerin çatlamak, dağların hallaç pamuğu gibi savrulmak, denizlerin ateş olup yanmak, göklerin üzerine düşmek üzere olduğunu göreceksin, göreceksin ama bir türlü ahmakça, sımsıkı kapadığın o gözlerini açmamaya yemin etmişsin gibi bir türlü açmıyorsun. Ah be ah! Sen nasıl bir uykudasın böyle? Taşlar canlandı, dağlar dile geldi, denizler uyandı, rüzgarlar gördü, ağaçlar bundan dolayı yaprak döktü, hayvanlar neredeyse akıllanacak ama sen hiçbir şekilde gözlerini açmıyorsun. Ah sana ne demeli!
Senin bu durumunu tarif edecek hiçbir kelamcı ve felsefeci daha anasından doğmadı, yazacak kalem icat edilmedi. Ah sana ne demeli! Şimdi sen zannediyorsun ki elinde kapağını açıp okumadığın, okusan bile sözünü duymadığın, duysan bile “İşittik ve itaat ettik.” demediğin, her fırsatta küçümsediğin, “Yetmez!” diyerek yanına her türlü herzeyi koyduğun, hayallere ve rivayetlere boğduğun Kur’an var diye ve sana da “Müslüman” deniliyor diye sen ne yaparsan yap üstün olan sensin öyle mi? Elinde Kur’an tutuyorsun ama küstahça “Yetmez!” diyorsun ve Allah’ın da bunu umursamayacağını, sana yaptığının acısını tattırmayacağını, sen ölünce seni göğüsleri yeni tomurcuklanmış hurilerle karşılayacağını zannediyorsun öyle mi? Yüce Allah’ın bu kitabı sana verdiğini, ardından onu senin himayene bıraktığını, dolayısıyla onun senin malın olduğunu, bu yüzden sen ne dilersen ona her şeyi yapabileceğini, istersen görmezden gelebileceğini, istersen ona “İşittik ve isyan ettik.” diyebileceğini, istersen ona “Bununla bir köy bile yönetilemez.” diyebileceğini ve sonra da en üstün olanın sen olduğunu zannediyorsun öyle mi? Yahu, hadi bıraktık Kur’an’ı, yüzyıllardır üzerinde gezinen asker postallarını da mı hissetmiyorsun, yüzyıllardır aynı deneyi yaptığın halde aynı sonucu aldığını da mı görmüyorsun? Ah, sana ne demeli!
Şimdi sen elinde Kur’an olmasına rağmen Yahudi ve Hıristiyan’ın ardından keler deliğine girerken Allah’ın bunu umursamayacağını, sana yaptıklarının acısını tattırmayacağını mı zannediyorsun? Şimdi sen fesada boğulmuş şu dünyada yaşayan kurdun, kuşun, ağacın, bitkinin senin yakana yapışmayacağını ve “Elinde Kur’an varken neden bizi kurtarmadın?” demeyeceğini mi zannediyorsun? Şimdi sen elinde Kur’an olmasına rağmen taştan daha duyarsız bir halde çanağına kemik atmalarını umarak şu dünyayı fesada boğmuşların izinden adım adım giderken O’nun bu görmediğini, görse bile umursamadığını, umursasa bile sana güç yetiremeyeceğini mi zannediyorsun? Ah sana ne demeli!
Ey İnsanlık!
Karası-beyazı, sarısı-kahverengisi, uzağı-yakını, dinlisi-dinsizi, ateisti-Müslümanı, Budist’i- Sih’isti, Yahudisi-Hristiyanı, demokratiği-sosyalisti, laik’i-muhafazakarı, liberali-kapitalisti; hepinizi uyarıyorum. Ya tez elden Yüce Allah’ın sizi karanlıklardan aydınlığa çıkaracak olan kitabına iman eder, her bir emrine canı gönülden “İşittik, itaat ettik.” dersiniz, ya da içinizden sadece kötülere değmeyecek, herkesi önüne katıp silip süpürecek bir belaya maruz kalacaksınız. Artık köprüden önceki son çıkıştasınız. Karaların, denizlerin, havanın, bitkilerin, hayvanların fesada uğradığını görmüyor musunuz? Yaptığınız zulümler yüzünden gökyüzünün üzerinize düşeceğini duymuyor musunuz? Hepsinden önemlisi, varlığın tek sahibi olan Yüce Allah’ın bu duruma sessiz kalacağını, umursamayacağını, siz ne yaparsanız yapın görmezden geleceğini, görse ve duysa bile size müdahale etmeyeceğini, etse bile size güç yetiremeyeceğini mi zannediyorsunuz? Siz bu varlığı sahipsiz, kimsesiz, başıboş, hedefsiz, amaçsız mı zannediyorsunuz? Siz, sizin duymadığınız bitkilerin, hayvanların, denizlerin sesini Allah’ın da duymadığını mı zannediyorsunuz? Siz onları himâyesiz, kimsesiz, sahipsiz mi sanıyorsunuz?
Siz, bastırdığınız mazlumun sesini Allah’ın duymadığını, duysa bile umursamadığını, umursasa bile mazlumun hakkını zalimden almaya güç yetiremeyeceğini mi zannediyorsunuz? Siz, açların karın gurultularını duymuyorsunuz diye Allah’ın da mı duymadığını zannediyorsunuz? Siz, himâyesiz bıraktıklarınızın sahibi yok mu sanıyorsunuz? Siz, annelerin feryatlarını Allah’ın duymadığını veya umursamadığını mı zannediyorsunuz? Siz, kendi ahmakça düzenlerin ağır yükünü süt bebelerine yüklerken derdini anlatamayan bebelerin, neyi niçin yaşadıklarını bilmeyen o bebelerin gözlerindeki çaresizliği Allah’ın görmediğini mi sanıyorsunuz? Siz körsünüz, sağırsınız, dilsizsiniz, taştan daha katı kalplisiniz diye Allah’ı da kör, sağır, dilsiz ve umursamaz mı zannediyorsunuz. Sahi siz Allah’ı ne sanıyorsunuz?
Siz, beli bükülmüşlerin sığınağı yok mu zannediyorsunuz?
Siz, kalpten gelen duaları işiten kimse yok mu zannediyorsunuz?
Siz, O’na açılan her elin boş kalacağını mı zannediyorsunuz?
Siz, Allah’ı ne zannediyorsunuz?
Şunu bilin ki yıkılmayacak, ilelebet yaşayacak diye kurduğunuz her şeyin yıkımı sadece ve sadece kabul olmuş bir mazlumun duasına bakar. Bir gün o duayı yapacak o mazlum çıkar, her nerede ve hangi dille yaparsa yapsın Allah onu duyar ve mazlumun avucuna düşen bir tek damla gözyaşı yüzünden kurduğunuz bu dünyayı yerle bir eder. Yani anlayacağınız kurduklarınızın ömrü bir mazlum duası kadardır.
Ben bunu diyorum ya, şimdi sen küstahça ve alay ederek “Ne zamanmış o?” diyebilirsin. İnsanlık tarihinin uzun geçmişine bakarak bunun boş bir tehdit olduğunu sanabilirsin. Öyleyse diyecek tek sözümüz var, “Bekleyin, biz de bekliyoruz.”
Neyi mi? KABUL OLACAK BİR MAZLUM DUASINI.
Kusursuzluk sadece Âlemlerin Rabbi Allah’ın olabileceği bir şeydir.
الحمد لله رب العلمين